18 Kasım 2009 Çarşamba

Kimin Eteklerinde Ziller Çalıyor?


Bu ülkenin onca sorunu bir yana itildi; gazetelerimiz manşetleriyle, yazar çizerleriyle CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in Meclis’teki konuşmasını dillerine doladılar.

Yorumlar gırla, manşetler gırla!

Görsel - yazılı medya; Öymen’le yatıyor, Öymen’le kalkıyor!

Alevi örgütleri ayakta. Öymen’in istifa etmesini istiyorlar.

-Oktay Ekşi ile Melih Aşık dışında- ünlü yazarlarımızın hemen hepsi; Onur Öymen’in Dersim’de (Tunceli) yaşanan dramatik olayları onayladığına hükmettiler.

Ekşi ile Aşık’ın yazdığı gazetelerdeki diğer köşe yazarları -galiba- yorumlarını Öymen’in Meclis konuşmasının metnini okumadan yazdılar.

Tutanaklara göre ne diyor Öymen:

“Atatürk’ün ölüm yıldönümünde yapılan iş, aslında maalesef, Türkiye için üzüntü vericidir ve çok hazindir.

Atatürk; Şeyh Sait’le müzakere mi etti? Dersim isyanını yapanlarla müzakere mi etti?

Onların sözcüleriyle, temsilcileriyle masaya mı oturdu? Bunların hiçbirini yapmadı arkadaşlar. Yabancı ülkelerin istihbaratından mı yararlandı? Hayır. Türkiye’nin istihbaratından yararlandı. Ve kısa bir sürede bütün terör örgütlerini dize getirdi…

…Maalesef bu ülkenin anaları çok ağladı… Şeyh Sait isyanında analar ağlamadı mı? Dersim isyanında analar ağlamadı mı? Kıbrıs’ta analar ağlamadı mı? Bir tek kişi çıkıp da ‘Analar ağlamasın diye bu mücadeleyi durduralım’ dedi mi? İlk siz istiyorsunuz…”

***

Bu sözleri Dersim’deki isyanın bastırılması sırasındaki onaylanmayacak olaylarla örtüştürmek acaba olanaklı mı?

Konuşmanın temeli ve amacı Atatürk’ün devlet anlayışıyla bugünkü iktidarın izlediği politikaların birbirine ters düştüğünü gösteriyor.

Atatürk’ün isyanları bastırmak için isyan edenlerle masaya oturmadığını savunuyor ve bugünkü iktidarın PKK terörünü etkisizleştirmek için PKK ile görüşmeler yaptığını içeren bir gönderme yapıyor.

Çanakkale’de Kıbrıs’ta olduğu gibi Şeyh Sait, Dersim isyanlarında da elbette anaların ağladığını ama… Atatürk’ün analar ağlıyor diye isyanları bastırmaktan vazgeçmediğini anlatıyor.

Bu konuşma döndü dolaştı; Öymen’in Dersim’deki isyanın bastırılması sırasında -yineleyelim- onaylanması olanaksız olayları onayladığını içeren manşetlere, yorumlara uzandı.

Öymen konuşmasında isyanın bastırılması sırasından yaşanan olayları onaylamadığını ifade eden birkaç cümle söyleseydi; acaba bugün izlenen (hatta CHP’deki Alevi milletvekillerinin partiden istifa etmelerini isteyen) sert tepkileri izleyecek miydik?

Siyasal, partisel sömürü derhal harekete geçti.

RTE bu konuşmanın CHP’nin gerçek kimliğini gösterdiğini söyledi.

***

Genel Başkan Baykal, yorumlara ve örgütsel tepkilere katılmadığını (Fikret Bila’ya) açıklarken, “…Öymen, hükümetin PKK ile mücadele değil, müzakere yaptığını, oysa Atatürk’ün isyan çıkaranlarla müzakere etmediğini örnek olarak verdi …” ve “…Onur’u yanlış anladılar veya yanlış anlamak işlerine geldi…” diyor.

Bu sözlerden yardımcısının istifasını istemeyeceği anlaşılıyor.

Bu görüşü muhafaza ederse… ne telekulak, ne yargıya baskı, ne Silivri… ne işsizlik, ne domuz gribi… hepsi bir yana bırakılacak; eleştiri okları yardımcısının doğruları söylediğini açıkladığı için Deniz Baykal’a yönelecek!

Fırsattan yararlanarak kurulmuş bir parti değil CHP! Cumhuriyeti kuran, Cumhuriyet tarihini inkâr edenlere karşı kurucusu Atatürk’ü, Cumhuriyeti, temel ilkelerini savunan köklü bir parti CHP!

Böylesi yanlış anlamalardan kaynaklanan saldırılara alışık; lakin sormak gerekiyor:
CHP topyekûn suçlanırken acaba kimin eteklerinde ziller çalıyor?

Vatanda Hortlak Var, Hortlak


Vatanda Hortlak Var, Hortlak

“Eğer bir memlekette vatan hainlerinin tabutları bayrağa sarılarak merasimle gömülüyorsa; eğer bir memlekette vatan hainlerine ‘Şehit’ deniliyor, milletini ve memleketini soyan şakiye (eşkıyaya) ve hayduda destanlar yazılıyorsa…

Eğer bir memlekette zalim uşakları melek kılığına bürünüp ‘Hürriyet Tanrısını’ bir beleme gibi kullanıyorsa…

Eğer bir memlekette demokrasinin ırzına geçmiş olanlar utanmadan kardeşlik ve saygı iddiasında bulunuyorsa…

Eğer bir memlekette soysuzlar ve şirretler, abidelerin mermerlerini binek taşı gibi kullanarak namusa ve şerefe saldırmak için şerre (kötülüğe) ve iftiraya binip sokak sokak geziyorsa…

Eğer bir memlekette fazilet taşlanıp, haysiyet karalanırken, fesat pohpohlanıyor ve kin yağlanıyorsa…

Eğer bir memlekette alçaklar bir seviye (düzey) iddiasına haramiler (haram yiyenler) ve korkaklar bir cüret ve cesaret hamlesine kalkışmış bulunuyorsa…

Ve eğer o memleketin adı Türkiye ise, o memlekette bütün bu karanlık sürünün karşısına dikilip, hepsini son kırıntısına kadar tüketecek bütün kuvvetlerin saati çalmış demektir.

Bir bükülmez bilek o bayrağı, sarıldığı tabutun kokmuş tahtaların üzerinden hemen çekip alır ve gönderine diker…

Bir demir yumruk, zalim yardakçılarının enselerine, bir şimşekli kol, fazilet kundakçılarının suratlarına iner…

Hayır, ‘Bu vatan hepimizindir’ sözünden alçaklara hiçbir hisse düşmez.

Bu vatan faziletindir, iffetindir, haysiyetindir…

Ama asla kahpenin, alçağın, zalimin ve şirretin değildir.

Sen ey zulmün ateşine göğüs germiş körpe fidan… Sen ey temiz yürek…

Sen ey ehli vatan, gün görmüş başını kaldır ve iyi bak. Vatanda hortlak var, hortlak!..

Bir alçaklar sürüsünü peşimden sürükleyerek bir iskelet dansının tıkırtılarıyla kulaklarımızı tırmalayan bu uğursuzu, layık olduğu cehenneme yollayalım…

***

Yukarıda yazdıklarımı beğendiniz mi? Güzel yazmış mıyım? Yerli yerine oturmuş mu? Yani cuk diye oturmuş mu?

Ama ne yazık ki bunları yazan ben değilim. O halde kim yazmış? Epey eski bir yazı.

Şimdi bir okuyucumuzdan, emekli PTT Merkez Müdürü Sayın Hüseyin Aydın’dan aldığım şu kısa mektubu birlikte okuyalım:

“Sayın Çölaşan, bundan tam 47 yıl 10 ay önce yazılan bu yazı, günümüze ne güzel uyuyor. Değişen hiçbir şey olmamış.

O tarihlerde Dünya gazetesi bugünün Sözcü gazetesi konumundaydı.

Hiç umutlanmasınlar.

‘Kanla, irfanla kurduk biz bu cumhuriyeti.’

Aynı yöntemle koruma hakkımız saklıdır.

Ben 80 yaşında genç bir Atatürk tutkunuyum. Ben böyle düşünebildikten sonra, herhalde benim gibi düşünen milyonlar vardır. Selamlar, saygılar, efendim”

Evet, bir kez daha sorayım: Ben yazmadığıma kim yazmış yukarıdaki yazıyı?

Okuyucum Hüseyin Aydın, mektubunda bana o yazının fotokopisini göndermiş. 5 Ocak 1962 tarihli Dünya gazetesi.

Yazan: Gazetecilikte ve yazarlıkta yürekli ustamız, üstadımız, Allah sağlıklı ömürler versin Bedii Faik.

O günlerin koşulları, ustamıza o yazıyı yazdırmış. Ama sorarım size, günümüze uyarlandığında her şey cuk oturuyor mu, oturmuyor mu?

Tek parti sultası, Kürtçülük açılımı… Eş dost zengin etmeler… Telekulak rezaletleri… Yolsuzluklar… Vurgunlar… Din ticareti… Din sömürüsü… İşsizlik ve sefalet… Ve alçaklar sürüsünü peşinden sürükleyen uğursuzlar…

Şimdi bir kez daha düşünün!

Vatanda Hortlak var mı, yok mu?
Daha iyi değerlendirmek için üstadımızın yukarıdaki yazısını lütfen bir kez daha okuyun…

Ziraat Türkiye Kupası'nda Gruplar

23 Aralık tarihinde oynanmaya başlanacak olan Ziraat Türkiye Kupası'nda gruplara kalmaya çalışan tam 71 takım vardı. Seneler sonra grup maçları şifresiz olarak TRT'den yayınlanacak. Ziraat Türkiye Kupası'nda bu sezon dağıtılacak ödül miktarı yüzde 30 artışla 17 milyon 100 bin dolara çıkarılmış durumda. Gruplarda mücadele etme hakkı kazanan 20 takım katılım bedeli olarak 100'er bin doları kasalarına koydular.

Grup maçlarında alınacak her galibiyetin değeri 100 bin dolar, beraberliğin bedeli ise 50 bin dolar olarak belirlendi. Grupları ilk 2 sırada bitererek çeyrek final oynamaya hak kazanacak takımlar ilk maçı 3 Şubat 2010 Çarşamba günü, rövanşı ise 10 Şubat 2010 Çarşamba günü oynayacaklar. Yarı final maçlarının tarihleri ise 24 Mart 2010 ile 14 Nisan 2010 Çarşamba olacak. Ziraat Kupası'nın finali ise 5 Mayıs'ta oynanacak.

- GRUPLAR ve MAÇ TAKVİMLERİ -

A GRUBU
Fenerbahçe, Eskişehirspor, Altay, Antalyaspor ve Tokatspor



B GRUBU
Trabzonspor, Galatasaray, Ankaragücü, Orduspor, Denizli Belediyespor



C GRUBU
Sivasspor, Bursaspor, Denizlispor, Giresunspor, Tarsus İdman Yurdu



D GRUBU
Beşiktaş, Manisaspor, Kasımpaşa, İBB, Konya Şekerspor



- İlk maçlar 23 Aralık 2009 Çarşamba
- İkinci maçlar 10 Ocak 2010 Pazar
- Üçüncü maçlar 13 Ocak 2010 Çarşamba
- Dördüncü maçlar 17 Ocak 2010 Pazar
- Beşinci maçlar 27 Ocak 2010 Çarşamba

17 Kasım 2009 Salı

Örtülü Değil Açık Faşizm!..

Süreç aslında generallerin ve bazı savcıların ses kasetlerinin YouTube’da yayımlanmasıyla başlamıştı da, kamuoyu, yaratılan fobi nedeniyle olayı yeterince anlayamamıştı! Belki de amatör bir hacker’ın sanal âlemde kozmik oyunlar oynadığı bile düşünülmüştü!.. Oysa bugün yaşananlar da çok net gösteriyor ki, devletin derinliklerine sızan cemaat kafası, Cumhuriyet güçlerini ezmek için sistemli bir saldırı yürütmektedir!..

Eski YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, Genelkurmay Başkanlığı Elektronik Sistemler Komutanı Tuğgeneral Münir Erten, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Eğitim ve Öğretim Komutanı Tümamiral Kadir Sağdıç, Dağlıca Tabur Komutanı Onur Dirik ve Özel Yetkili Ankara Cumhuriyet Savcısı Salim Demirci’ye ait ses kayıtlarının YouTube isimli internet sitesinde yayımlanmasını kimse pek önemsemedi!..

Ergenekon iddiasıyla toplum üzerinde yürütülen sindirme operasyonu nedeniyle kritik makamlardaki üst düzey asker-sivil görevliler arasında tedirginliğe neden olan dinleme olayının üzerine yeterince gidilemedi...

AKP iktidarı, konuyu soru önergeleriyle TBMM’ye taşıyan CHP milletvekillerine ise doyurucu bir yanıt veremedi!..

Ergenekon’dan yola çıkarak rejim yanlısı güçler üzerinde siber terör uygulayanlar, Cumhuriyet gazetesi santralını dinlemekten bile çekinmedi. Sanal saldırı en sonunda İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, hatta Yargıtay santralına kadar ulaşınca olayın vahameti anlaşıldı...

Dinleme skandalları, görevden alma tehditleri de gösteriyor ki, Atatürkçü güçler ve TSK’nin ardından, YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ve Cumhurbaşkanı Gül hakkındaki takipsizlik kararını kaldıran Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Başkanı Osman Kaçmaz üzerinden tüm yargıya gözdağı verilmektedir!..

“Islak imza” iddialarıyla orduyu, ses kayıtları ve telekulak üzerinden yargıyı hedef alan saldırılar, kimi çevrelerin tanımladığı gibi “örtülü faşizm”i çoktan aşmıştır!..

Pervasızlık; tek başına iktidar gücüyle devletin dengeleriyle oynayanlar açısından artık örtüye gerek duymuyor!.. Devlet sırrını YouTube’a düşürmekten çekinmeyen mekanizma, AKP zihniyetinden aldığı cesaretle laik Cumhuriyetin ve demokrasinin kilit taşları üzerinde tamtam çalıyor!..

Cumhuriyet, apaçık bir faşizm saldırısı altında inletiliyor!..

