21 Ağustos 2009 Cuma

21.08.2009 Seçme Alıntılar

HERKES MECBUR MU ?


“ Şimdi de malum “süreci” kim destekliyor, kim desteklemiyor davası başladı. “Desteklemiyor” iseniz bilin ki yakında -henüz denmedi ama- “hain” ilan edilebilirsiniz. Öyle yoğun bir baskı uygulanıyor. Nitekim Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Lideri Devlet Bahçeli, “Biz bu süreçte yer almayacağız” dedi diye kızıyorlar.



Desteklemiyorsa desteklemiyor. Mecbur mu sizin gibi, bizim gibi düşünmeye?



…Sayın Devlet Bahçeli’nin o kadar sabırlı olmak gibi bir mecburiyeti yok. Nitekim bugünkü hükümetin ulusal çıkarlarımızı kolayca başkalarına peşkeş çekecek bir zihniyet yapısına sahip olduğundan kuşku duyuyor ve koyunları kurda kaptırmadan önce herkesi uyarıyor. Ne var bunda? “ (Oktay EKŞİ, Hürriyet, 21.08.2009)




ZÜLFÜ YA DA 300 BİN DEVE KULAĞI !



“Kendisi gibi “omurgalı solcu” ve “omurgalı demokrat” kişilerin AKP’nin Kürt açılımına destek vermesini isteyen şarkıcı Zülfü Livaneli, Vatan gazetesindeki köşesinden başlatmak istediği “ticari açılım”da gazete okurlarının tepkisi üzerine “yanlış anlaşıldım” diyerek savunmaya geçti.



Vatan okurlarından gelen çok ağır eleştiriler nedeniyle gazetenin internet sitesinde şarkıcı Zülfü’nün yazılarının bulunduğu sayfadaki “okur yorumları” bölümü yayından kaldırıldı; Zülfü’ye erişim geçici olarak kapatıldı.



Bu arada şarkıcı Zülfü, “Özgürlük” şarkısını ulus ötesi bir cep telefonu şirketine satması konusunda da köşesinden ilginç açıklamalar yaptı. Magazin kulislerinde, cep telefonu reklamında kullanılmak üzere “Özgürlük” şarkısı için 300 bin dolar (yaklaşık 452 bin lira) ücret aldığı konuşulan şarkıcı Zülfü, “Özgürlük” başlıklı köşe yazısında bir magazin programında jüri üyesi olması için televizyoncuların önerdiği 120 bin lira aylığı geri çevirdiğini açıklayıp şöyle dedi:



“Kusura bakmayın ama benim kazanma potansiyelimin yanında, hayatımı devam ettirmek için çalışarak kazandığım para bir hiçtir. Hele çalıştığım edisyon şirketinin, cep telefonu şirketinden aldığı para devede kulak bile değildir.” (Deniz SOM, Cumhuriyet, 21.08.2009)



BARIŞ DÜŞMANLARI...



“Bu sürecin nasıl bir süreç olduğunu anlamış değilim.. Bir takım hazırlıklar yapılıyor.. Belli ki bir takım kararlar alınacak.. Paket gibi bir şey çıkacak.. Destek ver diyorlar..



“Neye?” diye sordun mu yandın.. Anında barış düşmanı oluyorsun.. Savaştan nemalanan hınzırın teki...



Adı demokratik açılım ama bir türlü açılamıyor.. İçeriğini kimse bilmiyor, merak eden de yok galiba.. Sus diyorlar, 25 yıldır böyle bir şey olmadı, bu iş çözülecek.. Boş bulunup da ‘hangi iş’ dersen ayvayı yersin.. Kesin barış düşmanısındır.. Adı demokratik açılım ama yöntem demokratik değil.. Tek kelimesi sızdırılmıyor.. Galiba ortada ‘tek kelime’ bile yok..



Ama sorarsan, devlet projesi.. Devletin tüm organları mutabakat halinde; Cumhurbaşkanı, Meclis, Hükümet, Genelkurmay, MİT, yüksek yargı, YÖK, aklınıza ne gelirse.. Denildiğine göre hemfikirler..



İyi de hemfikir oldukları ne? İşte onu söylemiyorlar, sorana da barış düşmanı diyorlar.. (Mehmet TEZKAN, Vatan, 21.08.2009)





NELER OLUYOR BUNLARA ?



“…Sezen Aksu da öbür işgüzarlar gibi açtı telefonu, ne olduğunu bilmediği konuda Başbakan’a “destekliyorum” deyiverdi. Başbakan, içini açıkladığı ve ne olduğu bilinen konularda dahi bu denli aydın-sanatçı desteği almamıştı.



