30 Nisan 2009 Perşembe

1 MAYIS 1977 TAKSİM OLAYLARININ HİKAYESİ

1 MAYIS 1977 TAKSİM OLAYLARININ HİKAYESİ

1 Mayıs 1977'de ölenler artık sadece bir istatistik mi? Onların birer adı, hayatları ve yaşam hikáyeleri yok mu? 54 yaşındaki Ermeni vatandaşımız Garabet Ahyan'dan 17 yaşındaki Jale Yeşilnil'e, 20 yaşındaki polis memuru Nazmi Arı'dan Rum vatandaşımız 57 yaşındaki Aleksandros Konteas'a kadar ölenlerin tümünün bir öyküsü var kuşkusuz. Tıpkı ilkokul öğretmeni Bayram Çıtak'ın olduğu gibi...

TARİH: 30 Nisan 1977. Yer: Ankara Mustafa Kemal Bulvarı. Bir öğretmenler derneği olan TÖB-DER'in organize ettiği onlarca otobüs saat 22.30'ta İstanbul'a hareket etti.

Otobüsler tıklım tıklım doluydu.

Her otobüsten türküler, marşlar duyuluyordu hep bir ağızdan söylenen.

"Bir Mayıs, Bir Mayıs

İşçinin, emekçinin bayramı..."

1 Mayıs Bayramı'nı kutlamak için yola düşen binlerce öğretmenden biriydi Bayram Çıtak...

Bayram Çıtak, 1940 yılında Sivas-Şarkışla Emlek Köyü'nde doğdu. Ailesi çok fakirdi. Savaş yılları yoksulluklarını daha da artırmıştı.

Üç kardeştiler. Anne babasının tek umudu vardı; çocuklarını okutmak, subay ya da öğretmen yapmaktı. Bayram Çıtak, ilkokulu köyünde okudu.

Öğretmen olmak istiyordu: Hasanoğlan Öğretmen Okulu'na yatılı öğrenci oldu. 22 yaşında öğretmen çıktı. İlk görev yeri Sivas-Zara'ya bağlı Karacahisar Köyü'ydü.

Zaman içinde Anadolu'nun birçok yoksul köyünde öğretmenlik yaptı. Köy çocuklarını okutabilmek için her türlü zorluğu göze aldı. Okuldan arta kalan zamanda tarlada, bahçede köylülere yardım ediyordu.

Son görev yeri Ankara Mamak Derbent İlkokulu oldu. Ataması bir hafta önce yapılmıştı. Eşi Selver ve üç oğlu, 13 yaşındaki Mete, 10 yaşındaki Metin ve 5 yaşındaki Mesut'la, Mamak'ta kiraladığı gecekonduda yeni hayatlarına başlamışlardı.

OĞLU BÖBREK HASTASI

Ankara'dan kalkan otobüsler yolu yarılamıştı. Öğretmenlerin çoğu uykuya dalmıştı. Bayram Çıtak, sigaranın birini bitirip diğerini yakıyordu. Canı sıkkındı.

5 yaşındaki oğlu Mesut'u düşünüyordu. Küçük Mesut hastaydı. Böbrek yetmezliği teşhisi konmuştu. Haftada iki üç kez diyaliz makinesine bağlanacaktı. Bu nedenle tayinini Ankara'ya çıkarmıştı.

Hastalık acısı, oğul üzüntüsü ayrı; tek öğretmen maaşıyla bu ekonomik yükün altından nasıl kalkacağını düşünüyordu. Bu düşüncelerle ağırlaşan göz kapakları yavaşça kapandı. Uykuya daldı.

Çok zaman geçmedi, arkadaşlarının söylediği türkülere uyandı. Otobüsler İstanbul'a varmıştı...

MEYDANDA 100 BİN KİŞİ

Saat 07.30.

1 Mayıs Taksim mitingini organize eden DİSK'in buluşma noktalarından biri de Beşiktaş Barbaros Meydanı'ydı.

Bayram Çıtak'ın da aralarında bulunduğu Ankara'dan gelen öğretmenler burada korteje katıldı. Saat 10.00.

Binlerce insan kol kola girip Taksim'e doğru yürüyüşe başladı. Önde DİSK'e mensup işçiler; arkada sırasıyla Türk Tabipler Birliği, TÖB-DER, Çağdaş Hukukçular gibi sivil toplum örgütleri ve en arkada Dev-Genç vardı.

Saat 14.30. Kortej Taksim'e ulaştı.

Meydanda 100 bini aşkın insan bulunuyordu. Ve hálá meydana, her yandan oluk oluk insan akıyordu. İstanbul, tarihi mitinglerinden birine tanıklık ediyordu.

KIRMIZI KAMYONET

Bayram Çıtak acıkmıştı. Bir simit aldı. Yorulmuştu. Meydandaki Intercontinental (bugünkü adıyla The Marmara) otelinin önüne gitti; yere çömelip simitini yemeye başladı.

Bu sırada DİSK Başkanı Kemal Türkler konuşma yapmak için kürsüye çıktı.

Saat 18.30'tu. Başkan Türkler konuşmasını, meydandaki insanları, eski DİSK Sekreteri İbrahim Güzelce anısına bir dakikalık saygı duruşuna çağırarak bitirdi.

Saat 19.45. Binlerce insan saygı duruşunda bulundu. Ortalıkta hiç ses yoktu. Birden nereden geldiği belli olmayan silahlar ardı ardına patlamaya başladı.