KEMAL KILIÇDAROĞLU BU OYUNA NASIL GELDİ

TBMM’de “Kürt Açılımı” konusunda CHP adına söz alan Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in meclis kürsüsünde söylediği bir cümle günlerdir Türkiye’nin gündeminde.
Gelin önce CHP’li Öymen’in ilgili sözlerine bir bakalım.
Çünkü…
Başta yandaş yayın organları olmak üzere CHP’li Öymen’in sözlerini tam olarak vermiyorlar. Cımbızlıyorlar.
Bakınız Onur Öymen TBMM kayıtlarına göre ne diyor:

“Değerli arkadaşlarım ‘Analar ağlamasın’ diyorlar. Maalesef, bu ülkenin anaları çok ağladı. Çok şehit verdik. Tarihimiz boyunca çok şehit verdik. Çanakkale Savaşı’nda 200 bin şehidimiz var. Hepsinin anası ağladı. Bir kişi çıkıp da ‘Analar ağlamasın. Biz bu savaştan vazgeçelim.’ demedi. Kurtuluş Savaşı’nda analar ağlamadı mı?
Kimse çıkıp da ‘Analar ağlamasın. Biz şu Yunanlılarla anlaşalım’ dedi mi? Şeyh Sait isyanında analar ağlamadı mı? Dersim isyanında analar ağlamadı mı? Kıbrıs’ta analar ağlamadı mı? Bir tek kişi Türkiye’de çıkıp da ‘Analar ağlamasın diye, bu mücadeleyi durduralım.’ dedi mi? Dünyada diyen var mı? Amerika’da bir saat içinde 3 bin kişiyi öldürdü teröristler. Bir Amerikalı devlet adamı çıkıp da ‘Aman, analar ağlamasın. Şu teröristlerle bir uzlaşalım’ dedi mi? İlk (AKP) siz diyorsunuz. Niçin? Çünkü, terörle mücadele cesaretiniz yok. Sizden önceki bütün hükümetlerin gösterdiği cesareti siz gösteremiyorsunuz.”

Peki ne var bu sözlerde?
Kurtuluş Savaşı’nda analar ağlamadı mı?
Çanakkale Savaşı’nda analar ağlamadı mı?
Şeyh Said isyanında analar ağlamadı mı?
Dersim ayaklanmasında analar ağlamadı mı?
“Analar ağlayacak diye mücadele verilmeyecek mi” diyor Onur Öymen.
Sözlerine katılırsınız ya da karşı çıkarsınız.
Peki…
Bu sözler neden tek “Dersim Meselesi” üzerinden konuşulup tartışılıyor?
Niye Şeyh Said meselesinde daha düne kadar eylem yapan "Sivil Toplumcu" Kürtlerden ses çıkmıyor?
Onlara "şimdi siz susun" mu dedi birileri?
Evet...
Yandaş yayın organları kamuoyunun dikkatini neden sadece Dersim ile ilgili sözlere çekmek istiyor?
Burada bir gizli niyet yok mu?
Oyun belli değil mi?
“Kürt Açılımı”na karşı çıkan CHP’yi, heyecanlı "Sivil Toplumcu" Alevilerle etkisiz hale getirme çalışması yok mu?.
Bu suni gündemin başka bir açıklaması olabilir mi?
Sabah Gazetesi, "Dersimli kimsesiz kızların hikayelerini" manşete taşıyarak Dersim konusunu gündeme getirmeye çalışmıştı.
O olmadı. Başaramadılar.
Şimdi oyunun ikinci perdesini izliyoruz.
Evet bu psikolojik savaşın maksadı belli:
Alevileri CHP, Atatürk, TSK karşıtı haline getirmek.
Peki...
Oyun bu kadar ortada iken Kemal Kılıçdaroğlu gibi bazı CHP’lilerin hemen duygusal tepkiler vermesine ne demeliyiz?
CHP Grup Başkanvekili, İstanbul Belediye Başkan adayı Kılıçdaroğlu bu kadar kolay mı duygularına yenilivermektedir?

Kılıçdaroğlu farkında değil mi? Gizli niyet belli değil mi?
Kürtler Şeyh Said İsyanına ağlatılacak.
Aleviler Dersim Ayaklanmasına ağlatılacak..
Ve sonuçta birileri çıkıp Atatürk’ü suçlayıp "bu rejim değişmelidir" deyiverecektir. Yaşasın Ilımlı İslam Devleti!
Öyle ya, okumayan, araştırılmayan, soru sormayan, kavramaya çalışmayan bir toplumu ancak duygularıyla etkileyebilirsiniz?
Peki..
Kılıçdaroğlu bu oyunu nasıl görmez?
Feodalite var olduğu sürece Cumhuriyet devrimlerin yaşayamayacağını iyi bilen Atatürk bugün Kılıçdaroğlu’na ne derdi acaba?
“Sayın Kılıçdaroğlu, ağalara, şeyhlere yaslanarak devrimcilik olmaz.”
Kürt, Türk, Alevi, Sünni olmamız bir gerçeği değiştirmez:
Şeyh Said isyanı da Dersim ayaklanması da gerici bir harekettir.
Kürt'ü Türk'ü, Alevi'yi, Sünni'yi kardeş yapacak duygular değil akıldır.
Dogmatizmin olduğu yerde barış olmaz.

BAŞBAKAN BU VİDEOYU İZLESİN

İnternette dolaşan bir video, bir kadının hükümet ve Cumhurbaşkanı’na seslenişini içeriyor. Domuz gribinden ‘Kürt Açılımı’na, yurt dışı gezilerinden işsizliğe kadar gündemi meşgul eden konular hakkında görüşlerini belirten kadın, Deniz Baykal’ı kıskandıracak sertlikte muhalefet yapıyor. İşte videoda yer alan o kadının söyledikleri:

“Başbakan hanımıyla dış ülkeleri geziyor. Abdullah Gül hanımıyla dış ülkeleri geziyor. İçişleri Bakanı, Dışişleri Bakanı hepsi dış ülkelerde geziyor. Onlara gelmiyor da biz evde otururken biz garibanları nerden bulacak bu domuz gribi? Herkes açlıktan ölüyor, kalp yetmezliğinden ölüyor, domuz gribi diyorlar. Açlıktan ölene, bakımsızlıktan ölene domuz gribi diyorlar. Ben ne ile bakayım? 300 milyon maaşla ben ne alayım da ne ile bakayım? Tepelerden PKK’lıları indirdiler. Güzelim askerlerimizi şehit ettiler. Bunu örtpas etmek için attılar ortaya domuz gribini. Eğer domuz gribi varsa, meclise girsin. O meclisteki bütün mikropları öldürsün. Onlar milyarlarca para alıyolar da 300 milyonluk bize mi gelecek bu grip. Tayyip Erdoğan’la karısı, Abdullah Gül’le karısı, İçişleri Bakanı, Dışişleri Bakanı, zenginlerin bebeleri hepsi aşı olsun benim gözümün önünde. Bence domuz gribini onlar getiriyor. Kim gidiyor dış ülkelere? Neden bu ilaçlarla ülkemizde olmuyor da ABD’den geliyor? Milleti mahvedecek, milleti felç edecek. Ondan sonra ne olacak? Domuz gribi. Domuz gribinden değil sayın Başbakanım. Biz açlıktan hastayız. Ne bebelerimize iş var, ne emeklilerimize zam var. nokta nokta zam ile eğer idare ediliyorsa, buyur bu aylık senin olsun. Pazara bile gidemiyoruz. Bahçemiz var ufacık. Yazın yaşını, kışın kurusunu yiyip yaşıyoruz. Bizim babalık günahımızı öbür dünyada nasıl çekeceksin? Oturuyosun haktan hukuktan konuşuyorsun. Garip öksüzlerin, yetimlerin hakkını sen nasıl ödeyeeksin? Öksüzler, yetimler 300 milyon maaş alırken, milletvekilleri 15 milyar maaş alıyor. Elini vicdanına koy. Eğer o yattığın yastıkta rahatça uyuyabiliyosan, vicdanın rahatsa, ben de burada rahatım. Dağlardaki PKK’lileri bile ne güzel karşıladın Başbakanım. Bizim şehit annelerimizi o polislere dövdürüyorsun. Polisler kendileri gelip dövmüyor ki. O da senin emrine uyuyor. Onlar şehit anneleri. Onlar yüreği yaralı anneler. Onlara yazık değil mi. Onlara vurdun vurdun, öbürlerini de göstere göstere davul zurnayla karşılattın. Sana yazıklar olsun Başbakanım. Sana hiç yakıştıramadım. Sana verdiğim oylara köpek gibi pişmanım. Abdullah Gül başa geldiğinde yetim babası, öksüz babası diyorduk. Ona da yazıklar olsun. Hanımlarınızı yanınıza alıyorsunuz. Tin tin nerde gezilecek, nerde yenilecek iyi biliyorsunuz. Size bulaşmıyor da biz açlara nerden bulaşacak bu domuz gribi. Biz ne yiyoruz da domuz gribine yakalanıyoruz.”

11 Kasım 2009 Çarşamba

FEHMİ KORU ATATÜRK İÇİN HANGİ SIFATI KULLANIYOR

Fehmi Koru bugün Yeni Şafak Gazetesi’nde yazdığı yazıda 10 Kasım’da Meclis’in çalışması gerektiğini savundu. Ancak Koru’nun 10 Kasım anlatımında küçük bir ayrıntı vardı. Bu ayrıntıyla; Koru’nun Mustafa Kemal Atatürk’ü nasıl tarif ettiği anlaşıldı. Koru Atatürk için şu sıfatı kullandı: “Türkiye tarihinin en önemli simalarından Mustafa Kemal Atatürk”.
Koru için Atatürk, Türkiye tarihinin en önemli simalarından biri!

İşte Fehmi Koru’nun yazısının o bölümü:

“10 Kasım tarihinin Meclis'in normal çalışmasını engelleyecek bir yönü yok aslında. Türkiye tarihinin en önemli simalarından Mustafa Kemal Atatürk'ün ölüm yıldönümünde mutat törenler bu yıl da yapıldı. Meclis de ilk başkanının hatırası anılarak açıldı her yıl olduğu gibi. 'Yas' olmaktan çıkarıldığı dönemden bugüne, Meclis, her 10 Kasım'da gündeminde ne varsa onu konuşur; bu yıl da 'demokratik açılımı' konuşmasında yadırganacak bir nokta yok…

Saat 9’u 5 dakika 3 saniye geçe!



Matem günü değildir...
Doğru.
*
Yeniden doğduğu gündür...
Her sene yeniden.
*
Malum şahıs, ABD ziyaretinde Obama’yla sohbet ederken, laf dönmüş dolaşmış, genetiği değiştirilmiş organizma teknolojisine gelmiş; Obama gururla, “Bu konuda öyle ilerledik ki, neredeyse ölüyü bile diriltebilecek hale geldik” demiş... Bizimki altta kalır mı, “Bizim çalışmalarımız da müspet neticeler vermeye başladı” demiş, “Biz de DNA’larında oynayarak, 100 metreyi 3 saniyede koşan sporcular yetiştirebiliyoruz artık!”
*
Gel zaman git zaman, Obama iadeyi ziyarete gelmiş, “100 metreyi 3 saniyede koşanları” görmek istemiş... Bizimkini ter basmış tabii, “N’apacağız, rezil olduk” demeye başlamış... Ki, o sırada cingöz bir danışman devreye girmiş, “Sıkmayın canınızı efendim” demiş, “Hazır bugün
10 Kasım... Obama’yı Anıtkabir’e götürelim, Atatürk’ü diriltmesini isteyelim...                           Diriltemezse dünyaya rezil
olur, diriltirse, siz zaten 100 metreyi 3 saniyede koşarsınız!”  
*
Atatürk’ü 29 Ekim’de pastadan çıkarmıştı bu arkadaşlar... İster misin bugün de mozoleden çıksın!

10 Kasım 2009 Salı

Stade de Gerland'da Dübeş





Bu kadar da abartılmaz ki ayıp. Kanal A maçı bir daha verir herhalde.

8 Kasım 2009 Pazar

İşte Atatürk’ün Kürt politikası açılımı

Bilindiği gibi 10 Kasım Atatürk’ün ölüm yıldönümü.


Gündemdeki konu demokratik açılım. 10 Kasım’da TBMM’de, açılım gündeme alınsın mı, alınmasın mı tartışması yapılıyor. Doğal olarak konu ile ilgili açıklamalar yapılıyor. Bu durumu göz önünde bulundurarak TBMM’ye öneride bulunmak istiyorum. Gerekirse bu öneri ve çalışmalarımı TBMM’ye de takdim ederim.

Önerim; “TBMM’den, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Doğu ve Güneydoğu’da izlemiş olduğu politikayı ve Atatürk’ün yaptığı Kürt sorunu açılımının kamuoyuna sunulması konusunda gündem oluşturularak açılım tartışmaları yapılmalı ve halk bu konuda bilgilendirilmelidir.”

“Atatürk’ün Doğu ve Güneydoğu Politikası” ve Atatürk’ün Kürt sorunu açılımı ilgili geniş kaynaklı kitap çalışmamda yaptığım tespitler özetle şöyle:

Birlik mesajları: Mustafa Kemal 24.6.1919 tarihindeki Söylev’inde Kürtleri kardeş olarak niteleyerek şu ifadede bulunur:

”Kürtler kayıtsız, koşulsuz devletten ve Türk kardeşlerinden ayrılmayacaklarını ve bu uğurda son nefeslerine kadar mücadeleye ve yaşamlarını feda etmeye hazır olduklarını söylemişlerdir...”

KARDEŞ KÜRTLER

Atatürk, halka şefkat eli uzatmış ve bölge halkı ile bütünleşmiş, ayrımcılık yapmamış, her fırsatta birlik ve dayanışma temasını şu sözleri ile vurgulamıştır:

”Van’dan, Diyarbakır’dan, Trakya’ya, Karadeniz’den Akdeniz’e kadar yurdumuzun her köşesindeki memleket evlatları aynı cevherin damarlarıdır.”

? Atatürk’ün bölgedeki kalkınma hamlesi ve bölge ile ilgili görüşleri:

Harap ve bitap düşen memleketi bayındır hale getirmek için ‘Doğu Açılımı’ yapan Atatürk, halkın şu iki isteğine önem vermiştir: Okul ve yol... Doğu ve Güneydoğu’nun sosyal ve ekonomik şartlarını iyi bilen ve halkı iyi tanıyan Atatürk, ömrünün son anlarına kadar bölge için çaba göstermiştir. Bölgenin yoksulluğu karşısında duygulanan Atatürk, Hasan Rıza Soyak’a şunları söyler:

‘BUNALIYORUM ÇOCUK’

“Bunalıyorum çocuk, büyük ıstıraplar içinde bunalıyorum. Gittiğimiz her yerde dert ve şikâyet dinliyoruz. Her taraf maddi ve manevi derin yokluklar içinde.” Ve kalkınma hamlesi bu dönemde daha da hızlandırılır. Atatürk döneminde 6124 işyeri açılır. Atatürk 1935 tarihinde GAP’ın temelinin atılması talimatını Celal Bayar’a verir.

Atatürk, Doğu ve Güneydoğu’ya yaptığı gezi ve incelemelerindeki gözlemlerini Sabiha Gökçen’e şöyle ifade eder:

“İnsan ömrü yapılacak işlerin azameti karşısında çok cüce kalıyor. Geçtiğimiz yerlerde fabrikalar görmek istiyorum, ekilmiş tarlalar, düzgün yollar, elektrikle donanmış köyler; küçük fakat tertemiz, sağlıklı, insanların yaşayabileceği evler, büyük yemyeşil ormanlar görmek istiyorum. Gürbüz çocukların yüzleri sararmamalı, dalakları şiş olmayan çocukların okuduğu okullar görmek istiyorum... Batıda ne medeniyet varsa doğuda da aynı medeniyet olmalıdır... Ben yapabildiğim kadarını yapayım, sonra ne olursa olsun demek benim kitabımda yok. Geleceği, geleceğin Türkiye’sini düşünmek görevim. Bir iş aldık üzerimize, bir harbin üstesinden geldik, şimdi ekonomik alanda savaş veriyoruz, daha da vereceğiz. Bu heyecanı yaşatmak, bu heyecanın ürünlerini görmek lazım.”