Bu açılımın ne olduğu belli değil, Sezen Aksu telefona koşuyor: “Destekliyorum...” Neyi?..Belli değil...



Neler oluyor bunlara?.. “İyi bir şey” olduğunu mu hissetti sanatçı duyarlılığı?..



O zaman “kötü bir şey” olduğunu neden hissetmedi duyarlılık:



Türkiye AB’den uzaklaşırken, toplumumuz inanan-laik diye parçalanırken, “şüpheli” birisi cumhurbaşkanı olurken, Deniz Feneri’nden oğulların-dünürlerin inanılmaz yükselişine kadar vurgun yapılırken, iktidar partisi irticanın merkezi olurken, insanların yatak odalarına girip telefonları dinlenirken ve gizli faşizm korku salarken, eline ömründe silah almamış gerçek aydınlar hapishanelerde kendi canlarına kıyarken ya da canları alınırken... Nerdeydin a duyarlılık?.. Neler oluyor size?..” (Bekir COŞKUN, Hürriyet, 21.08.2009)





YOK YERE KIRILAN KALPLER VE LEKE !



“…Sezen Aksu çıtayı biraz daha yükseltti ve Başbakan Erdoğan’ın özel kalemini arayarak, “Açılım karşısında duranları iki cihanda da lekeli kabul ediyoruz” diyerek desteğini bildirdi.



Bilerek ya da bilmeyerek kendisini sevenlere hakaret etti.



Belki Sezen Hanım, “açılım”ın ayrıntılarını özel bir kaynaktan öğrenmiştir. Bu yüzden rahatlıkla destekliyor olabilir. Ama biz bilmiyoruz... Bir yandan da PKK ve “kardeşleri” her gün bir başka saçma taleple çıkıyor karşımıza!



Bu yüzden, “Eğer açılım böyle olacaksa, olmaz olsun” diyoruz...



Sonuçta da Sezen Hanım’a göre, “her iki cihanda da lekeli” oluyoruz!



Sezen Hanım, son not özellikle size: Bilin ki “lekeli” falan değiliz...



Umarım siz de sadece “zarf”a bakarak erken patlattığınız bomba yüzünden, “mektup” açıklandıktan sonra kendinizi lekelenmiş hissetmezsiniz!” (Mustafa MUTLU, 21.08.2009)







YAKINIMIZDA AMA UZAKTAKİ ADA



“…Geçmiş zar zor anımsanıyor Kuzey Kıbrıs’ta. AKP iktidarı sayesinde KKTC, Türkiye’ye benzedi...Orada da artık cami, Kuran kursları, okullarda din eğitimi tartışmaları yaşanıyor.



Atatürkçü aydınlığa karşı sesler yükseliyor. “Rumlara ayıp olur. Rumları gücendirir” diye heykeli eleştiriliyor.



…Evet, açıklanan rakamlara göre Kuzey Kıbrıs, Türkiye’nin beş sente muhtaç olduğu dar zamanlarında bile gönderdiği yardımlardan yararlanıyor. Maaş ve fazla mesai cenneti!



…Yaşam rahattır KKTC’de... Yıllık gelir Türkiye düzeyinin üstündedir.

Lakin bir kesim vardır ki KKTC’de; Rum kadar, belki Rum’dan daha fazla Türkiye düşmanıdır.

Koltuğa sahip olana kadar MA Talat’ın izlediği inkârcı politikalara sahip çıkan bir kesim. Türkiye’yi yadsır, askere işgalci, Türkiye’ye müstemlekeci der…



Der, demesine ama Türkiye yardımı kessin diyemez. Rumlara azınlık olma peşindedir. Kendi başlarına aydınlıkta bile yürüyemezler.



Fakat uyanık Kuzey Kıbrıs halkı, son genel seçimde AKP’nin Kıbrıs şubesi MA Talat’a, inkârcı zihniyete, bu zihniyeti temsil eden Talat hükümetine ve partisine izlediği politikaları sindiremediğini gösteren öyle bir tokat attı ki... okkalı bir Osmanlı tokadı!



Ama Türkiye’deki ağabeylerine, yalakalara, iktidar yandaşlarına benzeyen o kesimin temsilcilerinin yüzleri bile kızarmadı.” (Cüneyt Arcayürek, Cumhuriyet, 21.08.2009)

Erdem İttifakı !.. (Ümit ZİLELİ)

Gerçekten, ibretle izlenecek “bol gülünçlü” bir trajedi bu!..