Ateş edenler sanki saygı duruşunu beklemişlerdi. Silah sesini duyan meydandaki binlerce insan panik halinde sağa sola koşmaya başladı.

Öğretmen Bayram Çıtak önce ne yapacağını kestiremedi. Arkadaşlarına bakındı, herkes bir yana koşuşuyordu.

O da otelin hemen yanındaki Kazancı Yokuşu'na doğru koştu. Dar sokağa ilk girenlerden biri oldu. Ama çıkamadı. Kimin getirip koyduğu bilinmeyen bir kırmızı kamyonet bu dar yolu tıkamıştı.

Ölümlerin çoğu, buradaki ezilmeler sonucu oldu. İlkokul öğretmeni Bayram Çıtak burada kaburgaları kırılmış halde bulundu. Ölmüştü...

30 YIL SONRA

DİSK, 1 Mayıs 1977 katliamının 30. yılını Taksim'de anmak istedi. İstanbul Valiliği izin vermedi. DİSK inat etti.

Polis, belli sayıda DİSK görevlisinin Taksim'e çıkıp anıta çiçek koymasına izin verdi. Ancak başka kimseyi Taksim'e sokmamaya kararlıydı.

1 Mayıs İşçi Bayramı'nı kutlamak ve 30 yıl önce ölenleri anmak için Ankara'dan gelen otobüsler, bu nedenle İstanbul'a sokulmadı.

Polis, otobüslerin Ankara'ya geri dönmesini istedi. Gelenler ısrarcıydı. Tartışma sürerken, otobüsten inen bir kişi, kimseye gözükmeden oradan uzaklaştı.

Ne yapıp edip Taksim'e ulaşmak istiyordu. Saatlerce yürüdü. Beşiktaş Dolmabahçe'de, polisin üzerine sıktığı biber gazı bile onu durduramadı.

Sonunda başardı; DİSK kortejine katıldı; Taksim'e ulaştı. Ve elindeki kırmızı karanfili Kazancı Yokuşu'nun bir köşesine bıraktı sessizce.

Sanki babasına kavuşmuş gibiydi. O kişi Mete Çıtak'tı... Öğretmen Bayram Çıtak'ın yaşayan iki oğlundan biri...

Bayram Çıtak'ın, İstanbul'a gelirken otobüste sabaha kadar düşündüğü küçük oğlu Mesut, babasının ölümünden bir yıl sonra böbrek yetmezliğinden vefat etmişti...

1 Mayıs 1977'de kaç kişi öldü?

NE hazin!

1 Mayıs 1977'de kaç kişinin öldüğünü bilmiyoruz. Bu nedenle herkes bir sayı uyduruyor. Genellikle rakamlar 34 ile 42 arasında değişiyor!

Devlete göre sayı 34. Soruşturmayı yürüten altı savcı yardımcısından oluşan kurul bu sayıyı vermektedir. Keza iddianamede de aynı sayı verilmektedir. Devlete göre ölenlerin isimleri şöyle:

Hasan Yıldırım, Niyazi Darı, Kadir Balcı, Nazmi Arı, Hikmet Özkürkçü, Garabet Ahyan, Sibel Açıkalın, Ömer Narman, Ali Sidal, Mehmet Ali Genç, Hüseyin Kırkın, Aleksandros Konteas, Kadriye Duman (Kocamış), Kahraman Alsancak, Hatice Altun, Mehmet Ali Elmas, Kenan Çatak, Ercüment Gürkut, Leyla Altıparmak, Mahmut Atilla Özbelen, Rasim Elmas, Bayram Çıtak, Jale Yeşilnil, Nazan Ünaldı, Hamdi Toka, Hacer İpek Saman, Ramazan Sarı, Diran Nigiz, Bayram Eyi, Ziya Baki, Ahmet Gözükara, Meral Cebren (Özkol), Mültezim Oltulu, hüviyeti meçhul 35 yaşlarında bir erkek.

DİSK'in kayıtlarına göre ise ölü sayısı 36. İlginçtir: DİSK'in Taksim'de öldüğünü açıkladığı Ali Yeşilgül, Mustafa Ertan, Yücel Elbistanlı, Tevfik Beysoy, Bayram Sürücü, Özcan Gürkan ve Hülya Emecan adlı isimlere savcılık iddianamesinde yer verilmemişti.

Keza: Savcılık iddianamesinde olan Ali Sidal, Hatica Altun, Ramazan Sarı, Mürtezim Oltulu ve kimliği meçhul kişi de DİSK listesinde yoktu!

Yani: DİSK listesinden 7 kişi iddianamede, iddianamedeki 5 kişi de DİSK listesinde yoktu. Her iki listedeki isimler toplandığında ölü sayısı 41 oluyor. Bitmedi.

Katliamdan 15 gün sonra çıkan Devrimci Yol Dergisi, ölü sayısını 27 olarak verdi. Verilen 26 isim yukarıda var. Ancak her iki listede, yani iddianamede ve DİSK kayıtlarında olmayan bir isim vardı: Mehmet Ali Kol. O halde ölü sayısı 42 kişiydi.

Peki dönemin gazeteleri ölü sayısını kaç kişi vermişti: Hürriyet: 34, Milliyet: 34, Cumhuriyet: 34, Tercüman: 34, Günaydın: 39, Son Havadis: 38, Hergün: 40, Dünya: 39, Milli Gazete: 40, Politika: 35.