? 10 Kasım’ın anısına, Atatürk’ün 7 Kasım 1937 Tunceli ziyareti:

İlk Meclis zabıtlarında Doğu ve Güneydoğu sorunu gündemlere gelir ve sıkça konuşulur. Örneğin Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey, Dersim’in, bugünkü adıyla Tunceli ve çevresindeki durumu Meclis gündemine taşır ve hükümetin aldığı tedbirler tartışmaya açılır, görüş ve önerilere yer verilir. Bu dönemde Dersim ve civarının asayişi ve diğer konular ele alınır.

10 Kasım kutlama hazırlıklarının yapıldığı bu günlerde; Cumhurbaşkanı Atatürk, hasta hali ile 7 Kasım 1937 tarihinde (ölümünden bir yıl önce) Tunceli’ye gider. O dönemde yayınlanan Ulus gazetesi haberi manşetten şöyle verir.

“Tunceli halkı büyük şefi, emsalsiz tezahüratla karşıladı.”

TUNCELİ ZİYARETİ

Atatürk’ün 7 Kasım 1937 tarihinde son açtığı bayındırlık eseri Tunceli’de bulunan Singeç Köprüsü’dür. Singeç adının geçmişteki hikâyesi şöyledir: Asırlarca Munzur suyundan geçenler sinerek geçtikleri için bu isim verilmiştir. Böylesine kaygıların kalmamış olmasına rağmen, huzur ve güvenliğin nasıl nimet olduğunu anlatmak için ismin yerinde kalmasını Atatürk istemiştir. Singeç Köprüsü; Elazığ-Tunceli yolunda, 36 metre açıklığında betonarme kemer şeklindedir. Tunceli bölgesinin ilk önemli eseridir. Köprü o zamanın parası ile 29.419 liraya mal edilmiştir.

Yer darlığından yapılan okul ve öğrenci sayısını yazmıyorum. Özetle Atatürk’ün Doğu ve Güneydoğu politikasını; “eğitim- adaletli paylaşım ve kalıcı yatırım, halkla bütünleşmek” şeklinde ifade etmek mümkündür.

7 Kasım 2009 Cumartesi

KÜRT SORUNUNDA NELERİ TARTIŞAMIYORUZ

Kürt sorunu ne zaman başladı? Kürtler, Osmanlı’ya karşı ilk ne zaman ve hangi sebeplerle isyan etmişlerdi? Kürtler 19. yüzyıldaki kaotik manzarada nasıl görünüyorlardı?
Kürtlerin sosyal yapısı, milli bir direnişi, başka bir ifadeyle milli bir isyanı teşvik edebilecek bir yapıda mıydı? Tarihte yaşanmış Kürt isyanları, Kürt milli kimliğinin yada bağımsızlığının tanımlanmasına mı yöneliktir? Bu isyanların hangileri bağımsızlık savaşı olarak adlandırılır?
Bu sorularla, yakın dönem Kürt tarihini anımsayarak, ‘Kürt sorununu’ ana hatlarıyla, doğruya daha yakın tanımlayabileceğiz. Uzunca bir zamandır, tartışmaya yeltendiğimiz bu konunun bazı sayfalarını/evrelerini unutma eğilimindeyiz. Kürt tarihi ve sorununda neleri tartışamıyoruz? I. Dünya Savaşından önce çıkan Kürt isyanları, hem savaş sonrası hem de Cumhuriyet dönemi Kürt hareketlerini bizlere daha gerçekçi anlatan vakalardır. Bu hafta bu isyanları hatırlayarak, Kürt sorununun tasvirindeki ilk basamağı atlamış olacağız.
Ermeni ve Süryani sorunları, Kürt sorunun parçalarıdır:
Bilindiği gibi, 19. yüzyılda kuzey Mezopotamya ve Güney Doğu Anadolu’da kaos hüküm sürüyordu. Bu yüzyıla kadar Kürtler, Güney Doğu Anadolu’daki Hristiyanların ve Alevilerin yoğunluklu yaşadıkları şehirlerde yerleştiler, nüfusça üstünlüğü dahi kazandılar. Ayrıca ağa denilen Kürt reisler, yerel siyasi gücü yönetiyorlardı. Doğu Anadolu’daki yerli Hristiyanların çoğunluğu özgür aşiret üyeleri değillerdi. Kürt ağalarına ve bazı örneklerde feodal Nasturi meliklere  bağlı çalışan Hristiyanlar, el sanatları, besicilik ve tarımla uğraşıyorlardı. Yerel siyasi iktidarların, sünni kimliklerinden dolayı Kürtlerde olması, Ermeni ve Süryani sorunlarını, karmaşık Kürt sorununun parçası haline getirmişti.
19. yüzyılın kanlı etnik ve dini çatışmaları, temelde sünni Kürtler ile, Doğu Kiliseleri üyeleri arasındaydı.
Nakşibendi Şeyhleri, Kürt toplumunu birleştirici kuvvet mi oldu?
19. yüzyılın ortalarına kadar, Kürt nüfusu iktidarları, babadan oğula gecen emirlerin ‘Mirlerin’ yönettiği büyük topraklara bağlı aşiret konfederasyonlarına bölünmüştü.
Erken 16. yüzyılda Yavuz Sultan Selim, Kuzey Batı İran ve Hakkari çevresini fethettikken sonra, İran’a karşı kurulan cepheyi güçlendirmek ayrıca Fırat ve Dicle kolları boyunca yaşayan gayri müslimleri ve Alevileri kontrol etmek/o bölgeye sünni kimlik kazandırmak için hızla-yoğunluklu bir Kürt nüfusunu, neredeyse bölgenin tamamına konuşlandırmıştı. 
Ardından, bu bölgede resmi Emirlikler kurulmuştu. Emirlik, Osmanlı yönetimden bağımsız bir yapıya sahipti. Kendi topraklarında yaşayan halkların birliğinden de sorumlu tutulan Emir, rakip aşiret ve klanların reisleri arasında hakem rolünü de oynardı. Merkezi yönetimin gücüne bağlı olarak ya emirler sultana ödeme yapar, ya da sultan emirlere yıllık ödemeler yapardı.
Zamanla Osmanlı yönetimi, büyük kentleri yönetecek ve kontrol edecek bir adliye sistemi kurdu. Ağır vergi toplamaya başlamış olan Osmanlı, böylelikle emirlerin bağımsızlığını azaltmıştı. Emirlerin güçsüzleşmesinden sonra, Kürt toplumu dağıldı. Kürt toplumunu birleştirici kuvvet olarak, Nakşibendi tarikatının şeyhlerinin gerçek ağırlığını, bu tarihten sonra gözlemleyebiliyoruz.
Kürtlerin bir çok isyanının arkasında, çok güçlü çıkar ilişkilerinin belirlediği bir talep vardır.
Kürtler, tebaa olarak Osmanlı tarihi boyunca ezilmekten çok, hoşgörüyle karşılanmışlardır. Zamanla Kürtlerin Askeri güçlerini bir avantaj gibi gören Osmanlı, bu halkla ilişkilerini, ödül-ceza hukukuyla kurmuştur. Kürtler çoğu zaman cömertçe ödüllendirilmiştir. Bu ödüllerden olsa gerek, Hakkari veya çevresinde herhangi bir aşiretin düğününde takılan yüzlerce kilo altının sahibi, tek halkımız, Türkler değil, altından anlayan Ermeniler veya Yahudiler de değil, Kürtlerdir. Bu halk, Anadolu’da kısa bir sürede olsa hem bağımsızlık hem de özerklik kazanabilen tek Osmanlı tebaasıdır. Rus birliklerle Osmanlı’ya karşı savaşmışlar, İngilizlerle aynı harita için anlaşmışlar, son 30 yıldır ülkeyi bölmekle tehdit edebilen bir halktır. Ancak diğer halklar gibi cezalandırılmamışlardır.
Mısır’in Özerkliği ve Kürtler:
Erken 19. yüzyılda, Osmanlı yönetimi, Akdeniz’e kıyı olan coğrafyalarında zayıflamıştı. Mısır’ın asi yöneticisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Osmanlı’ya karşı açtığı bağımsızlık savaşını, bazı yerel Kürt aşiretlerinin desteğiyle kazanmıştı. Kavalalı ve yönettiği yerel güçler, Suriye’yi işgal edince, Osmanlı bu bölgede ciddi bir yönetim zafiyeti yaşamıştı. Bu zafiyeti, Osmanlı’nın bölgedeki iktidarını kaybedişi olarak da niteleyebiliriz. Mısır’ın özerkliği isyanına en büyük destekçiler, Diyarbakır-Halep arasında yasayan Kürt-Arap Milli aşiretler konfederasyonuydu. Milli olarak anılan bu aşiretler, önderleri İbrahim Paşa komutasında, Kürdistan’ın batı kanadındaki en güçlü aşiret olarak sahneye çıktılar. Bu Milli aşiretinin en büyük rakibi; Cizre’nin güneyindeki bozkırda yasayan Sammar Arapları idi. Milli aşireti ve Sammarlar bölgenin hakimiyeti hususunda sürekli çatışıyorlardı. Sammarları geri püskürten Kürt Milli aşireti, bölgeye tamamen hakim oldu. İbrahim Sultan’a tam bir sadakat gösterdiler ve cömertçe ödüllendirildiler.
Kısa ömürlü Mısır işgali sona erdiğinde, Kürtler Osmanlı’nın güçsüzlüğünün farkına vardılar. Kürt ağaları, reisleri kendi mülk ve yönetimlerini genişleterek, bölgenin büyük bir kısmında hakim oldular. Bundan sonra, Mısır’daki özerkliğe benzer bir özerkliğe kavuşmak için çabaladılar.
Kürtlerin ilk Bağımsızlık Umutları:
Kürt aşiret reislerinden hırslı olanlar, kendi bağımsız devletlerini kurmayı umuyorlardı. Osmanlı yönetimi yerel aşiretlere boyun eğdirmeye öncelik vermekle birlikte, onlarla başa çıkabilecek güçte değildi.
Aziz Hanedanlığı’nın üyesi, Botan emiri Bedir-Han, 1840’lı yıllarda bağımsızlığını ilan etmiş, Cizre kentini başkent yapmıştı. Van, Hakkari, Miks, Kars ve Ardelan(Ardahan) reislerini birleştirerek, 1845’te yenilinceye kadar bir yönetim kurdu. Düzenli orduyu kuran Bedir-Han kendi adına sikke de bastırmıştı.
On dört Kürt ve Hristiyan aşireti yöneten Hakkari Kürt emirliğinin yöneticileri ve hanedanları arasında emirlik-iktidar kavgası çıktı. Asrilerin ana gövdesi, bu kavgada yenilen tarafı destekleyince, yıllarca süren kanlı çatışmalar başlamış oldu. Aslında Kürtlerin kendi iç çatışmaları gibi görünen bu kavgalar, Hristiyan ailelerin varlığını tehdit eden olayların başlangıcı sayıldı. Bu iktidar kavgaları, Kürt tarihine bağımsızlık çatışmaları olarak yazılmıştır.
Times of London, 6 Eylül 1843’te, ‘Nesturi Hiristiyanların katliami’ olarak dünya kamuoyuna bu olayları duyurmuştur. Haberde;
"Nur-Allah ve Bedir-Han, Asur topraklarını istila ettiğinde, büyük bir kürt isyanı patlak verdi. Aynı yılın Temmuz ayında, Bedir-Han Cizre kasabası içinde, kasaba yakınlarında ve Hakkari dağlarının batı kollarında Barwar sancağında yasayan Nasturilere saldırdı.  (Katliamlar yıllarca sürmüştü). Öldürülen Hristiyanların sayısının on bine ulaştığı tahmin ediliyor…"
Benzer bir saldırı, 1846’da da gerçekleşti. Bedir-Han’ın Nasturi Hristiyanlara baskı yapması zaman zaman onları öldürmesi, dünya basınında haber yapıldı. Uluslararası kamuoyu ve Avrupalı siyasetçiler, bu durumun ortadan kaldırılması için Osmanlı’yı uyardılar, Babiali’ye baskılar yaptılar. Bu çatışmalar ve uluslararası dikkatin bölgede yoğunlaşması, Osmanlı yönetimini kesin ve sert dönüşümlere zorladı. Bölgedeki gücünü yeniden tesis etmeye başlayan Osmanlı, Kürt emirliklerinin özerkliğini derhal kaldırdı.
Avrupa kamuoyu ve siyasetçileri bu durumu; "Osmanlı Hristiyanları’nın Kurbanlaştırılması", "Kürtlerin Saldırganlığı" gibi ifadelerle anıyorlardı. Kürtlerin bölgedeki Hristiyanlara yaptıkları zulümlere Osmanlı’nın göz yumduğunu, bu vahşi duruma asla müdahale etmediğini düşünüyorlardı.
Kürt bağımsızlık hareketinin doğal liderleri:
1877-78 Rus-Türk savaşının ertesinde, Bedir-Han’ın bazı oğullarının liderliğinde Hakkari ve Botan Kürtleri küçük bir isyan başlattılar.
Bu olayın ertesinde Şeyh Ubaydallah, Türkiye ve İran Kürtleri’ni birleştirmek ve bağımsız bir Kürdistan kurmak için kendi kuvvetleriyle birlikte, 1880’de Kuzey Batı İran’ı istila etti. Urmiye gölünün batısındaki kırsal bölgeyi ele geçirdiler. İran’ın büyük şehirlerinden Tebriz’i bile tehdit etmeye başlamışlardı. Urmiye gölünün batı kıyılarında yerli Hristiyan halklar yaşamaktaydı. Şeyh Ubaydallah’ın İran seferi, bu sebeple dini motiflerle süslenip, sünni Kürtler’e propaganda için anlatıldı. Kürtler, Batı İran’a topraklarını genişletmek için saldırmışlardı ve bunda başarılı oldular. Urmiye ve çevresinin istilasından sonra, Kürt nüfus, bütün Urmiye gölü çevresine yerleşti. Gölün bazı yakalarında Azeri Türkler de yaşıyordu. (Astara gibi büyük şehirlerde)
I. Dünya Savaşı sırasında, Bedir-Han’ın torunları (En önemlisi ve popüler olanı, Rus yanlısı Abdülrezzak’tı) ve Şeyh Ubaydallah (oğulları Abdülkadir ve Muhammed Sadık ve torunu Taha) bu hareketlerin anılarını, Kürt bağımsızlık hareketinin doğal liderleri olduklarını iddia etmek için kullanacaklardı. Osmanlı-İran Kürtleri’nin birliğinden bahseden ve bu konuyu dünya siyasetine taşıyan ilk insan olarak Şeyh Ubaydallah, Kürt tarihine geçmiş oldu.
Lena Umay

Açmaz..