İktidarın içişleri bakanı, içeriğini hiç kimsenin bilmediği (kendileri biliyor mu acaba!), ismi sürekli değişen (Kürt Açılımı, Demokratik Açılım, Barış ve Özgürlük Projesi vb..) “açılım” için çalıştaylar düzenledi... Bu çalıştaylara katılan “gazeteci-yazar” takımı, içeriğinden haberdar olmadıkları açılımın “ne kadar faideli” olduğunu anlattılar... Hatta bu “Aydın” arkadaşlardan biri, köşesinden şöyle buyurdu:



- Sağcı parti (AKP) evrensel insan hakları boyutunda bir çözüm getirmeye çalışıyor, kan dursun diyor... AKP’nin her söylediğine gözü kapalı karşı mı çıkmamız gerekir?..



Ben, kendi hesabıma bu satırları okuduğumda gayet doğal olarak “Hangi söyledikleri?” diye düşündüm!.. Sevgili Bekir Coşkun da aynı soruya takılmış olacak ki, o “Aydın” arkadaşa safiyane sormuş:



- Livaneli, “Sağcı partinin getirmek istediği evrensel insan hakları boyutundaki o çözümün” bir tek satırını biliyorsa bize de söyleyebilir mi?!..



Ardından, AKP’nin “açılımını” bir türlü açmadığını, Öcalan’ın dahi hücresinden “yol haritasını” açıkladığını ama iktidarın bir türlü söylemediğini vurguladıktan sonra aynı saflıkla bir kez daha sormuş:



-Peki, Zülfü Livaneli nereden biliyor çözümün “evrensel insan hakları boyutunda bir çözüm” olduğunu?..



***

Evet, İmralı’daki, “yol haritasının” ana başlıklarını açıkladı bile...



Aslına bakarsanız; iktidarın ikiyüzlülüğüne, işbirlikçilerin tüm kıvırtmalarına karşı, Öcalan’ın istekleri, pardon “yol haritası” gayet net!.. Adam, kısaca “devlet içinde devlet” istiyor!.. üstelik kendisinin başında bulunacağı, “kendi öz savunması” bile olan bir devlet!.. Okuduğum zaman hiç şaşırmadım.. En çok, son paragrafla ilgilendim; Fethullah Gülen’e uzattığı zeytin dalıyla!.. Havayı koklamasını iyi bilen İmralı mahkûmu, Fethullah Efendi’yi takip ettiğini, olumsuz değerlendirmediğini özenle belirttikten sonra aynen şunu diyor:



- Demokratik temelde, karşılıklı yaklaşımlar olabilir…



Teröristle dinci, karşılıklı yaklaşacaklar, hem de demokratik temelde!.. Yankısı gecikmedi tabii!..



The Taraf’taki genç müritlerden biri dün “Barış ve özgürlük için ittifak zamanıdır” başlıklı yazısında, Öcalan’ın Fethullah Gülen’le ilgili açıklamasını çok çok olumlu bulduğunu belirttikten sonra AKP’nin, Fethullahçıların ve DTP’nin (PKK) ittifak yapma zamanının geldiğini söylüyor!..



Peki, kime karşı? Tabii ki İttihatçı damara (!) yani Ergenekon darbecilerine karşı!.. Bu birlikteliğin adını bile koymuş:



- Erdem ittifakı!..



Gerçi, tarikatlara, cemaatlere, ağalık düzenine “sivil toplum örgütü” diyebilen kafadan ancak böyle bir yazı çıkar ama bu cehalet (ya da kötü niyet) karşısında gülemedim bile...



- Ülkeyi ortaçağ karanlığına hapsedecek bir düzene barış ve özgürlük yaftası yapıştırabilen bu kafadan ürktüm...


Bir Yurtsevere Mektup (XXII)



Sevgili kardeşim Balbay, geçen gün köşene yazabildiğin ender yazılardan birinde, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün “darbe girişimlerinden haberdardım” yolundaki açıklamalarını, ardından zamanın TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın “biliyorduk” sözlerini irdeliyor, ardından samimi bir hayretle “herkes biliyormuş, peki o halde ben niçin buradayım” diye soruyordun!. Canım kardeşim, biz, dışarıdaki milyonlar o soruyu her gün defalarca soruyoruz!..



Amerikan John Hopkins Üniversitesi için rapor hazırlayan İngiliz gazeteci Gareth Jenkins, aslında malum süreç için gayet güzel bir sözcük bulmuş:



-Fantezi!..



Şu sıralar “Bitirme Planı” fantezisi ise tamamen unutulmuş vaziyette!. Zaten, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı da, Albay Dursun Çiçek’in imzaladığı öne sürülen belgeyle ilgili “yetkisizlik kararı” verdi ve dosyayı Ankara Savcılığı’na gönderdi!.. Şimdilerde içeriğini hiç kimsenin bilmediği ama üzerinde hararetle tartıştığı yeni bir fantezimiz var, Tanrı’ya şükür!..