30 yıl sonra TV'lerde ve gazetelerde herkes ayrı bir sayı veriyor. Ve ne yazık ki biz hálá kaç kişinin katledildiğini tam olarak bilemiyoruz!...

Kaç kişinin öldüğünü bilmediğimiz gibi, 1 Mayıs 1977 provokasyonunun neden yapıldığını da pek tartışmıyoruz...

30 yıllık derin sır

TARİH: 5 Nisan 1977

Yer: TBMM.

Meclis, 5 Haziran 1977 tarihinde erken seçim yapılması kararını aldı. Seçime katılacak tüm partiler yollara düştü. İktidar olmasına kesin gözüyle bakılan CHP'nin mitingleri nedense hep olaylı geçiyordu.

CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'i taşıyan otobüs, her gidilen yerde saldırılara uğruyordu. 26 Nisan'da Niksar'daki CHP mitingine ateş açıldı. On kişi yaralandı.

27 Nisan'da Gümüşhane Şiran'da CHP konvoyuna ateş açıldı. Seçim otobüsünün camları kırıldı. 28 Nisan'da Erzincan'daki CHP mitingine ateş açıldı. Yedi kişi yaralandı. Bu arada DİSK, seçimlerde CHP'yi destekleme kararı aldı.

1 Mayıs'ta Taksim Meydanı'nda toplanan binlerce insanın üzerine uzun namlulu silahlarla ateş açıldı. Savcılık iddianamesine göre 5'i kurşunla olmak üzere 34 kişi öldü.

"Birileri" erken seçimin yapılmasını istemiyordu. CHP'nin tek başına iktidar olması "bazı çevreleri" rahatsız ediyordu.

21 Mayıs'ta Malatya'da CHP mitingi sırasında bomba patladı. Paniği, kürsüden ayrılmayıp halkı sakinleştiren Ecevit önledi.

27 Mayıs'ta Mardin'de sağ-sol çatışmasında 4 kişi öldü.

29 Mayıs'ta İstanbul Yeşilköy Havalimanı ve Sirkeci Garı'nda valiz içine bırakılan saatli bombalar ardı ardına patladı. 5 kişi öldü, 41 kişi yaralandı.

Aynı gün Ecevit'e İzmir Çiğli Havaalanı'nda suikast teşebbüsünde bulunuldu. Mehmet İsvan ayağından yaralandı. Ecevit, silahların gölgesinde seçim çalışması yapıyordu. Bütün bu olayların bir de psikolojik harbi vardı:

31 Mayıs 1977 tarihli Tercüman Gazetesi'nde "Almanya'da kurulduğu" bildirilen "Türkiye Sosyalist Devrim Konseyi" (TÜSDEK) imzalı bir bildirinin haberi yayımlandı. Bildiri, "Grevler 1977 seçim öncesi 39 BS 4 KK, 63 BKL eylemleri ile istenilen düzeye ulaşamazsa, süratle TH-4, DD-6, MEK-4 ve DİSK 19, 23, 27 eylemleri uygulamaya alınacaktır" gibi, şifreli izlenimler veren 11 maddeden oluşuyordu.

Bu arada terör, kan almayı sürdürüyordu. 1977 yılının ilk üç ayında terörden ölen insan sayısı 59 iken, seçim kararının alındığı nisandan haziran ayı başına kadar 133 kişi ölmüştü!

Bitmedi. CHP'nin 3 Haziran'da Taksim'de yapacağı mitingden önce, Başbakan Süleyman Demirel, Ecevit'i uyardı: "Taksim'e gitme, sana suikast yapılacak!"

1 Haziran'da, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde sürpriz bir emeklilik gerçekleşti. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Namık Kemal Ersun, ağustos şûrası beklenilmeden emekliye sevk edildi!..

İstanbul Göztepe Yeşil Çeşme Sokak'taki bir ev, nisan ayı boyunca hareketli gecelere tanıklık etmişti. Ev sahibi, ordu kökenli eski bir emniyet müdürü olan Rafet Kaplangı idi. Kaplangı ile Orgeneral Ersun uzun yıllar silah arkadaşlığı yapmışlar; ordu içindeki cunta Silahlı Kuvvetler Birliği'nde birlikte çalışmışlar; iki kez darbe teşebbüsünde bulunan Kurmay Albay Talat Aydemir'i desteklemişlerdi.

1977 yılında ise Ecevit'in tek başına iktidar olmasının, Türkiye için iyi olmayacağını düşünüyorlardı! Genelkurmay, cuntacı ekibi tasfiye etti. Ecevit, haziranda Taksim'e çıktı, büyük katılımlı, coşkulu bir miting yaptı. İki gün sonra seçimler gerçekleşti.

CHP tek başına iktidar olmaya yetecek kadar milletvekili çıkaramadı. Cuntacılar seçimi engelleyememişlerdi, ama "merkezdeki oyları korkutarak" CHP'nin gerekli oyu almasına engel olmuşlardı!..

Ve Türkiye üç yıl sonra büyük bir tsunamiyle, "emir komuta zinciri dahilinde" yapılan bir askeri darbeyle karşılaşacaktı: 12 Eylül 1980.

Bu arada TÜSDEK ve bildirisine ne oldu derseniz? Öyle bir örgüt, öyle bir bildiri hiçbir zaman olmamıştı... Bugün de örneklerini gördüğümüz gibi hepsi koca bir yalandı.