Hava açtı, güneş yüzünü gösterdi...
Kasım ayında mayıs güneşi insanın içini ısıtıyor.
İnsan ilk sevgi mutluluğunun içinde sanar kendini güzel havalarda.Yüreğinden bir uçarılık, bir coşku ırmağı akar.
Bugün ben de öyleyim!
Gökyüzünün sağanağı altında eve gitmek, gece yağmurun camlarına vuruşunu dinleyip uykuya yatmak.
Sabah olduğunda güneşle uyanmak!
Kahvaltını yapıp, gelen gazeteleri okuyup, ilk haberleri dinlemek...
Ürkek bir yazgının yemişlerini toplamak gibidir yaşam böyle havalarda...
Biraz umut, biraz sevinç!
Kendi tutkularınla oyalanmak...
Oysa önümüz kış ve güneşi özleyeceğiz hep!
Sarı bir duman yükselecek düşlerinizde, Anadolu bozkırını özleyip kıyı kasabalarında soluk alacaksınız.
O sarı duman, toprak damlı evler, kar...
Koca bir kent üstünüze üstünüze gelirken, mayıs düşleri kuracaksınız...
İyiye ve güzele koşarken umutlarınızı çoğaltacaksınız...
Siz bunları düşünürken, bir haber gelecek aklınıza:
Eğitimde imam açılımı!”
İzmirde, bir devlet lisesinde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerine öğretmenler yerine camilerde görevli imamların girdiğini öğrenince içinizdeki umut bir anda yok olacak.
Ve kendi kendinize soracaksınız:
Türkiye nereye gidiyor?
Laik Demokratik Cumhuriyetin okullarında görevli Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerinin müdür yardımcısı görevine getirildiği için derslere cami imamlarının girdiğini okuyunca, içinizde bir sızı duyacaksınız!
Bir okula beş imamın düştüğü bir ülkede, çağın neresinde olduğunuzu düşüneceksiniz ama.. gerçeklerle yüzleşmek istemeyeceksiniz.
Açılım zaten başlamış... İmamlar öğretmen olmuş.
Yurdum insanının çoğunluğu hiç önemsemeyecek anlattıklarımı.
Diyecek ki:
Ne var bunda.. imamlar dinimizi ve kültürümüzü iyi bilirler.
***
Zamanların tümü ölümsüz müdür?
Bu soruyu sık sık sorarım yeri geldiğinde.
Geçmiş zaman masallarını anımsar, yitip giden umutların içinde oyalanırım.
Mavilere kuşanmış göğün altında yürüyüp, bir kafede otururken, benim de sorular gelir aklıma:
Bir yanda aşı yaptırın, diyen bilim insanı.. Ülkenin sağlık politikasını yürüten bakan.. İthal edilen aşılar... Öte yanda ben aşı yaptırmayacağım, diyen başbakan... Peki bu durum karşısında yurttaş aşı yaptırsın mı, yaptırmasın mı?”
Sağlık Bakanı Akdağ, aşı yaptırırken ne demişti gazetecilere:
Aşı olmayın diyenleri savcılığa ihbar edeceğim!
Şimdi ne olacak?
Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül aşı olmuyor...
Gül ve Erdoğanı da savcılara ihbar edecek mi?
Bilmem bu konuda ne düşünüyordur çizerimiz Musa Kart?
ABD Başkanı Obama ve Almanya Başbakanı Merkel Aşı yaptırındiye halklarını uyarmış.
Aşı konusunda kafalar iyice karıştı.
Herkes birbirine soruyor:
Aşı yaptıracak mısın çocuğuna?
Çocuklara aşı ay sonunda yapılacakmış.
Anne ve babalar kararsız.
Okmeydanı ve Şişli Etfal Hastanesinin Acil Servisini gördüm.
Halkımız panik içinde.
Burnu akan, başı ağrıyan, midesi bulanan hastanelere koşmuş...
Doktorlar çaresiz, çırpınıyorlar.
Bir doktor günde 200 hastayı muayene ediyormuş.
Hiçbir Avrupa ülkesinde panik yok, ama Türkiyede var...
Halkta bir korku:
Acaba ölür müyüm?
Bugüne dek kaç kişi öldü?
Galiba 21 kişi...
***
Hava açtı, güneş yüzünü gösterdi...
Domuz gribi.. Genetiği değiştirilmiş organizma...
Başka ne var Türkiyenin gündeminde?
Kürt açılımı!
Eh.. imam açılımında olduğu gibi Kürt açılımının da altından kalkarız inşallah!..
Önce domuz gribi ve genetiği değiştirilmiş organizma açmazından bir kurtulalım, gerisi kolay

Katil Türkiye’de




Sudan’da şeriat rejimini yerleştiren bir katil. Şimdi devlet başkanı. Adı, Ömer El Beşir. Bu açıdan bizimkilerle çok yakın. Aynı yolun yolcuları. Bu katil, ülkesinde bugüne kadar en az 200 bin vatandaşını öldürdü. 2,5 milyon insanı, yerinden yurdundan edip açlığa ve sefalete mahkûm etti. Katil bu konuda Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılandı ve hakkında tutuklama kararı çıkarıldı.
Suçu: İnsanlığa karşı suç işlemek.
Acımasız katil bu konuda kendini savundu: “İnsanlar öldürüldü; oldu ama sayı daha da az!”
Bu şeriatçı katille bizimkilerin arasından su sızmıyor. Adam sık sık Türkiye’ye geliyor. Şimdi tutuklama kararı sonrasında ilk kez Sudan’dan yurtdışına çıkıp İstanbul’da düzenlenen İslam Konferansı’na gelecek. Peki, tutuklanacak mı? Bizim Dışişleri Bakanlığı güvenceyi verdi bile:
“Sayın El Beşir İstanbul’a geldiği takdirde tutuklanmayacaktır.”
Peki, nasıl oluyor da bu insanlık düşmanı yobaz Türkiye’de böylesine kabul görüyor. Yanıtını hemen vereyim:
Çünkü Sudan kapısını yavaş yavaş Türk yatırımcılara açıyor. Sudan’dan Türkiye’ye para gelmesi bekleniyor. Paranın Allah’ı, kitabı, dini imanı, insanlığı yok.  Bizi yönetenler böyle düşünüyor. Gelsin de ister katilden, ister yobazdan, isterse dinsizden gelsin.
Bay Abdullah Gül Dersim’de
Bu ülkede Çankaya’da oturan şahıs, bundan bir süre önde Bitlis’in Güroymak ilçesine gitmişti. Orada bu ismi değil ilçenin geçmişte Kürtçe ismi olan Norşin’i kullandı. Kürtçülere, yerleşim yerleri isimlerinin yeniden Kürtçe olmasını isteyenlere şirin görünme çabasındaydı.
Önceki gün, Kürtçülerin ısrarla Dersim dediği Tunceli gezisindeydi.
Orada DYP’li belediye binasına asılan kocaman pankartla karşılandı.”Dersim’e hoş geldiniz.”
Öteki pankartlarda da, (Dersim) yazıyordu. Çankaya’da oturan şahıs, bunlara hiçbir tepki göstermediği gibi, Akşam gazetesinin haberine göre, kendisine hitap edenler şöyle demişti:
“Buraya Dersim deyin.”
Beyefendi bunun üzerine sormuş:
“Acaba bu konuda oylama yapsak halk ne der?”
Yanıt en başta Bay Vali olmak üzere ahaliden gelmiş:
“Yüzde yüzü Dersim der.”
Çankaya’nın AKP’lisi bunun üzerine şöyle demiş:
“Madem halk böyle denmesini istiyor, biz de buna bakacağız.”
Nasıl bakacaksınız Beyefendi? Zat-ı Âliniz kimsiniz, sıfatınız nedir? Kimlere şirin görünme çabasındasınız? Yani halk istedi diye bugün Tunceli’yi Dersim yarın Diyarbakır’ı Amed mi yapacaksınız? Sonra yavaş yavaş PKK’nın isimlendirdiği sözde eyalet sistemine mi geçeceğiz?
Doğu ve Güneydoğu’da Botan, GAP, Serhat, Garzan, Zagros, Ruha, Amed, Dersim eyaletlerini mi kuracaksınız?


Aman Allah; ülkemizde neler oluyor! Demek ki meydan bu kadar boş.

Özkök, Balbay’a Neden Öfkeli?




İkinci Ergenekon davası sanıklarından Jandarma Genel Komutanlığında Teknik Daire Başkanı görevi yapan emekli Albay Atilla Uğur; savunmasında zamanın Genelkurmay Başkanı emekli Org. Hilmi Özkök ile arasında geçen bir konuşmayı anlattı.
Uğur, 12 Mart 2004 günü baş başa yaptıkları görüşmede Özkökün Balbay hakkındaki düşünceleriniaçıklıyor...
İfadesinde Atilla Uğur; Genelkurmay Başkanlığı görevini 28 Ağustos 2002de Org. Hüseyin Kıvrıkoğlundan devralan Özkökün, ...Sen geleceği olan bir albaysın, neden başkomutanın, yani benim aleyhimde yazı yazan gazeteci ile görüşüyorsun…” dediğini söyledikten sonra:
Mahkeme heyetine Özkökün, yasadışı dinleme yaptıklarını duyduğunu ve sizi uyarıyorum demediğini belirtiyor ve sonra şu eklemeyi yapıyor:
“…Anladığım kadarı ile Özkökün esas kızdığı konu, gazeteci Balbay ile yapılan (yaptığı) görüşme idi diyor.
***
Fakat, emekli Albay Uğur, Genelkurmay Başkanı Özkökün Mustafa Balbaya kızgınlığının nedenini açıklamıyor.
Savcılık veya mahkeme heyeti de emekli albaya Özkökün Balbaya kızgınlığının nedenini sormuyor.
Evet, koskoca bir Genelkurmay Başkanı, bir gazeteciye bu denli neden kızıyor? Emrindeki subaya o gazeteci ile konuşmamasını neden emrediyor?
Sorunun yanıtı gayet basit:
Mesleği gereği Balbay kimi gerçekleri yazılarında konu edindiği için
Bu yanıt yeterli mi? Hayır! Zira Özkökün Balbaya had safhadakikızgınlığı; AKP ile yaptığı kapalıgörüşmeleri bir yazısında ayrıntılı kimi bilgiler vererek yazmasından kaynaklanıyor.
***
On beş yıl her sabah saat 11.00de Balbayla bir saat güncel haberler ve olaylar üzerinde konuştuk.
Öyle bir gündü. Balbay, bana Özkökün AKP ile dolaylı (veya aracı) kanalıyla yaptığı görüşmelere ait bilgiler aldığını söyledi.
Bu bilgileri yazısında kullanıp kullanmamayı görüştük, tarttık.
Yazmasında hiçbir sakınca olmadığı sonucuna vardık.
Balbay neden yazacaktı bu bilgileri?
Zira o güne kadar gelmiş geçmiş Genelkurmay Başkanlarının hiçbiri, siyasal bir parti ile Özkökün yaptığına benzer görüşmeler yapmamıştı.
Özkök, olağan dışı bir davranış gösteriyordu.
Şeffaflıktan söz edilen bir (bu) ülkede; olağan dışı davranışı bir gazetecinin kamuoyuna duyurması görevi değil miydi?
***
Balbayın; Özkökün -adını da verdiği bir AKP milletvekili aracılığıyla- görüşmeler yaptığını içeren yazısının Cumhuriyette yayımlanmasından sonra
Siyasal kulislerde askerin AKPnin (3 Kasım 2002de) seçimi kazanıp hükümeti kurması durumunda elbette ulusal iradeye saygılı olacağını ve kuşkusuz gereken icraatı yapacaklarını içeren söylentiler yaygınlaştı.
Ve Balbay, birden Özkökün boy hedefi oldu.
Aldığı bilgilerin sağlığından emin olan Balbay; Özkökün yazılı yapamadığı, dolaylı biçimde iletilen yalanlamalarını elbette kullanamazdı. Nitekim kullanmadı.
***
Balbayla ben, Genelkurmay Başkanını özenle izlemeye, yeri geldiğinde Özkökü iktidarla yakın olduğunu gösteren hareketlerini eleştirmeye devam ettik.
3 Kasım 2002den sonraki süreçte; sürekli yalanlamasına karşın Genelkurmay Başkanının RTE ile şiir gibi ilişkiler içinde olduğu yaygınlaştı. AKPnin Başbakanının Özköke hocam diye hitap ettiği yazıldı. Laiklik karşıtı iktidar uygulamalarına ulusal iradedir dilediğini yapar gibi yumuşak bakışıyla bünyede ve bünye dışındaki tepkileri dokunduran yazılar, yorumlar yayımlandı.
Görevden ayrılırken veda ziyareti yaptığı AKPli TBMM Başkanı Bülent Arınçla AKPnin Başbakanı RTE, hiçbir Genelkurmay Başkanına uygulanmadık biçimde kapılara kadar geçirdiler Özkökü.
Arınç, Özkök hakkında yüceltici sözler söylerken gözyaşlarını tutamadığını saklamıyordu.
Dinci bir iktidarın önderleri tarafından, protokol dışı böylesi iltifatı ile uğurlanmak için Özkök ne yapmıştı acaba?
***
Cumhuriyetteki Güncel başlıklı eleştirisel yazılarımız dışında Kanaltürkte her pazar canlı yayımlanan Politika Durağı programında yine Özkökü eleştirirken söylemediğimiz bir sözcüğü alarak hakkımda (tazminat davası da değil) bir yıldan başlayan ağır hapis cezası istemiyle dava açtı.
Şu ünlü 301. maddeden cezalandırılmamı isteyen davayı açma iznini görevden ayrılacağı 28 Ağustos 2006dan bir gün önce imzaladı.
Aylar sürdü mahkeme, beraat ettik.
Balbay hakkında Albay Uğura söylediği düşüncelerini yeni öğrendik.
Balbay, 246 gündür içeride yatıyor.
Özkök haberinde olduğu gibi.. gazetecilik gereği yaptığı çalışmaların, yazdığı yazıların karşılığı olarak!