Soner Yalçın

Odatv.com

22 Nisan 2009 Çarşamba

28, HAFTA KLİBİ

MUSTAFA BALBAY KÖŞESİNE DÖNDÜ

Ergenekon davası kapsamında tutuklu bulunan Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Balbay yazılarına başladı.



Tutuklandığı günden bu yana köşesi boştu.

Balbay yazısında; “Şu anda yalnız kalıyorum. Ancak önemli olan benim içeride yalnız kalıp kalmamam değil, dışarıda yalnız kalıp kalmamam. Gazetem Cumhuriyet’ten görüyorum ki, yalnız değiliz. Bu anlamda teşekkür etmem, selamlamam gereken o kadar çok kişi ve kurum var ki...” dedi.

İşte Mustafa Balbay’ın 47 gün sonra kaleme aldığı “Yalnız Değilim” başlıklı yazısı:



“Mart ayının ikinci yarısından itibaren günlük gazetelerin 7’sini düzenli olarak okuma olanağına kavuştum. Zaman da bol olunca gazetelere daha ayrıntılı bakma fırsatım oluyor. Cumhuriyet’in farkını değişik koşullarda bir kez daha görüyorum.

Şu anda yalnız kalıyorum. Ancak önemli olan benim içeride yalnız kalıp kalmamam değil, dışarıda yalnız kalıp kalmamam. Gazetem Cumhuriyet’ten görüyorum ki, yalnız değiliz. Bu anlamda teşekkür etmem, selamlamam gereken o kadar çok kişi ve kurum var ki...

Gazetemden başlamak istiyorum. Başta yazıişleri ve tüm çalışanlar olmak üzere herkesin çabasına değinmem gerekiyor. Yazarlarımızsa bir başka duyarlılıkla kucakladılar. Aslında tümünün adını tek tek saymak isterdim.

Başta Ankara Büromuz olmak üzere Anadolu’dan gelen haberler de ayrıca sevindirdi beni.

Gazetemizin içinden bir adım dışarı çıktığımızda kiminle karşılaşırız?

Cumhuriyet okurlarıyla, yani o güzelim CUMOK’larla...

Onlara ne desem bir eksik kalır. Cumhuriyet okuru sıradan bir okur olmadığını, gazetesine, gazetesinin yazarlarına yürekten bağlı olduğunu bir kez daha gösterdi.

Hani diyorlar ya “Balbay’ın yanı başındayız”...

Hani diyorlar ya “Balbay çıkacak, yine yazacak”...

Bunları okuyunca içim nasıl doluyor anlatamam... Bu buluşmanın içinde yer alan tüm kuruluşların temsilcileriyle, CUMOK’larla yeniden yüz yüze olacağım günleri dört gözle bekliyorum.

Şu anda odamdan gökyüzünü görüyorum. Tüm CUMOK’lara yerden gökyüzüne kadar selam olsun...

Burada aile bağlarımın hemen sonrasında bana en büyük gücü gazetem Cumhuriyet ve onun okurları veriyor...

29. yılına geldiğim meslek yaşamımda 3 şeyi iyi yapmaya çalıştım:

1. Gazetemin Ankara Temsilciliğini..

2. Köşe yazarlığı ve haberciliği...

3. Kitap üretimini...

Zaten bu üçü dışında benim başka bir yaşamım ve hedefim yok.

Geçen temmuz ayında ben de soruşturma kapsamına alınınca kendi kendime şu muhasebeyi yaptım:

“Arkadaşım Balbay, sen hep ne diyordun; ‘Önce Türkiye’nin birliği, sonra Avrupa Birliği ve öteki birlikler’. Sen ne diyordun; ‘Atatürk, yaptıklarıyla ve ürettikleriyle 21. yüzyılda, en az 20. yüzyıl kadar güncel’. İşte bu temel ilkelerin doğrultusunda gazeteciliğine, çizgini bozmadan devam et.”

Bana yakışan da bu olurdu.

Mesleğimizi anlatan en iyi sözlerden biri şudur:

Gazeteci, yaşadığı çağın tanığıdır.

Ben de bunu en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. Gel gör ki; benim tanıklığım, sanıklığa dönüşüyor.

İddianamedeki benimle ilgili bölümler bunun başlıca kanıtı. Bana atfedilen notlara kısaca değinmek istiyorum. Bir söz vardır:

Durmuş bir saat bile günde iki kez doğruyu gösterir.

Gerçekten de öyledir. Ya bozuk saat?

O hiç doğruyu göstermez. Gösterse de ne zaman göstereceği belli olmaz.

İşte benim çok değişik zamanlarda yaptığım kimi görüşmelere ilişkin notlar, kimi haber kaynaklarından hızla telefonla aldığım bilgi parçaları bir araya getirilmiş ve bir anlam yüklenmeye çalışılmış. Üstelik bu notların önemli ölçüde güncelliğini yitirdiğini, gerekli olanların zaten gazetede haber ya da yorum olarak yayımlandığını düşünüp en az iki yıl önce iptal etmiş, silmiştim. Bu notlara, yürütülen soruşturmayla hiç ilgisi olmayan gazete içi bilgiler de eklenmiş. Ben bunu saat örneğiyle anlatmak gerekirse bozuk bir toparlama olarak görüyorum. Üstelik öyle bölümler var ki; tanıyamadım desem yeridir.

İlk aşamada bana omuz veren kimi meslektaşlarım bu notlardan sonra ya fikirlerini değiştirdiler ya da susmayı yeğlediler. Kimileri, “Bu, haber kaynaklarıyla gereğinden fazla yakınlıktır... Meslek sınırı aşılmıştır” dediler.

Benim gazetecilik üslubuma ilişkin eleştirileri anlayışla karşılıyorum. Bütün eleştirilere açığım, zaten öyle olmam gerekir. Ancak beni yakından tanıyanlar bilirler, benim genel davranış biçimim bu. Görüşlerine çok karşı olduğum kişiyle bile eğer ortam uygunsa belli bir samimiyet içinde olurum. Bu yapımı eleştiren dostlarım da olmuştur.

Devletin en tepesinden bürokrasinin en uç noktalarına kadar geniş bir yelpaze ile diyalog kurabilmemde şunlar etken oldu:

1. Bana çok güvendiler. Yazmamak üzere söylüyoruz dediklerinde bu sözü tuttum. Bu, dışarıdan normal bir durum gibi gelebilir ama, bir gazeteci manşetlik haber aldığında yazamazsa içi içini yer. Ama ben bu sözüme hep sadık kaldım.

2. Bir bilgi aldığımda bunun haber değeri taşıyıp taşımadığını, muhatabımın yüzüne çok açık söyledim. Haber değeri taşıyan konuyu da çarpıtmadan, eğip bükmeden aynen verdim.

5 Nisan 2009 Pazar

KORK ABRULUN BEŞİNDEN, ÖKÜZÜ AYIRIR EŞİNDEN!

Evet...Az uz bir şeyden bahsetmiyoruz,öküzü eşinden ayıran soğuklardan bahsediyoruz.Bu güzelim günlerde soğuklardan bahsetmek pek akıllıca olmadığından bende nedir bu abrul ondan bahsedeyim biraz.Abrul bildiğimiz April'in karşılığı.Yani Nisan..Bizim İnsanımızın dilimize devşirdiği bir kelime!Nisan ayında kimi kaynaklarda 5'inde başlayan kiminde de 5 gün süren soğukları anlatıyor, Abrulun beşi.Peki daha ilginç neler var derseniz işte kısaca halk takvimi:
1) Zemheri - (Ocak)

2) Gücük - (Şubat)

3) Mart - (Mart)

4) Abrul - (Nisan)

5) Mayıs - (Mayıs)

6) Kiraz Ayı - (Haziran)

7) Orak Ayı - (Temmuz)

8) Ağustos - (Ağustos)

9) Ceket Ayı - (Eylül)

10) Gazel Ayı - (Ekim)

11 ) Koç Koyan Ayı - (Kasım)
12) Sığır Koyan Ayı - (Aralık)

Bu aylardan Sığır Koyan, Zemheri, Gücük kışı; Mart, Abrul, Mayıs ilkbaharı; Kiraz, Orak, Ağustos yazı; Ceket, Gazel, Koç Koyan güzü (sonbaharı) oluşturur .Zemheri ve Sığır Koyan ayları karakıştır Geçmiş yıla ''bıldır'' denir . Halkın kullandığı bu ayların günleri miladi aylara eşittir. Miladi ayın l4. günü bu takvime göre ayın 1. günüdür. Ocak ayının 14. günü Zemheri aynını başıdır. Ocak ayının 13. günü 14. güne bağlayan gece yılbaşıdır. Ve bu güne ''Galandar'' denir .Halk bu günü eğlenerek geçirir .
Zemheri ayı karakıştır .Bu ayda halkın tarla ve bağ-bahçe işi yoktur. Evlerin önündeki ve evlerin çatılarında biriken karlar temizlenir. Camışkıran soğuğu bu ayda olur. Zemheri aynın ilk günü eve gelen kişinin uğurlu olup olmayacağı denenir. O yıl iyi şeyler olmuşsa o yıl uğurludur . Cemreler birer hafta ara ile Gücük ayında önce havaya sonra suya sonra da toprağa düşer . Kocakarı soğuğu bu ayda olur .
Mart ayı üçüncü aydır. ''Mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır.'' atasözü bu ayda havaların soğuyacağına işaret eder. ''Kocakarı '' bu ayın sonunda yağmaktadır. İnanışa göre yaşlı bir kadın hayvanlarını almış yaylaya çıkmış. Çıkarken de ''kar yağsa da gideceğim yağmasa da gideceğim" diyerek Allah ' a karşı gelmiş. Yaylada hayvanları otlatırken kar yağmış " ve kadın bir kazanı başına geçirmiş ve donarak ölmüş. Bugün de yağan kara bu isim verilmiş. Abrul ayının beşinci günü soğuk olur . Halk ; ''Korkma Zemherinin karından Kork Abrulun beşinden Öküzü ayırır eşinden.'' demiştir . Bu ayda tarım faaliyetleri başlar.
Hıdrellez Miladi aylara göre Mayısın altısında halk takvimine göre Abrulun 23. günü olur. Hıdrellez baharın başlangıcı demektir. Hıdırellez günü iş yapılmaz, ev süpürülmez. Eğer yapılırsa o yıl uğursuzluk olacağına inanılır.
Şimdi de önemli günler ve neyi anlattığına geldi sıra..
9 Ocak Zemheri Fırtınası

27 Ocak Kara Kış (Zemheri)

30 Ocak Zemherinin Sonu
Amansız Elli: Karakışın 20. gününden (Miladi 4 ocak) başlayıp, Gücüğün 9. gününe (miladi 22 şubat) kadar sürer.