2 Kasım 2009 Pazartesi

GURUR TABLOSU


"Büyük takımlar kazandıkları kupaları, küçük takımlar yendikleri büyük takımları konuşur"

Michel Platini UEFA Başkanı

Islak İmza, Islak Damga, Sulu Muhabbet Ekseninde TSK ve Cumhuriyet

AKP’nin “Can simidi”  ‘İrticayla Mücadele Eylem Planı’ belgesi yine gündemde.
Şimdi harekete geçecekler, geciktiler derken gündemi alabora edecek söylenti belge AKP’nin imdadına yetişti.
Tesadüf o ya;
Tamda…
Halk teröristlere gösterilen muameleden rahatsız olmuş,
TBMM çatısı altında ki parti teröristini karşılamış,
Kürt açılımı ile teröristler muhatap alınmış,
Terör örgütü propagandası yapılmış,
Gaziler şerefle onurla kazandığı, madalyalarını kırarken tepkisiz kalınmış,
Ermenistan açılımı ile Türk’ün tek dostu Azerbaycan kaybedilmiş,
Ülkede ne var ne yok bir bir satılmış,
Ekonomi dibe vurmuş,
İşsizlik rekoru Afrika’ya bırakılmamış,
Abdullah Öcalan’a yeşil ışık yakılmış,
Anayasaya aykırı uygulamalar yapılmış,
Tek dil olgusu çiğnenerek açılım mimarlarına prim verilmiş,
Deniz Feneri yolsuzluğu yayın yasağı sümen altı edilmiş,
Şehitlerimizin katilleri serbest bırakılmış,
Ülkenin aydınları içeri tıkılmış,
Kurum ve Kuruluşlarda kadrolaşmalar sağlanmış,
Halkın eline işsizlik ve salgın hastalıklar verilmiş,
Şehit aileleri kapılarına kilit vurmuş,
Kahramanca karşılanan teröristlere tepki yürüyüşleri engellenmiş,
Medya susturulmuş,
Halk sindirilmiş,
Korku imparatorluğu yaratılmış,
Kürt açılımı ile ülkenin itibarı sarsılmış,
.
.
.
Liste uzayıp gidiyor.
Bu durumda AKP ne yapsın, halkın yegâne güvendiği kurum olan TSK’yı karalayıcı belgeye sarılmaktan başka?
Belirtmekte yarar görüyorum ki, TSK içinde “hukuka ve demokrasiye aykırı hareket eden var ise gerekli soruşturmayı yapacak sorumlulukta” bir kurumdur.
Peki, Adalet ve Kalkınma Partisi, parti içinde bunu yapabilir mi?
Daha kimin yazdığı belli olmayan yok damgalı, yok ıslak imzalı belge TSK’nın AKP’yi devirme planı diye ‘çığırtkanlık’ yapanlar dönsün de ülkenin haline baksın.
AKP’mi devrilmek isteniyor…
Yoksa
Ülkenin itibarı mı devriliyor,
Cumhuriyet’e kasteden düşmanlar mı pohpohlanıyor?
Bu ülke esareti kabul edenlerle değil, esaret yerine ölümü seçenlerle kazanıldı.
Ülkemizin bütünlüğüne göz dikmiş çapulculara göz açtırmayan şanlı ‘ordumuza kara’, ‘teröriste ak’ diyen zihniyetler;
Türk tarihine kara bir leke olarak yazılacak ve hatırlanacaktır.
Hayır,
Sanki “laikliğe aykırı fillerin odağı” haline kara kedi geldi.

Türkiye Cumhuriyeti 86. Yıl Testi...

Cumhuriyetin 86. yılını kutladık. Bir de test yapalım istedik. Bakalım, nereden nereye gelmişiz?
1.Cumhuriyetimizin temel ilkelerinden birisi BAĞIMSIZLIK olduğu için şimdi ne ölçüde bağımsız olduğumuza bakalım.
Türkiye politikasının kararları hangi merkezlerde alınıyor?
A- Ankara
B- Vashington
C- Brüksel
D- İmralı
E- Kimi zaman orası, kimi zaman burası.
F- Bilinmiyor ya da belli olmuyor.
2. EKONOMİK BAĞIMSIZLIK bir ülkenin en büyük güç kaynaklarından birisi. Güçlü ülkeler ekonomik kararlarını kendi ulusunun çıkarlarına uygun verirler. Cumhuriyet bu konuda çok hassas bir denge üzerine kurulmuştu. Şimdi, ekonomik kararlar hangi merkezlerde alınıyor?
A. Ankara
B. Dünya Ticaret Merkezi
C. International Money Fond (IMF)
D. Davos
E. Tahtakale
F. Wall Street
G. Kimsenin aklı ermez.
3. Cumhuriyetin temel ilkelerinden birisi üniter devlet yapısını koruyan ULUS-DEVLET olmuştur. 86 yıl sonra bu kavramın artık geride kaldığı, toplumun isteklerine yanıt veremediği öne sürülüyor.
Ulus-devletin geride bırakılıp yerine başka yönetim sistemleri kurulmasına kimler karar vermelidir?
A. Amerika Birleşik Devletleri
B. Avrupa Topluluğu
C. Amerika ve Avrupa destekli etnik gruplar
D. PKK
E. Herhalde Ankara değil.
F. Bilinmiyor
4. Cumhuriyetin temel direklerinden birisi olan toplum yaşamında LAİKLİK çok tartışılan bir kavram durumuna geldi. Laiklik, özünde toplum yaşamında din esaslarının belirleyici eksen olmaması anlamında tarihsel bir tanım. Ama herkes bu kavramı böyle kabul etmediği için 86. yılda önemli bir test sorusu oldu.
Laiklik aşağıdaki tanımların hangisidir?
A. Dine uzak durmak, dinle imanla ilgilenmemek.
B. Din iman tanımamak. Dinsizliğin başka bir adı.
C. Hem laik hem Müslüman olunmaz.
D. Laiklik, kişinin dindarlığını belirlemez. Toplum yaşamında din kurallarıyla karar verilmemesini tanımlar.
E. Ben bilmiyorum, aklım çok karışık.
F. Netameli konu, karışmak istemiyorum.
5. Cumhuriyetin temel ilkelerinden birisi de TÜRKÇENİN ANADİL OLMASIdır. Bu konuda da karşı çıkışlar var. Çeşitli dillerin anadil olarak kabul edilmesi önerileri tartışılıyor. Bu da 86. yıl testinin soruları arasında yer alıyor.
Anadil Türkçe olarak kalmalı mı?
A. Anadil ingilizce olsa daha iyi olur.
B. İngilizce anadil olsun, Türkçe seçmeli yapılsın.
C. İsteyen istediği dili anadil yapsın.
D. Osmanlıcaya geri dönülsün.
E. Türkçe anadil kalsın demek Türk ırkçılığıdır.
F. Böyle saçmalıklar yapılmasın.
G. Ben artık hiçbir şeye karışmıyorum arkadaş.
Daha başka test soruları da var ama şimdilik bunlarla yetinelim.
Cumhuriyet Bayramı’nı coşkuyla kutlayalım...

YENİ BİR İRTİCAYLA MÜCADELE EYLEM PLANI ORTAYA ÇIKTI

Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde bulunan solcu öğrencilerin oluşturduğu “3’lü Amfi” kendi İrticayla Mücadele Eylem Planları’nı hazırladı. Oluşturduğu Siyaset, Kültür-Sanat, Bilim amfileri nedeniyle “3’lü Amfi” olarak anılan topluluk günlerdir tartışılan İrticayla Mücadele Eylem Planı’na alternatif bir plan hazırladı.
Durum, Vazife ve İcra bölümlerinin olduğu plan elektronik ortamda yayılıyor. Üçlü Amfi imzasını taşıyan plan, hazırlayanları tarafından sahiplenildiği için bir imza tartışması da yaşanmıyor.
İşte 3’lü Amfi’nin alternatif “İrticayla Mücadele Eylem Planı”
I. DURUM

a . Asıl olarak ABD’nin Ortadoğu projesinin bir parçası olan, Türkiye ayağını ise başat olarak AKP hükümeti ve Gülen Tarikatının yürüttüğü irticai faaliyetler ile, ülkemizin başta aydınlanmacı değerleri olmak üzere; bağımsızlıkçı, eşitlikçi, halkçı, kamucu ve yurtsever değerleri hedef alınmaktadır.

b.Düşman unsurlar

(1) Hala işkencede insanların öldürüldüğü bir ülkede (bknz.Engin Çeber Davası) “Demokrasi” şemsiyesinin altına sığınarak propaganda yapmakta,

(2) 12 Eylül darbesi ve beraberinde getirdiği gericilikle siyasal bir bütünlük sergilemelerine karşın, AKP ve Gülen tarikatını “saf” birer “darbe karşıtı” güç olarak yansıtmakta,

(3) Türkiye’de emekçilerin sosyal güvenceleri hızla ellerinden alınırken, işsizlik ve yoksulluk hızla artarken, eşitlik değerlerinden tamamen yoksun bir “özgürlükçülük” anlayışını yaymakta, insanları siyasal bir illüzyona mahkum etmekte,

(4) Türkiye Cumhuriyeti’ni bir tarikatlar cumhuriyetine, ülke halkını ise ümmetçi bir topluma dönüştürmeye çalışmakta,

(5) Ülkemizin hızla bağımlılaştırılmasını küresel dünyanın bir gerçeği gibi yansıtmakta,

(6) TSK’nın NATO üyesi olduğunu, üst düzey ordu yetkililerinin ABD’nin onayını almaksızın hiçbir darbe yapmadığını göz ardı ederek, AKP ile TSK arasındaki gerilimi abartmak suretiyle, ordunun ülkeyi gerici faaliyetlerin esiri etmeyeceğine yönelik bir kanaat yaymakta, halkı pasifize etmeyi amaçlamakta,

(7) Emniyet teşkilatının yetkilerinin ve görev alanlarının hızla arttırılması, emniyet teşkilatı içinde cemaat örgütlenmesinin ağırlığının arttırılması ve birbirinden göreli bağımsız hareket edebilen cumhuriyet kurumlarının tamamen yasamanın, bir başka deyişle hükümetin, elinde toplanması aracılığı ile “Diktatoryal” bir düzenin inşasını hazırlamakta,

(8) Bütün sıralanan maddelerde en önemli ve temel desteği ABD ve AB’den almaktadırlar.

c. Dost Unsurlar

(1) Sahip olduğumuz aydınlanmacı, ilerlemeci, halkçı, bağımsızlıkçı ve yurtsever değerleri geliştirerek emekçilerin söz sahibi olacağı bir yeni cumhuriyet kurma amacı gütmekte,

(2) Toplumsal muhalefetin karakterini güçlendirmekte,

(3) Üniversitelerde gerici atama, örgütlenme ve siyasi çalışmaları teşhir etmekte,

(4) Yargının halihazıda var olan sınıfsal karakterini atlamadan, anayasal düzenin yerine şeriat düzeni ve onun hukuna geçiş amacı güdenleri ağır bir biçimde ifşa etmekte,

(5) “Büyük Medya” dan ayrı bir biçimde kendilerine alan açıp alternatif bilgi kaynağı olmak için çabalamakta,

(6) Ordunun NATO’dan çıkmasını, özellikle İsrail ve ABD ile ilgili bütün gizli/açık askeri anlaşmalarını fesh etmesini propaganda etmekte,

(7) Gericiliğe son verebilecek yegane gücün emekçi halkın iradesi olduğunu vurgulamakta,

(8) Bütün bunları yaparken sırtını sadece ve sadece emeğiyle geçinen ülke insanına ve onun aydınlanmacı örgütlenmesine yaslamaktadırlar.


II. VAZİFE

Tarihsel bir perspektifle, cumhuriyetin Osmanlı düzenine referansla bir kopuşu temsil ettiği gerçeğine dayanarak, cumhuriyetin geriletilmesine karşı duruken, bu karşı duruşu sosyalist bir cumhuriyet kurmanın örgütlenmesine evriltmektir.

III. İCRA

1. Hareket Tasarısı

(1) Genel Bilgiler;

AKP’nin ülkenin iktidarına sahip olduğu ve ülkeyi gericileştirdiği gerçeğinden hareketle, her vatandaşın anayasada belirlenen MUHALEFET ETME VE ÖRGÜTLENME HAKKINI kullanarak, AKP hükümetine en sert bir biçimde muhalefetin örgütlenmesi ve Amerikancı projelerin sürekli deşifre edilmesi.

(2) Faaliyetler birbiriyle senkronize 3 bölümde icra edilecektir.


a. Halk muhalefetinin kent merkezlerinden başlayarak bütün yerelliklerde örgütlenmesi.
(1) İstanbul, Ankara, İzmir gibi kent merkezleri öncelikli olarak, bütün yerelliklere yayılması hedeflenecektir.

(2) Örgütlenme hiçbir gizli karakter taşımayacak, AKP’ye ve hiçbir anayasal meşruiyeti bulunmayan tarikatlara karşı mücadele etmenin haklılığı üzerine kurulacaktır.

(3) Emekçi ve aydınlanmacı karakter taşıyan güçlerle ittifak yapmaktan çekinmeyecektir.

b. Aydınların akademi ve medya gibi alanlar başta olmak üzere ciddi bir teşhir kampanyasına başlaması.

(1) Üniversitelerde “özgürlükçülük” üzerinden, kavram karmaşası yaratılarak sürdürülen tartışmada, eşitliğin oluşturulmadan özgürlük anlayışının havada kalacağı, eşit olmayan insanlar arasında daha baştan temel özgürlüklerin bulunmadığı gerçeği hatırlatılacak ve hükümetin üniversiteler konusundaki “özgürlükçülük” yalanı sürekli olarak teşhir edilecek.

(2) Medyada “demokrasicilik”, ”darbecilik”, ”özgürlükçülük”, ”yerelleşme”, ”sivilleşme” ve daha bir sürü başka kavram üzerinden oluşturulan taraflaşmanın kime ve neye hizmet ettiği, halka her kanaldan anlatılacaktır.

(3) Bütün kara propaganda yürüten medyanın ve ortalıkta dolaşan bilgi kirliliğinin aksine bir ahlaki tavır geliştirilecek, hiçbir biçimde bu tür faaliyetlere izin verilmeyecektir.

(4) “Darbe karşıtlığı” söyleminin ardına sığınarak gerici politikalarını gerçekleştirmek isteyenlerin, başta 12 Eylül darbesinin geliştirdiği ortamda yükseldikleri hatırlatılacak, bu yüzden 12 Eylül darbesinin ve Kenan Evren’in üzerine gitme cesaretlerinin bulunmadığı vurgulanacaktır.

(5) Eşitlikçi bir düzende; tarikat örgütlenmelerine izin verilmeyeceği, bununla beraber insanların dini hürriyetlerinin kişisel vicdanlarına bırakılacağı, herkesin inanma/inanmama hakkının tanınacağı en net biçimde ifade edilecektir.

(6) Dünyada yaşanan ekonomik krizin Türkiye’yi niye bu kadar çok etkilediği anlatılacak, ülkenin özelleştirmelerle beraber ne kadar kırılgan bir ekonomiye “kavuştuğu” belgeleriyle ve yapılacak alan araştırmasıyla gösterilecek.

c. Hızla bilgi kirliliği yaşanılan ortamda kendi bilgi ve haber kaynaklarımızın oluşturulması.

(1) Hiçbir sermaye kuruluşundan destek almayan bağımsız ve güçlü haberleşme kanalları yaratılacaktır.

(2) Var olan kaynaklar güçlendirilecektir.

(3) Habercisi de, dağıtımcısı da, muhabiri de, yazarı da, halk muhalefeti örgütlenmesinden seçilecek temsilcilerden oluşacaktır.

CUMHURİYETİ Kim Ayakta Tutuyor? " (en büyük sır... ) yazdı! "

Okumaya niyetlendiğiniz bu yazının başlığı " CİNSEL GÜCÜ PATLATAN SÜPER MEYVELER" ya da "15 günde 8 kilo Vermenin Yolu Bulundu" gibi bir şey olsaydı yazı YÜZBİNLERCE kişi tarafından tıklanıp DEFALARCA okunacaktı..hatta kayıt edilip saklanacak ve notlar alınacaktı...O meyveler ezberlenecek,yöntemler beyinlere mıh gibi kazınacaktı..Sonra da UYGULAMAYA geçilecekti...