Hıdırellez Yelleri-Hıdırellez Fırtınası: Baba hesıbına göre Zemheri ayının 18’i ile 28’i (miladi takvime göre 31 ocak-10 Şubat) arasında devam eden rüzgarlardır.

Vakit Yeli: Gücük ayının yedisinde (miladı 20 şubat günü) vakit yeli eser ve cemile havaya düşer.

Saya Gezme Günü: gücük ayının 10’u (miladi 23 şubat) yahut da 12’sinde (miladi 25 şubat) saya gezilir. Davarın karnındaki kuzunun belli olması demektir.

Birinci Cemile (Cemre): Gücük ayının 7. Gününde (miladi takvime göre 20 şubat’ta) cemile havaya düşer.

İkinci Cemile (Cemre): Gücük ayının 14. gününde (miladi takvime göre 27 şubat’ta) cemile suya düşer.

Üçüncü Cemile (Cemre): Gücük ayının 21 gününde (miladi takvime göre 6 Mart’ta) cemile yere (toprağa) düşer.

Gâvurun Küfrü-Gâvurun Günü: Gâvurun günü, Gücüğün çıkımı ile mardın girimi arasında (tahminen miladi 10-14 mart arasında) olur.

Beldir Aciz (Berdel Acuzun)-Kocakarı Soğukları: Gücük ayının 26. günü ile mart ayının 4. günleri (miladi 11 mart-17 mart) arasında devam eden sayılı fırtınadır.

Sultan Navruz: Miladi takvime göre, Mart ayının 21. günü “Nevruz”dur.

Haftı Hambal-Mart Dokuzu-Leylek Fırtınası: Mart ayının 9. günü (miladi 22 mart) Haftı Hambaldır.

Abrıl Beşi Fırtınası: Abrıl ayının beşinci gününde (miladi 18 Nisan’da) görülen sayılı fırtınadır.

Sitte Sevir (Sittei Sevr): Abrıl ayının 7. günü ile 12. günü (miladi 20 nisan-25 nisan) arasında altı gün süren sayılı fırtınadır.

Çiçek Fırtınası: Abrılın 21. günü (miladi 4 mayıs günü) Çiçek Fırtınasıdır.

Hıdırellez: Abrılın 23. günü (miladi 6 mayıs) “Hıdırellez” günüdür. Hıdırellez seneyi ikiye böler.

Eğrilce: Hıdırellez (miladi 6 mayıs) gününün mahalli adıdır.

Sıçancık: Hıdırellez gününden bir hafta sonra (miladi 13 mayıs’ta) Sivas il merkezinde kutlanan bir gündür.

Ülger Doğumu Fırtınası: Ülger (Ülker) yıldızı, Mayıs’ın 18. günü (Miladi 31 mayıs’ta) doğar.

Gündönümü: Haziranın 12. günü (Miladi 25 Haziran günü) gün döner.

Kuyruk Doğumu: Haziran’ın 18. günü (Miladi 1 temmuz’da) Kuyruk doğar.

Terazi Doğumu: Terazi Yıldızı Tomus’un 18 günü (Miladi 31 Temmuz) doğar.

Mihrican –Bostan Bozan: İlkgüz ile Ortagüz arasında (miladi 14 eylül-14 ekim) görülen fırtınadır. Gündönümü: Karakışın 12’sinde (miladi 25 aralık’ta) döner.
Yılların birbirine dönüştürme işlemide başka bir yazı konusu olsun.İyi Abrullar.....
__________________

4 Nisan 2009 Cumartesi

MUHSİN YAZICIOĞLU TARTIŞILIYOR!

Noktasına dokunulmadan Oda.tv den alınmıştır.

"kuyerel" adlı internet grubu bir süredir kendi aralarında Muhsin Yazıcıoğlu'nu tartışıyor.
Görüşleri aşağı yukarı aynı. Bu nedenle fikir vermesi için yazılan bir maili aynı şekilde fikir vermesi için odatv.com okuyucularıyla paylaşmak istiyoruz:

İşte o mail...

"Bizim ülkemiz gariptir; ülke insanımız ise daha bir garip. Mesela ölen sanatçılarımız vardır. Ölmeden önce kimsenin umrunda değildir, öldükten sonra ise 'İnanılmaz büyük sanatçıydı vah vah!' denilir. Söz konusu sanatçı, gerçekten büyük müdür bilinmez ama, bizim halkımızın genelinin bu konuda bir zaafı olduğu muhakkaktır.

Muhsin Yazıcıoğlu'nu bilirsiniz. Bir helikopter kazası sonucu, hayatını kaybeden ilginç bir adam. Onun ilginçliğini sonra irdeleyeceğim de; ölüm haberi gelmeden önce ve geldikten sonra medya kuruluşlarının takındığı tavır, çok daha ilginç ve iğrenç. 'Muhsin Başkan'ın kendi sesinden şiiri' başlığı atılıp, adamın bir süre önce okuduğu 'acıklı' şiir yayınlanır ya da 'Öyle bir hayat ki...' diye bir başlık atılıp, Muhsin Yazıcıoğlu övüle övüle bitirilemez. Sevgi pıtırcığıdır sanki Muhsin Yazıcıoğlu, sanki Nobel Barış Ödülü sahibi...

Ölen insanın ardından genelde üzülmek lazımdır. Bize böyle öğretilmiştir. Yani biz Anadolu'da yetişen, bu kültürü alan insanlar olarak ölümlere üzülürüz, peşlerinden ağıtlar yakarız, insanlar genelde siyah giyer de belli eder yasını; bir manada kara günlerdir ölümlü günler. Ancak belki de, sırf 'insan ölümü'nden bu kadar tiksindiğimiz için, şahsım adına söylüyorum ki; üzülmedim Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümüne. 'E nasıl bir çelişki bu?' diye soracaksınız ve ben hemen durumu özetleyeceğim.

Muhsin Yazıcıoğlu'nun temsil ettiği, uğruna partiler kurduğu fikirleri zehirliydi.
Abdullah Çatlı'nın dostudur Muhsin Yazıcıoğlu. Abdullah Çatlı'nın nasıl bir insan olduğunu, sözde vatanseverlik maskesi altında gençleri nasıl öldürdüğünü, iplerle boğduğunu bilmeyeniniz yoktur sanırım. Abdullah Çatlı yakalanır. Emniyeti arayan Muhsin'dir. Der ki: 'Çatlı'yı bırakmazsanız, Ankara'nın her yerinde bomba patlatırız.'

Birçok katliamla ilgili kendisine dava açılmıştır. Ancak neredeyse tüm benzer görüşü savunanlar gibi, kendisi de bu davalardan beraat etmiş ve aynı kişi, meclise milletvekili olarak girebilmiştir, parti kurabilmiştir. Söz konusu katliamların itirafçıları, 'Emirleri Muhsin Yazıcıoğlu'ndan aldık' demiştir ancak ne deseler boştur. Gelin görün ki; olan, 20'sinde hayata veda eden gençlere olmuştur. Yazıktır; varsa ilahi adalet günahtır.

Yine aynı itirafçılar ve bir zamanların Ülkü Ocakları Hukuk Masası şefleri, Sivas Katliamı'nın planlayıcıları içerisinde de Muhsin Yazıcıoğlu'nun olduğunu ifade eder. Hatta bizzat, katliam sırasında Sivas'ta olup olaylara önderlik ettiği söylenir. Bu denilenler itirafçıların 'deme'sidir de bir de katliamı yaşayanların anlatımı vardır. Madımak Oteli'ndeki yangından kaçıp, yan taraftaki Büyük Birlik Partisi binasına sığınmak isteyen birçok kişi, parti pencerelerinden uzanan elleri kalaslı gençler tarafından dövülmüştür. BBP'den yükselen 'Geberin pislikler!' sesleri ise hiç dinmemiştir.

Maraş Katliamı'nı bilirsiniz. Öyle bir katliamdır ki bu; sırf alevi ve solcu oldukları için hamile kadınların karınları deşilip içerisindeki ceninler duvarlara yapıştırılıyor. Öyle bir katliamdır ki bu; çocuklar bile kafalarından ağaçlara çakılıyor. Öyle bir katliamdır ki bu; insanlar baltalarla paramparça ediliyor. Öyle bir katliamdır ki bu; 505 kişi hayatını kaybediyor, binlercesi yaralanıyor. Katliamı gerçekleştirenlerin ve halkı kışkırtanların ülkücü çeteler olduğunu bilmeyeniniz var mı? Ya ülkü ocaklarının başında Muhsin Yazıcıoğlu'nun olduğunu bilmeyen?

Çok mu uzak verilen örnekler? Peki gelelim birkaç yıl öncesine. Hrant Dink; Ermeni bir aydın. İki halkın kardeşçe yaşayabileceğini her fırsatta söyleyen, bu amaç ile çabalayan bir gazeteci. O da katledildi. Cinayeti azmettirenleri de hepimiz yakından tanıyoruz. Erhan Tuncel ve Yasin Hayal de bu azmettiricilerden; cezaevindeler. Erhan Tuncel, Muhsin'in Trabzon'daki miting ve toplantılarını organize eden ve Trabzon'da onun korumalığını üstlenen bir kişi. Bu durum resimlerle de ispatlıdır.Yasin Hayal de, her mahkemede 'Yaşasın Büyük Birlik Partisi' diye slogan atan bir kişidir ki BBP'nin hem kurucusu hem de her şeyidir Muhsin Yazıcıoğlu. Hem, Yasin Hayal Mc Donalds'a bomba atarken ve bu durum emniyet kayıtlarında sabitken, Muhsin 'Yasin Hayal, Mc Donalds'a maytap atmış' deyiveriyor ki, maytap nerde, bomba nerde... Ve yine söylemeden edemeyeceğim ki, Yasin Hayal ifadelerinde 'Cezaevindeyken BBP MKYK üyesi Halis Egemen ve BBP İl Başkanı Yaşar Cihan'dan 1000 YTL para ile giyecek ve eşya yardımı aldım' demiş ve bu sözlerin ortaya çıkmasından sonra, kamuoyu Muhsin Bey'den bu iki görevliyi görevinden ihraç etmesini beklerken, Muhsin: 'Arkadaşlarımı infaz etmem' demiştir.