Birçoğunuz daha şimdiden yazının içeriğini anladığınız için sonuna kadar okumayacaksınız..
Belkide sizde haklısınız.Artık yazılar,çağrılar v.b. şeyler Milleti Harekete geçirmeye yetmiyor..
Nedeni için çok şey yazılabilir..
Ama büyük bir çoğunluğumuzun artık birer KORKAK olduğumuz kesin..
Hiç kızmayın ama bu böyle..

Elin PKK' lısı ve DİNCİ YOBAZI birlik olmuş kol kola ülkeyi tam anlamı ile felakete sürüklüyor ve bu ihanete DUR diyen sadece Şehit ve Gaziler ve Aileleri ile yaşı 60'ın üstündeki Cumhuriyetin Çınarları...
Birkaç yıl öncesinde bu ülkede KORKAK azdı..Ama artık daha çok..Çünkü birşeyler yapmak için yola çıktığınızda ARKANIZDA DURUP DESTEK OLAN YOK..Çoğu kaçmış,sinmiş ya da bezmiş..
"Birileri birşey yapsın belki bende gelirim" diyen bile o kadar az ki..
Öyle Facebooklarda dizilere ya da şarkıcılara ait gruplara katılıp,yazı tıklayıp,sanal anketlere oy vermek ile CUMHURİYET ve GELECEK kurtulmaz...

Yıl 2009 ve bizler hâla CUMHURİYETİ Kurtarmaktan söz ediyoruz....
Sormak isteriz; Şerefli Gazim TV ekranında takma bacağını çıkarıp attığı zamanda bir şeyler kafanıza DANK etmedi mi?

Bir Fenerbahçe-Galatasaray maçındaki haksız bir kart ya da faul ile ayağa kalkıp TEPKİ veren YÜZBİNLER neden CUMHURİYET in karşı karşıya olduğu büyük tehlike karşısında Demokratik Büyük Tepkiler vermez?

Eline bayrak alıp sokağa dökülmekten söz etmiyoruz....
Eğer yarım saatini ayırıp sandığa gittiysen ve OY kullandıysan ya da gönül verdiğin LAİK VE ATATÜRK İLKELERİNE bağlı yani devletin temellerine sahip çıkan partin,yöneticin,il başkanın,reisin,ocağın,genel başkanın her neyin varsa KAPISINA DAYAN ve sor;

Sen neler yapıyorsun görmek istiyoruz!..
Neden davalar açılmıyor?
Neden kendi medyamız kurulmuyor,gazetemiz,Tv miz,internet sitelerimiz neden yok?...
Varsa neden işlevliği yok,git ve VEKİLİNE sor..
VEKİLİNDEN HESAP SOR?..
Neden iktidar partisinin yaptığı bir iki şey abartılıp gözümüze sokulurken,diğer partilere ait yüzlerce belediye ve oluşumdaki güzel hizmetler halka duyurulmuyor diye sor..
%100'ün vergisi ile çalışan TRT'de neden %35in sesi çıkıyorda gerisi yok...Tüm ülkenin vergisi ile yaşayan TRT de neden CHP-MHP-DP-BBP-DSP-ANAP-TKP...v.b yok?...
Yoksa, geriye kalan %65 den vergi almayacaksın....
Gidip o %35 ten alacaksın....
Neden TC nin ekranında sürekli Osmanlı temalı yayınlar,simalar,aktörler var diye soracaksın?...
VAKİT ve ZAMAN gibi kağıtlar her sabah okunurken neden SÖZCÜ gibi erdemli bir gazete o ekranda yok diye soracaksın...
TÜRBAN ne zamandır TRT de "doğal" olmaya başladı diye soracaksın...
CUMHURİYET ve KURTULUŞ adlı onurlu yapımlar neden 2 yıldır yayınlanmıyor diye sormalısın kardeşim..
Bu senin hakkın!..
ŞEHİT ve GAZİ yakınları onlarca ilde sokağa dökülüyor ve bu görüntüler sadece vergi ile sindirilmeye çalışılan bir medya grubu ile büyük bir tıp adamının kurucusu olduğu üniversitenin tv kanalında yayınlanıyor...
Hesap sor kardeşim..
Kendi seçtiklerinden hesap sor...
Parti binasına,genel merkeze veye ilçe başkanlığına git,vekiline mail at,telefon aç ama
sor...
Gitmişken bir sıcak çaylarını iç...
Çünkü o sıcak çayda senin sayende orada kaynıyor..
Senin orası o binalarda,makam arabalarıda senin..Bunu hep unutuyorsun....
Bir iki değil YÜZ kişi,BİN kişi ol ve Tepki ver...
Ülkenin kanunlarına saygılı biçimde yapılacak ne varsa yap!
Biliyorum kimse kimseye ZORLA birşey yaptıramaz...
Ama artık İÇİNDEN GELSİN be güzel kardeşim...
"CUMHURİYET içinde güzel insanların CESUR yüreği olduğu için şereflidir...
"...GÖSTER ARTIK ŞU CESUR YÜREĞİNİ"...

Bu yazıyı okuduğun ülkenin yönetim şekli CUMHURİYET...
70 Milyonluk ülkede kaç kişi bunun farkında?
Normal şartlarda bu sorunun cevabı 70 Milyon olmalı değil mi? Bunun böyle olmadığını artık sende biliyorsun...
Belki de sende ONLARDANSIN...
Onlar mı?
CUMHURİYETE İHANET EDENLER...YOK SAYANLAR...Nimetlerinden faydalanıp inkar edenler...
Ne oldu?
Sinirlendin mi?
Senin yüzüne söylemediler mi NEYE BENZEDİĞİNİ?
Ben söyleyeyim ister misin? (cevabın umrumda bile değil)
Sen İĞRENÇ bir şeye benziyorsun ama adını koyamıyorum.
Hayvan desem o masum sincapa,kuşa,balığa,eşeğe haksızlık etmiş olurum...
Sen hiç nankör yunus ya da vefasız köpek gördün mü?

CUMHURİYET 29 ekim 1923 te kurulmadı biliyor musun?
Çok daha uzun yıllar önce ANADOLUNUN bağrında atıldı temelleri..."HALKIN kendi kendini yönetmesi"..bu tanımı bilirsin...en azından ezberlemişsindir değil mi? Ama gerçek HALK ,öyle kömüre-bulgura- oyuncağa tav olup,istemediği bir zihniyete oy verip yönetilen sonrada AĞLAYAN halk değil..
Adam gibi Kadın gibi HALK...
Onlar bu ülkedeki bir çoklarının anası,babası,dedesi,ATASIYDI...
Hala Padişahlığı öve öve bitiremiyorsun.Belkide aklın yerinde değilse hala padişahlık dönemlerindeki gibi yönetilmek istiyorsun.
Allah için düşün,sen PADİŞLAHLIK döneminde nasıl yönetildi bu ülke biliyor musun?
Bir iki örnek vereyim hala Cumhuriyet yerine böyle bir düzende yaşamak istiyorsan sana söyleyecek tek bir lafım olmaz(ama böyle bir düzeni getirmek istersende tam karşında bizi bulursun)..
"Öncelikle heryerde sen çalışacaksın sana sigorta falan yapamam..
Ne oldu hakkın falan olduğunu mu düşünmeye başladın?
PADİŞAH benim (hatta halifede benim,saltanatta bende) Ben ne istersem onu yapacaksın..İtiraz mı edeceksin? "Tez başı vurula" dediğimde artık kellen yok! Malk mülk davasında haksızlığa mı uğradın yürü git KADI efendiye...%100 haklı olduğun bir konuda KADI seni haksız mı buldu? Sinirlenme,kızma bunu sen istedin...SALTANATI bana verdin..."Herşeye SEN hakimsin" dedin..Hatta saltanatı kaldıran ATATÜRK'e hakaret bile ettin ve ediyorsun...Bu yıl ürün az mı çıktı ya da kazancın az mı oldu? Bana ne..Ben vergimi kuruşu kuruşuna alırım...Ailen açmış,tokmuş beni ilgilendirmez...Benim tek bildiğim İSTANBUL...ben ANADOLU'DA yaşayan halkımın ne durumda olduğunu bilmem...Canım bir iki ülke daha katmak istiyor topraklarıma;hadi hazırlan SAVAŞA gidiyoruz...Ne! duyamadım ,evde 4 çocuk iki de eş mi var? Bana ne...SAVAŞA gidiyoruz ve sen geleceksin..İtirazın sonunu biliyorsun...SAVAŞ aylarca sürebilir..Ben sıcak otağımda kuzu biftek yiyip,şarap içerken sen onbinlerce askerle birlikte soğukta somun kemir,su iç..Gece fazla gürültü yapma çünkü HAREMİMDEKİ 50 cariyenin 6-7 tanesini yanımda getirdim ve her türlü fantezi benim hakkım..
Var mı itirazın?
Bu arada senin bacılarından birine de göz koydum..HAREME alacağım...
VAR MI İTİRAZIN?...
Benim herşeye hatta halife olup İSLAM ALEMİNE bile hakim olduğumu sen söyledin bana.."Padişahım çok yaşa" diye coşmadın mı?..Her şeye hakim olan ben bacını mı alamayacağım?"...Bu senin öve öve bitiremediğin zamanlardan küçük bir kesit sadece..Burada yazılanların doğru olduğunu herkes biliyor..bilmiyorsan öğren!....

CUMHURİYET düşmanı mahlukat ,sen böyle bir saltanatı yüzyıllarca sürdüren bir zihniyeti canlandırmaya ve yaşatmaya çalışıyorsun...Ve ateşle oynuyorsun ve sonunda yanacak olan ben olmayacağım...Şunu unutma ki bu rezilliğe şerefli ANADOLU halkıda dayanamadı...sabretti...sabretti...bekledi...kendisini kurtaracak cesur liderini aradı yüzyıllarca...Ve o aradığı lider kendi içinden çıktı...
Öz evladıydı o büyük adam...
O büyük adama ATATÜRK dedi..
Sahip çıktı...
Destek oldu...
Vefa gösterdi...
Kandırmadı...
Yanında oldu...
Onun cesareti ile güç buldu...
BİRLEŞTİ...
Onun küçük bir kıvılcımı ile DÜNYAYI YAKTI...

Her şeyde olduğu gibi bu işide kendi çıkarına çevirmek için Yüce Allahı,kitabı karıştırcaksan şunu hemen belirtmek isterim; Tüm evreni,canlıyı,cansızı ALLAH yarattı diyorsun.kabul ediyorsun..Her olayın geçmişini,geleceğini ALLAH bilir ve o ne isterse olur diyorsun...Tamam ,bizde bunu kabul ettik...
O zaman ATATÜRK ü ve CUMHURİYETİ kim yarattı?
Tüm o mücadele ve kahramanlık,özveri,vefa,acı,başarı nasıl oldu?
Tüm bunlarda ALLAHTAN değil mi?
Yok değil diyorsan senin gerçekten ciddi sorunların var kardeşim ve BİZ senin akıl sağlığının yerine gelmesini bekleyecek değiliz...İşin diğer bir yanı ise sen BİREY değil misin? Senin düşüncen,fikrin,görüşün yok mu? Yanlış ve yanlı dayatmalarını kabul ettirmek için İSLAMİYETİ durup durup işin içine sokma...
DİNİ ALET ETME KÖTÜ EMELLERİNE...
Dinimi böyle şeylere alet edip kirletme...
Yıpratma...
Girme Allah ile arama...
Kendimce yaşarım dinimi, Allah isterse cennete giderim ya da cehenneme...Sana ne benim hangi tarafa gideceğimden...
Sen tüm yaptıklarından sonra CENNETE gideceğini mi sanıyorsun?
Ben bilemem ALLAH bilir...Ama sen benim gibi düşünen MİLYONLARI dinsiz ilan edip cehenneme bile gönderdin...
Hangi cürretle?
Sen hiç aynaya baktın mı?
"DİNİ SÜREKLİ İSTİSMAR EDEN VE KULLANAN" siyasi partilere oy veren sen hangi cürretle benimle ALLAH arasına giriyorsun?
İstersen 5 değil 15 vakit namaz kıl?
Bir değil 10 kere hacca git..
Böyle olaylarda ben sana kötü bir şey demiyorum hatta "ALLAH KABUL ETSİN" diyorum...Sen benim namazıma ,orucuma karışıyorsun...oruç tutmazsam dövüyor,namaz kılmazsam DİNSİZ diyorsun..islam dininin emri olmayan (başka dinlerde olan) Türbanı takmayan kardeşime,anama,sevgilime İFFETSİZ diyorsun..
Hangi cürretle?
Böyle kötü şeyler Kuran'ın neresinde yazıyor?...
Bu arada şimdi ki yeni oyun TÜRBAN adlı üniformaya BAŞÖRTÜSÜ demek..
Yok öyle,o üniformanın adı TÜRBAN...Anamın,tarladaki bacımın giydiğinin adı başörtüsü bunu asla unutma!...
Sapık ve ATATÜRK düşmanı HOCAEFENDİLERİN yazdığı kitaplardan başını kaldır ve aklını,varsa kalbini kullan...Tabi birde o cemaat kumpasından kendini kurtaracak cesaret lazım...Sen KÖTÜ YOLA düşmüşsün ama bunu görmeye cesaretin yok...Kaynağı belli olmayan paralardan sende payına düşen kırıntılar ile hayatını sürdürürken bir kere düşün; "ÇOCUKLARIMIN BOĞAZINDAN GEÇEN LOKMALAR helal mi haram mı?"
Benim içtiğim ya da içmediğim içkiden sana ne...Eşimin ya da sevgilimin eteğinden,
mayosundan sana ne...
Bu arada gözlerin niye hep oralarda?
Sen ADAM gibi yolda yürüyemez misin?
BİZ on yıllardır sürdürdüğün saçmalığa tahammül etmeye çalışmakla suç mu işliyoruz? Tüm dünyada kullanılan RAHİBE kıyafetini ALLAHIN emri gibi dayatmaktan bıkmadın mı? (Tövbe tövbe,sabır ver Allahım)

Neymiş biz CUMHURİYET BAYRAMINI KUTLUYORMUŞUZ?
Kim bilir ne kadar seviniyorsundur...son 8-9 yıldaki 29 Ekimler hep senin ve senin gibilerin eseri!
Gittikçe azalan kalabalıklar,senin gibi yöneticiler sayesinde sudan sebeplerle ertelenen ya da iptal edilen törenler,mecbur olduğu için ANITKABİR'DE DİKİLMEK ZORUNDA olduğunu söyleyen mahluklar...
Yılın 364 günü bekleyip 29 Ekimde kaçacak delik arayanlar ve kaçanlar...
Makamı yüzünden konuşma yaparken yüzünde hiçbir ışık,neşe ve heyecan olmayan kişiler...
29 Ekim'e inat aynı gün yapılan DİNİ TOPLANTILARDA yuvalanmış Cumhuriyet düşmanları,din sömürgecileri...
Senin insanlığından bile şüphe ediyorum...Biz Cumhuriyet Bayramında stadyumda TÜRK BAYRAĞI taşıyan ortaokullu ya da liseli kızımızı alkışlarken ve gözümüz dolarken sen o bayrağı taşıyan kızın ETEĞİNE,BACAKLARINA bakıyorsun...Ertesi gün senin ülke düşmanı gazetelerin "19 mayısta ya da 29 ekimde yine AHLAKSIZLIK YAPILDI" diye başlık atıp o namuslu çocukların resimlerini erotik resim yayınlar gibi yayınlıyor...Sizin bu konulara olan ilginiz nereden geliyor? Bizim beynimiz yukarıda, sizin ki neden aşağıda!?..