Geçmişi karanlık olan bir insandır Muhsin Yazıcıoğlu. Kazası nedeniyle, duygu sömürüsü yapılıp da 'Masum insan' imajı çizmeye gerek yok. Ölülerin ardından o kadar gözyaşı döktük ki; öldüren zihniyetin temsilcilerine, elbette gözyaşı dökmeyeceğiz. Ve ben elbette üzülmeyeceğim. İlk bakışta 'acımasız' gibi görünse de bu dediklerim; kimlerin acımasız olduğu gün gibi ortadadır. Sadece gerçekleri görmek için hangi açıdan bakmamız gerektiğini bilelim.
Fazla siyasi oldu farkındayım. Sevgiyle!
Jale Mildanoğlu"

Genellikle Taraf Gazetesi okuyucularının takip ettiği kuyerel takipçileri, her makalelerini bu mail grubuna koydukları liberal yazarlarının eğer ölmeseydi Muhsin Yazıcıoğlu ile bir araya gelecekleri konusuna nedense hiç değinmiyorlar.
Ama biz yine de yazalım:
Bu mailler de liberal yazarların hiç ama hiç hoşuna gitmeyecek…

odatv.com
4 Nisan 2009

1 Nisan 2009 Çarşamba

ENGİN ARDIÇ 'IN YÜZÜNÜN RENGİ NEYDİ?

Yorum yapmayıp makaleyi olduğu gibi koymak en doğrusu...
Ancak bir anımsatmak gerekiyor:
"Obama ABD Başkanı olursa ben de Taksim'de anırırım" demişti.
Obama seçilince odatv.com sormuştu: Anıracak mısınız?
Yanıt vermemişti.
Olsun....
Engin Ardıç bu kez 29 Mart seçimlerine ilişkin tahminini seçimden üç gün önce yazdı.
Yorumsuz aktarıyoruz....

İşte o yazı:

"Dün, "Tarhan Erdem ne diyor?" diye sormuştuk... Kendi araştırmasını yapmış tabii, Güneri Cıvaoğlu Milliyet'te yazdı...
Milliyet'in satış ve okur rakamları, SABAH'ın tamı tamına yarısıdır. Okuyucusu da genellikle CHP seçmeni ve emekli memurlardır. Oysa SABAH'ı her kesimden herkes okur. Erdem sonuçları asıl Radikal gazetesinde açıkladı, onun da okur sayısı bizim onda birimizden daha az... Dolayısıyla, böyle önemli bir konuda, az okunan gazetelerden "iktibas" yapmak ve haberi daha geniş kitlelere duyurmak da görevlerimiz arasında olmalıdır. Hiç gocunmadan aktarıyorum:
Tarhan Erdem'in yaptığı araştırmada elde ettiği sonuçlara göre, AKP, il genel seçiminde yüzde 47 oy alıyor... Yani, iki yıl öncesine göre bir şey değişmiyor.
Fakat belediye başkanları ve meclisleri seçiminde bu oran yüzde 44'e düşüyor... Üç puan... Önemli ama "yüzde kırklar bandında" kaldığınız sürece hiç de önemli sayılmaz. Üstelik bu Türkiye genelinde böyle. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere büyük şehirlerde AKP'nin oy oranı, bu sefer yüzde 48...
Şimdi de sıkı durun: Erdem, seçmene "bu seçim yerel değil de genel olsaydı kime oy verirdiniz" diye de sormuş...
AKP'ye yüzde 52 oy çıkmış!
Müthiş!
CHP yüzde 23, MHP yüzde 13... Orada da değişen önemli bir şey yok... Üst tarafını boşver zaten...
Demek ki "kriz mıriz" hikâye...
Demek ki hırçınlıkla başlayıp açık saldırganlığa geçen "muhalif basın" sizi kötü kandırmış...
Elbette bu sonuçlar seçimin kendisi değil, seçime birkaç gün kala yapılan "nabız yoklaması" sonuçlarıdır.
Fakat Tarhan Erdem de şu anda "en güvenilir" araştırmacıdır.
Bu kez yanılmış da olabilir. Bir karşılaştırma amacıyla, bir başka araştırmacının, Adil Gür'ün ulaştığı bulguyu da zikredeyim:
Adil Gür'e göre, AKP önümüzdeki pazar günü yüzde 39.8, yani kabaca yüzde 40 oy alacak. Bunu da Vatan ve Taraf gazeteleri yayınladılar.
Erdem'in şirketi KONDA, Gür'ün şirketi A&G...
İki araştırma arasında uçurum var. Birinden biri kötü yanılıyor. Ali Şen'e göre iktidar yüzde kaç, muhalefet yüzde kaç alır, onu da bir zahmet Rahmi Turan'a soracaksınız!
İşin hoş yanı şu: Bir tahmin bir tek köşe yazarının iki sütun yazısında yer bulabiliyor da, öbür tahmin çığlık çığlığa " sürmanşet " veriliyor...
Ben de bunları "kayıt düşmek" amacıyla buraya aktardım, görevimiz tarihe kayıt düşmektir ya, not edelim, 30 Mart sabahı yataktan kalkınca suratların renklerini görelim.
Kalın kafalılar ve kötü niyetliler için de, yüz ellinci kere, kendi derdimizi yeniden anlatalım: "Seçimi AKP kazanacak" demek, "seçimi AKP'nin kazanmasını istiyorum" demek değildir.
"Keşke Atatürkçüler Atatürk adına şu hataları da yapmasalardı" demenin, "Atatürk düşmanlığı" olmadığı gibi.
Namuslu yazarlıktır, o kadar. Madalya istemem, zam da istemem, küfür etmeyin yeter. "
Evet yorum yok...
Ama insan soramadan edemiyor; Sabah yazarının bu kaçıncı yanılgısı?