Bu ülkenin değerlerine sahip çıkan ve koruyan milyonlar yaptıklarınızdan sıkılmaya başladı ve sabrıda taşmak üzere!! Tüm yapılanlara tarafsız gözle bakanlar görecek ki burada ÇOK AĞIR BİR TAHRİK ve KIŞKIRTMA var...
Yazılan makalelerle,atılan başlıklarla,yapılan dizi filmlerle,çakma haber bültenleri ile kendi yetiştirdiği ve eğittiği! adamların kürsülerde yaptıkları konuşmalarla...sürekli hedef gösterme,kışkırtma,saptırma ve tüm bunları LEGAL bir zemine oturtmak için yapılan DİN İSTİSMARI...

Milyonlara HUZUR veren bir tek DİN vardı onu da yok ettiniz,saptırdınız,kirlettiniz ve tanınmaz hale getirdiniz...Kendi sapık ve iğrenç düşüncelerinizi kabul ettirmek için hadisleri ya da Kuranı kullanacak kadar insanlıktan çıktınız...Yüzyıllardır sayısı ve içeriği değişmeyen hadisler ve Kuran-ı Kerim son 30-40 yılda nasılsa artmaya başladı...Sözde din büyüğü denilen kişiler içinde bulunduğu yığının din dışı taleplerini peygamberin hadisleri arasına serpiştiriverdi..Sorgulamaktan korkan tertemiz müminler ise yıllar sonra Hz.Muhammed ile ilgisi bile olmayan çakma hadislerin savunucusu oldu...sayısı 300-400 olan hadisler 500 oldu,600 oldu..bakalım daha ne kadar artacak! Bu olayın daha ayıbı ve iğrenci bu yöntemi Kuran-ı Kerime uygulamaya başladılar...Herkesin bildiği bir klişe vardır; "Kuran-ı Kerim yüzyıllardır tek bir harfi bile değişmeden günümüze geldi" Artık buna çocuklar bile gülüyor...Kendi iğrenç düşüncelerini ALLAHIN KELİMELERİnden oluşan Kuran-ı Kerim'in arasına,sağına soluna eklemekten bıkmadılar...Kılıfta hazır; YORUMLUYORLARMIŞ! eskiden sayfa sayısı bile değişmeyen Kuran artık yayınevinden yayınevine 50-60 sayfalara varan değişimlere uğramıştır...Hele belli cemaatlerin elinden çıkan Kuran-ı Kerimi tanımak bile mümkün değil...11-12 yaşında bunları okuyan masum çocukların önüne yıllar sonra gerçek hadisleri ve Kuran'ı koysak bile artık çok geç olmuş oluyor...ÖNYARGI ile gözü,beyni ve kalbi kapanmış çocuk artık birey bile olamadan çirkin emellerin oyuncağı haline gelmiş oluyor...
Ondan sonra ATATÜRK ve CUMHURİYET düşmanı haline gelmiş bir nesile kalkmış bir şeyler anlatmak için kendimizi helak ediyoruz...Bu yüce değerleri anlatmak için karşına aldığın kişi İSLAMİYET ile ilgisi olmayan şeyleri savunup,hocaefendilerin uşağı olmakla CENNETE gidip HURİLER ile oynaşacağının hayali ile yaşıyor..

Biz bu insanlara CUMHURİYETİ nasıl anlatalım?

Ülkemiz kabul edilmesi güç ve büyük bir tehlike altındadır...Bu tehlikeyi görmezden geldiğimiz hergün biraz daha kaybediyoruz...TV ekranlarında,miting alanlarında,internet sitelerinde YÜZBİNLERCE insan ATATÜRK'ü sevmediğini,CUMHURİYETİ kabul etmediğini, LAİKLİĞİ asla kabul etmeyeceğini açık açık ifade etmeye başlamıştır...Bu işe de kılıf bulup "İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ" kelimesi ile oyun oynamaktalar...Tıpkı PKK'lılar ve onların sempatizanı PKK'lılar gibi...

ATATÜRK,CUMHURİYET ve LAİKLİĞİ özümsemeyen,kabul etmeyen ve ilk fırsatta kaldırmaktan söz edenlerden TÜRKİYE CUMHURİYETİ vatandaşı olmaz...
Bu iş aynen şuna benziyor; Adam Hz.İsayı çok seviyorum der,sabah akşam İncil okur,pazar günü kiliseye gider ondan sonrada çıkar BEN MÜSLÜMANIM der...
Bu kadar pişkin,yalancı ve riyakar insanların olduğu bir ortamda bizim ne kadar üzüldüğümüzü yine biz biliriz...

Üzülüyoruz çünkü kendi içimizden çıkan insanımız ülkesine İHANET ediyor...Bir yerlere güvendiği açık ama o güvendiği yerlerin gelip geçici olduğunu hala anlayamadı...Şu anda dokunulmayan suçluların eninde sonunda soğuk parmaklıklar arkasında olacağı gerçeğini hala kavrayamadı...Böyle mahluklara destek verenlerin geldiği son aşama çok acı..Suçun büyüğü kıymetli olduysa o ülkede artık rejimin güvenliği tehlike altında demektir...
Şöyle ki adam TRİLYONLAR çalmış ve arkasından gidip onu alkışlayanlar var.Bu adamlara destek veren kişinin cebinden 10 TL sini çal seni oracıkta linç bile eder..Ama kendi alınteri olan TRİLYONLAR çalınmış kişiyi baştacı yapıyor...

Niye?

Gözümüze sokar gibi Cumaya gidiyor ya da durmadan DİNden söz ediyor diye? Sen bu kadar basit ve küçülmüşsün be kardeşim! Sana Müslümanlık bile yakışmıyor (Görevi ihmal, Zimmet, Kamu taşıma biletlerinde kalpazanlık, Resmi evrak ve kayıtlarda sahtecilik, cürüm işlemek için teşekkül oluşturmaktan davası olan kişilerin arkasından nasıl gidersin?) ...
Diğer yanda hain ve kalleş bir TERÖR örgütü peşinden giden milyonlar...Evet kimse itiraz etmesin ama arkalarında milyonlar var...
İşte bu SORUN o yüzden çok BÜYÜK...Şerefsiz bir bebek katiline SAYIN diyen ve ona sevgisini göstermek için ellerinde resimler ile sokağa dökülen YÜZBİNLER ne zamandır partili oldu?
Suçu ve suçluyu övme diye bir kanun var..Bu kanun neden uygulanmaz?
Gözaltına alman gereken kişi sayısı ONBİN KİŞİ ise alacaksın...
YÜZBİNSE yüzbinini birden gözaltına alacaksın...
O yüzden sana DEVLET deniyor...
Bu hain terör örgütü yıllarca bebekleri,çocukları,kadınları parça parça etti...Köyleri kasabaları yaktı...Şehirleri bombaladı...ASKERİMİ daha 20 yaşında iken öldürdü ve öldürüyor...Bu katillere sevgi gösterisi yapan yüzbinler içinden bir kişiyi seçsek ve "senin kardeşini,abini,ablanı" öldürdüm desek ne olur?
Seni orada lime lime eder...
Ama 30 bin vatan evladını KATLEDEN,Yüzbinlerce yavruyu babasız,onbinlerce eşi kocasız,sevgiliyi yarsız,onbinlerce ana-babayı evlatsız bırakan teröristi seviyor ve savunuyor bu mahluklar...

Sana İNSANLIK yakışmıyor kardeşim...(kardeşim demekten bile midem bulanıyor) Neymiş dağda 2000,Irakta da 3000 Terörist varmış...Hadi ordan! Bu yalanlar ile hala vatandaşı uyutanlar kime ve nereye hizmet ediyor? Biri çıkmış "SUÇA BULAŞMAMIŞ" PKK LI KARDEŞİM GEL SANA İŞ AŞ VERİP SALIVERİCEM DİYOR.....
Bu söylem kadar komik,bilinçli ve acı bir söylem olamaz...Dağda bayırda PKK ın inlerinde,mağaralarında yaşayan hainler nasıl "SUÇA BULAŞMAMIŞ" kabul edilir? Bu hainler aylarca,yıllarca dağda ÇİÇEK Mİ TOPLUYOR,İNEK Mİ OTLATIYOR?...neymiş eline silah almamış,suça karışmamış...

Ey sorumlular bu iş artık sıkmaya başladı!

Şerefli Türk ordumuzda askerlik yapan vatan evlatları çok iyi bilir bir ORDU nasıl ayakta durur ve savaşır..
Kimisi mutfakta yemek yapar,kimisi tuvalet temizler,kimisi yazıcı olur masa başında,kimisi sıcakta-soğukta dağda,bayırda eğitimde....
Dağda hainler ile çarpışan vatan evladı akşam olunca aynı koğuşta yattığı Bolu'lu askerin yaptığı yemek ile karnı doyar...
PKK lı hainleri temizledikten sonra rahat bir uyku için gittiği koğuştaki yatak çarşafını başka bir arkadaşı yıkamıştır..
Onlar bir bütündür..
Ve tümüne birden ORDU denir..
Biri olmadan diğeri olmaz...

Tüm bunların ışığında şu çok açıktır; "SUÇA BULAŞMAMIŞ" PKKlı olmaz...Bu hain örgüte katılmaya karar verip,dağa çıkıp yemek yapan,çamaşır yıkayan ve geceleri teröristin yatağında oynaşanda,gözcülük yapanda,erzak temin edende,para gönderende,propaganda yapanda,öyle ya da böyle HER TÜRLÜ DESTEK VERENDE ; TERÖRİSTİR...

Bu gerçeği kabul etmeyince bak neler oluyor; Hain PKK lı yol kenarındaki evinden çıkıyor,her gün evin önünden geçen askeri aracın ne zaman geçeceğini adı gibi biliyor..Bombasını koyuyor ve tekrar evine gidiyor..Şerefli vatan evladı askeri aracı ile geçerken hain planını gerçekleştiriyor...Ana kuzuları şehit ya da gazi oluyor...Sonra? Biz çıkıp dağda PKK lı arıyoruz...Bu esnada şerefsiz PKK lı evinde sıcak çayını içip belkide olanları izliyor penceresinden! Bir çok olayda bunun olmadığını kimse inkar edemez...

Bunu bilerek dile getirmeyenlerin tek amacı ŞEREFLİ ORDUMUZU güçsüz ve beceriksiz gösterip,pes ettirmek...
Bu oyuna asla gelmeyin..
2000 Yıllık tarihi olan dünyanın en güçlü 3. ordusu bir kaç çapulcu önünde asla eğilmez...

Dağdakiler dışındaki PKK lılarda HER ŞEYE RAĞMEN hak ettikleri cezaya çarptırılmalı...Zaman zaman idamdan söz edilince kimi aydın çevreler ayağa kalkıyor...İNSAN HAKLARI falan demeye başlıyor...İdam Cezası geri gelir ya da gelmez...
Ama şunu sormak lazım; 20 yaşındaki ana kuzularının bacağı kopuyor,eli yok oluyor,başı yerinden çıkıyor,gözü kör oluyor,bomba ile 10 parçaya ayrılıyor vücudu,tüm bunlarda sesi çıkmayan sözde aydınlar BEBEK KATİLİ APO nun idamından söz edilince AYAĞA KALKIP gösteri yapıyorlar...o aydın bozmalarına şunu ifade etmek isterim; Olayı abartmaya gerek yok,altı üstü 30 000 Kişinin katili olan bir adamın kafasına bir ip geçirecekler ve bir iki dakika sonra başı morarıp nefessiz kalacak hepsi bu kadar...o

İNSAN HAKLARI masalını oğlu 10 parça olduğu için naaşı bile bulunamayan ŞEHİT AİLESİNE anlat bakalım sana ne diyecek?...
Neymiş ANALAR AĞLAMASINMIŞ...
Ama iki tarafında!
Neyin tarafı kardeşim...
ŞEHİT anası keşke ağlamasa ama bu imkansız....
O ana ve baba artık o saatten sonra zaten yaşamıyor ki....
Hergün onlarda ölüyor...
Öte yandan PKK ya sevgi gösterisi yapan ananın oğlu kendisinin bilgisi dahilinde dağa çıktıysa ve öldüyse o PKK lının anası AĞLASIN,umrumuzda bile olmaz...
PKK anasına gösterilen empati şehit anasına neden gösterilmez?
Bu nasıl bir hainliktir akıl almıyor...

Şurası çok açıktır ki yıl 2009 ve Türkiye Cumhuriyeti "DİNCİ CEMAAT ÇETELERİ ve PKK" kıskacı arasında kalmıştır...
Artık aklınıza gelecek her yerde olan bu sinsi ve hain oluşum ülkeyi karanlığa sürüklemekte,ortalığı karıştırmakta,insanlara işlemedikleri suçları atıp karalamakta ve bu arada gündem değiştirip kendi çirkin emellerini bir nakış gibi işlemektedir...Halkın GERÇEKLERİ görmesi için gerekli yayın organları hızla azalmakta ya da el değiştirip etkisiz kılınmakta...Yargı ,ordu ve muhalafet çirkin kumpaslar altında ezilmeye çalışılmaktadır...
Halkın bir kısmı tüm bunları gördüğü halde bu oyunu tezgahlayanlara hala destek vermektedir ki bu çok VAHİM BİR DURUMDUR...Bir takım yeşil sermayeli basın-yayın organları hala tüm olumsuzlukların sorumlusu olarak eski cumhurbaşkanlarını,emekli yargı üyelerini,ölmüş siyasetçileri ve sayıları ON MİLYONLARCA OLAN LAİK TÜRK HALKINI görmekte hergün hedef tahtasına oturtmaktadır...Bunlara DUR demesi gereken aktörler ya GEZMEKTE ya da KONUŞMAKTADIR...Bulundukları yeri sadece işgal ettikleri aşikardır...
Psikolojik Harp tekniklerini çok iyi uygulayan bu oluşumların sahip oldukları KİRLİ SERMAYE MİLYARLARCA DOLAR olduğu gerçeğinden hareketle bu kışkırtma ve hedef göstermelerin daha uzun bir süre daha süreceği acı bir gerçektir...
En kötüsü halkın bir bölümü "DİNCİ CEMAAT ÇETELERİ ve PKK" oluşumunu doğal karşılamaya başlamış ve TEPKİSİZ kalmıştır...Tepki veren kişi ya da kurumlar azalmakta ya da sesleri yandaş medyadan dolayı DUYULMAMAKTADIR...70-80 yaşındaki çınarlar "hapse girsem bu yaştan sonra ne fark eder" mantığı ile GERÇEKLERİ haykırmakta ama GENÇLER arkalarından gidecek kadar CESUR değildir...(Gerçekleri dile getirmekle hapse girmek yan yana gelmiş,daha ne diyelim) Kendisi her konuda atıp tutan hatta hakaret eden zatlar,kendileri için söylenen her söz için tazminat davası açıp para kazanma yoluna gitmektedir...HİÇBİRŞEY yapmayan kişilerin işgal ettiği yerlerin yapmadığı şeyler yüzünden aksaklılar olmakta ama SUÇLU yine bunu dile getirenler olmakta...Halkın bir kesimi İSLAM DİNİNİN savunucu olarak bir siyasi partiyi görecek kadar aciz bir duruma gelmiş ve bundan vaz geçecek gibi görülmemektedir...(bu kesimin artık MÜSLÜMANLIĞI tartşılır hale gelmiştir..)
ULU ÖNDER ATATÜRK ü yerden yere vuran kişiler SAYGI GÖRMEYE başlamış,PKK lılara mikrofon uzatılıp görüşleri sorulmakta ya da yandaş medyadaki programlarda KONUK olmaktadırlar...Her zaman doğruları söyleyen kişilerin bir açığı bulunamayınca namaz-ezan-türban-içki gibi konular altında ezilmeleri için garip suçlamlar yöneltilmekte ve ASLA ÖZÜR DİLENMEMEKTEDİR...(6-7 Eylülde,80 darbeside bunların karanlık elleri sayesinde olmuştur...Bir düşünün 80 darbesi öncesinde Sağcılar ve Solcular birbirine küstürülüp çatıştırıldı ama bunlara hiçbirşey olmadı...Girdiler,ortalığı karıştırdılar ve görevlerini yapıp pusuya yattılar) Sonrasında sağcısı solcusu hapiste çürürken DİNCİ CEMAAT aktörleri birer birer ve HIZLA basamakları aştılar ve köşe başlarını tuttular..DİNCİLİK ve KÜRTÇÜLÜK oyunu ile bu aşamaya kadar geldiler...Ve 30 yıl sonra iki kesim yeniden bir arada hatta omuz omuza..Arada birbirlerine kızarmış gibi yapıyorlar ama PLAN çok iyi işlemekte...

Artık görün şu planı ve BOZUN!

Artık CUMHURİYET bayramları buruk geçiyor...Bunu 8-9 yıl önce biri söylese inanmazdık ama şimdi acı bir gerçek...Anıtkabire gidiyorsun sana TAPIYOR diyorlar ya da ÇAKMA ÇETE oluşumları içinde olduğunu iddia ediyorlar...Bölücü medya bu kutlamalar dahilindeki BALOLARDAKİ dansa ya da içkiye laf atıp,karalıyor...Sorumlular CUMHURİYET bayramında bir yerlere kaçmaya çalışıyor...Bayramda camiilerimize şerefli TÜRK BAYRAĞI asalım diyoruz; "DİN ELDEN GİDİYOR "diye isyan ediyorlar(İslamiyet camiye bayrak asmakla yıpranmayacak kadar yücedir)...
1920 lerden beri hala insan bile olamadı bunlar bir de Müslüman olduklarını sanıyorlar! Kuvayi Milliye Ruhunu başlatan ATATÜRK'ÜN çok sevdiği illerde ATATÜRK büstü kırılıp,tekmeleniyor ve kimse yerden kaldırmıyor...Hain Terör Örgütü üyelerini 100 bin kişi karşılayıp,500 bin kişi gece eğlenceler düzenliyor ve biz bu YIĞINLARA hala vatandaş diyoruz....

CUMHURİYET bayramı için evinin balkonuna TÜRK BAYRAĞI asınca başıma bir iş gelir mi?diye aklından geçiriyor yüzbinler...

Bu aşamaya nasıl geldik biz?

CUMHURİYETİ Kim Ayakta Tutuyor?

1923 ten beri ayakta duran CUMHURİYETİMİZİ;
Rüşvet yemeden görevini yerine getiren Manisalı memur Metin, sadece dini ve güzel ahlakı anlatan İzmirli İmam Hüseyin, dağ başında ATATÜRK'Ü,LAİKLİĞİ,VEFAYI anlatan İstanbullu öğretmen Emine, tarlada saatlerce çapa sallayan Adanalı çiftçi Kemal,Sadece görevini yapıp herşeye göğüs geren astsubay Ali ve Subay Vedat, para için kalemini satmayan gazeteci Mustafa, sermayesini cemaatlerin hizmetine sunmayan, işçisinin hakkını yemeyen Konyalı işadamı Kaan, gerektiğinde para bile almadan hizmet veren Hataylı doktor Mehmet, haklının yanında olan ve doğrulardan vaz geçmeyen Ankaralı avukat Deniz, 80 yaşının getirdiği her türlü zorluğa rağmen bir çok etkinlikte dimdik durarak birilerine bir şeyler anlatmaya çalışan Denizli'li emekli memur Hamit, onuru ile görev yapan Tekirdağlı Savcı Volkan, herkese eşit davranıp sadece görevini yapan Yozgatlı polis memuru Uğur, yanlış gördüğü şeyleri her ortamda söylemekten vazgeçmeyen Malatyalı Mühendis Osman...Kimsenin uşağı ya da maşası olmayan Samsunlu bürokrat Ahmet ve onlar gibi MİLYONLAR...

Onların varlığı bu ülkeyi ayakta tutuyor...

Sürekli ortalığı karıştıran ve bölmeye çalışan aktörler oldu bu ülkede...
Daha Kurtuluş Savaşı sırasında bile vardı bu aktörler ve hepsi de öz vatandaşımızdı...Damarlarında asil kan olmayan bu aktörler şimdi iyice azıtmaya başladı..En büyük gücüde bizlerin tepkisizliğinden alıyorlar...Cumhuriyeti savunmayı,sahip çıkmayı bayrak sallamak ya da rozet almak sandı bir kısmımız ama sanırım artık yanıldıklarını anlamışlardır...Aslında onlarda haklı çünkü Tıpkı Atatürk gibi onlarda ihanete uğradı...hatta uğradık...
Bir ezberi daha bozma zamanı geldi..
Biz sadece PKK lılara bölücü dedik ama bölücülüğün bir çok türü var...PKK bu işi Kürtçülük ve silah ile yaptı...
BÖLÜCÜLÜK;halkı ayrıştırmak,ayırmak,bir kesimi üstün kılmaya çalışmak ve en sonunda BÖLMEK...ya da daha ilerisi hakim olmak...Bir yumuşak karın bulunur ve onun üzerinden halk önce ayrışır sonra bölünür...
PKK dışında diğer tehlike DİNCİ TEZGAH....Bu sefer kullanılan yöntem tüm insanlığın ihtiyacı olan bir şey,huzur vermesi gereken ve insanları ahlaklı yapması gereken Dini inançlar...İslamiyeti istismar ederek halkı dinci-dinsiz,örtülü-örtüsüz,cumaya giden-gitmeyen gibi yaftalarla milleti ayıran ve bölen karanlık eller var bu ülkede ve işin en acı tarafı bunların kim olduğunu herkes biliyor! Bu karanlık eller kendilerini Allahın avukatı yada Hz.Muhammedin sözcüsü sanıyorlar...Bizlerin Allaha olan saygısından ağzmıza gelmeyen şeyler bu kesimde normal olmuş..Bir tarafta bir yolunu bulsa peygamberliğini ilan edecek sapık bir hoca bozması (ki müritleri peygamber kabul ediyor onu),Bir tarafta kendisini İslam Aleminin ağır abisi sanan siyasi bir maşa,diğer yanda bunların ortasında kalmış şehit katili bir başka siyasi maşa ve onların küçük aktörleri, yandaşları,yalakaları,
aydınları...
Bolca mali kaynak ve bunların peşinden giden düşünce yetisi olmayan yüzbinler...
Bu oluşumda BÖLÜCÜDÜR...
Bu gerçeği kabul etmediğimiz sürece hiçbir şeyi çözemeyiz...Ne bugün ne de yarın!

ATATÜRK'ü sevmek,Şehit ve Gaziye sahip çıkmak,LAİKLİĞİ ve ÜNİTER-ULUS DEVLET yapısını savunmak,yargıya ve orduya destek olmak ve İslamiyeti gönlünce yaşayıp kimsenin dinine karışmamak SUÇ ya da YANLIŞ algılanır olduysa bu ülkede artık TEHLİKE kapımızı çalmış evimize girmek üzere demektir...

Bir yerden başlamak istiyorsanız sizi temsil eden ya da edeceğinize inandığınız siyasi parti,sivil toplum örgütüne gidin ya da bir şekilde (mail,telefon,mektup..) tepkinizi gösterin..."Ben seni o makama getirdiysem benim sesim ol diye" demeniz sizin en doğal hakkınız.
Telefonu açan yoksa parti binasına gidin..
Vekilinize gidin..
yoksa çağırtın!
Evet, siz oraya 10 kişi gidin oturun bakalım orada neler değişir...Yüzlerce namuslu ve satılık olmayan GAZETECİ var bu ülkede..Onlara tüm istek ve tavsiyelerinizi iletin...Kendi e-mail ağınızı oluşturun ve bilgi paylaşımı yapın...Ortak bir refleks oluşturun...Yandaş medyadan olmayan büyük bir gazeteci ordusu var sizleri bekliyor (İnternet gazeteleri dahil..)...Gazetesini aldığınız medyayı siz ayakta tutuyorsunuz ve bir noktadan sonra sizlerin onurlu sesi olmak onların asli görevi...Size tüm bunlar zor ve uğraştırıcı geliyorsa lütfen ŞU ÇILGIN TÜRKLER ya da DİRİLİŞ gibi başyapıtları okumayın hatta varsa yırtıp atın ya da birisine bağışlayın..Çünkü oradaki şeyler size masal gelmiş ve hiçbir ders almamışsınız demektir...verdiğiniz parayıda helal edin gitsin...
Sanırım anlatmak istediğimi anladınız...
Bir şeyler yapın çünkü "CUMHURİYETİN SİZE İHTİYACI VAR"...
Siz bugünlere CUMHURİYET sayesinde geldiniz şimdi o zor durumda ve size ihtiyacı var...CUMHURİYET tepeden inmedi ve ancak emek,vefa ve birlik olmak onu ayakta tutabilir...

Bu bölücülerin o kadar çok ortak noktası var ki...Birisi 6 aylık bebeği katledip BARIŞTAN,İNSAN HAKLARINDAN söz edecek kadar adi ve şerefsiz,bir diğeri ATATÜRK'e olan kinini ve CUMHURİYET e olan düşmanlığını her fırsatta dile getirdiğini tüm ülke bildiği halde hala ATATÜRK ve CUMHURİYETin bekçisiyiz diyecek kadar insanlıktan çıkmış...Bu kadar insanlıktan çıkmış istismarcı içinde en zoru NAMUSLU OLMAKTIR...Ama biliyorum ki siz namuslusunuz...Aslında yapılacak olan o kadar basit ki...

CESUR OLACAĞIZ ve ASLA KORKMAYACAĞIZ...
BİRLİK OLUP BİR ARAYA GELECEĞİZ...
asla birbirimizi yanlız bırakmayacağız...
ve BİLGİ AKIŞINI yani iletişimi hep açık tutacağız...

Çağın gereklerini sende sonuna kadar kullan...Büyük bir bilgi ağını örneğin e-mail ile kurabilirsin..Gerisi sonra gelir nasıl olursa...Sen bir başla mutlaka arkası gelir...(denedik biliyoruz!) Bu çağrının amacı asla sana akıl öğretmek değil ama bizim sana ihtiyacımız var...Bu işte korkacak ya da sinecek bir şey yok aksine başın daima dik olsun çünkü eğer bir şeyler yapmaya niyetlenirsen bu ;
TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN TEMELLERİNE SAHİP ÇIKMAK olacak...
Ve bu ülkedeki en asil şey...Asıl bu işe karşı olanlar korksun ,bakalım bir süre sonra o yataklarında rahat uyuyabilecekler mi? Bir şehit anası "keşke bizim oğullarımızda dağa çıksaydı belki şimdi sağ salim dönerlerdi" diyecek duruma gelmişse ya da bir şehit kızı "benim babam niye öldü o zaman" diyorsa ve bu işin aktörleri tüm bu sözler için değilde PKK lılar için gözyaşı döküyorsa artık bir şeyler yapma zamanı gelmiş demektir...Lütfen kanunlar çerçevesinde bütün haklarınızı kullanarak birbirinizi uyandırın,bilgilendirin,bilinçlendirin,

BİR ARAYA GELİN ARTIK!

"İRTİCA İLE MÜCADELE EYLEM PLANI" diye birşeyler dolaşıyor...İlk bakışta gündem değiştirme ve TSK yı karalamada başarılı olduğu kesin..Yapanlar bir şekilde amacına ulaşmış gibi görünüyor...İş yargıya intikal ettiği halde yandaş medya işi dallandırıp budaklandırıyor...(bu bile kimin yaptığına bir delil olabilir belki) Burada gözden kaçan ve bu sahte olma ihtimali yüksek belgeden ÇOK DAHA ÖNEMLİ bir soru sormak isityorum; Bu hükümetin,devletin "İRTİCA İLE MÜCADELE EYLEM PLANI" yok mu?
Devlete,orduya sızmaya çalışan beyni yıkanmış cemaat üyeleri ile ilgili bir eylem planı yok mu?
Dinci örgütlerin,oluşumların devlete sızmaları nasıl engellenecek ya da engelleniyor mu? Örgüt evi gibi çalışan ve haklarında binlerce iddia olan bazı EVLER neden hala basılmadı? Onbinlerce öğrenci yurduna ihtiyaç varken bu ihtiyaç neden 7-8 yıldır giderilmedi de gencecik öğrenciler cemaat yurtlarına düştü?(60 Milyon dolarlık uçak parası ile kaç yurt yapılırdı?)
MİLYARLARCA DOLARLIK zenginliğin kaynağı nereden diye araştırıldı mı?
İRTİCA laikliğin en büyük düşmanı olduğuna göre bununla mücadele devletin görevi değil mi?
Neden uzun zamandır irtica ile ilgili bir baskın ya da basılan bir yerin haberi yok?
İrtica bitti de bizim mi haberimiz yok?
Bittiyse bu müjdeli haber niye bize duyurulmadı! O beladan kurtuluşu da bayram ilan ederdik...
İRTİCA İLE MÜCADELE ile ilgili 7-8 yıldır ne yapıldı?
Kaç kişi tutuklandı?
İRTİCA İLE MÜCADELE etmek askere düştüyse siz orada ne yapıyorsunuz?

Bir kaç satır sonraki satırlar TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN temelini oluşturan ANAYASANIN ASLA DEĞİŞMEYECEK maddelerinden birisi yani 2. madde:
"Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, LAİK, ve sosyal bir hukuk Devletidir..." Ülkedeki tüm vatandaşlar bilmelidir ki bu maddeleri öyle ya da böyle değiştirmeye çalışmak ya da işlevliğini bilerek yok etmek BÖLÜCÜLÜK demektir...Bu işi yapanlar ile PKK aynı safta demektir...Bu faaliyetlerin ortak adı VATANA İHANETTİR....bunu yapana da VATAN HAİNİ denir...
Bu gerçeği bilerek ülkesine sahip çıkan ONURLU vatandaşlar CUMHURİYETİ ayakta tutuyor...

İyi ki varsınız...

LÜTFEN bu güzel millete olan UMUDUNUZU ASLA KAYBETMEYİN!..

Sevgi ve saygı ile arz ederim...

en büyük sır...