Üstelik, İmralı’dakinin fantezileri de ciddi ciddi tartışılıyor!..



Sevgili kardeşim, Seni ve tüm yurtseverleri, dışarıdaki milyonlar adına bir yurtseverin olanca direnci, gücü, sıcaklığı ve kararlılığı ile kucaklıyorum.

Galatasaray 5 Levadia Tallinn: 0

Levadia Tallinn maçına pas yaparak ve hızlı düşünerek başlamak istediklerini söylüyordu Johan Neeskens, karşılaşma sonrası kendisine yöneltilen mikrofonlara. Aslında tüm sezon boyunca Galatasaray'ın şifrelerinden biri olacaktı bu fikir. Ancak diğer yandan, rakip özelinde oluşan beklentilerin ışığında en doğru olan yoldu, pas yapmak ve yine diğer pas için pozisyon almak.

Nasıl bir takım ile karşılaşacağını bilemiyordu belki de Galatasaray. Elde bulunan flu bilgiler, Estonya Milli Takımı'nın yakın zamanda Türkiye ve Brezilya ile oynadığı karşılaşmalardan çıkarılabilirdi ancak. 15 Ekim 2008 günü Tallinn'de Estonya önüne çıkan Türkiye, son derece sert bir ekiple yüzleşmek durumunda kalmış ve pozisyona girmekte zorlandığı mücadeleden golsüz beraberlikle ayrılmıştı. Estonya Futbolu adına önemli bir zaferdi bu. 12 Ağustos 2009 günü, bir benzerini daha yaşayabilirlerdi. Tallinn'de Brezilya ile karşılaştılar. Luis Fabiano'nun tek golü, Sambacılara galibiyeti getirdi. Ama Estonya, yine sert futbolu ile dikkatleri çekti üzerine.

Levadia Tallinn özelinde tüm ön izlemeler, Estonya Milli Takımı bağlantısından yapılıyordu. Bunun dışında bilinen bir gerçek daha vardı. Levadia Tallinn, liginde oldukça dominant bir takımdı. Meistrliiga'da son beş sezonun dördünde mutlu sona ulaşan Levadia, 2009 yılında da üç maç eksiğine karşın üç puan farkla zirvede bulunuyordu. Avrupa'daki göze batan performans ise, UEFA Kupası 2006-07 Sezonu'nda gelmişti. Ön Eleme Turları'nda Haka ve Twente takımlarını geçtikten sonra Newcastle United'a ecel terleri döktürmüştü, Levadia Tallinn. Tüm bunların toplamında Estonya temsilcisinin Galatasaray karşısındaki en büyük kozu, göstereceği sertlik olabilirdi.

Galatasaray tarafında yine farklılıklar söz konusuydu. Denizlispor önündeki savunma dörtlüsü tamamen değişmişti. Leo Franco'nun önündeki merkez ikilide Gökhan Zan ile Servet Çetin oynayacaktı. Kanat savunucuları, Sabri Sarıoğlu ve Hakan Balta. Orta sahada Mustafa Sarp ve Arda Turan'ın arasında Ayhan Akman vardı. İleri üçlünün sağında Kader Keita, solunda Aydın Yılmaz ve merkezde Milan Baros.

Levadia Tallinn'in maçın hemen başında göstereceği muhtemel reaksiyonu minimize edebilme adına ön alanda pas yaparak girdi karşılaşmaya Galatasaray. Arda Turan, Milan Baros, Ayhan Akman, Hakan Balta, Mustafa Sarp, Sabri Sarıoğlu, Mustafa Sarp, Servet Çetin, Ayhan Akman, Hakan Balta ve Arda Turan. Arka arkaya tam 10 pas. Maçın ilk dakikası içerisinde. Aslında bu durum, bir açıdan çok önemli. Santrada ile başlayan pas trafiği, merkezdeki Ayhan Akman'dan sol kanat savunucusu Hakan Balta'ya, ardından Ayhan Akman'ın arkasında bulunan Mustafa Sarp'tan sağ kanat savuncusu Sabri Sarıoğlu'na, oradan yine merkeze, savunmaya ve en sonunda Ayhan Akman üzerinden hücumun soluna dek uzanıyordu.



Galatasaray, sahayı dikine değil enine kullanarak başlamıştı. Ve hücumun sağı hariç, çok kısa bir süre içerisinde, sahanın hemen hemen tamamı kullanılmıştı Frank Rijkaard ile Johan Neeskens'in Galatasarayı tarafından.

10 pasta ceza sahasına giren takım, Arda Turan'ın top kaybının hemen ardından sadık kaldı ana fikrine. Ayhan Akman, ön alanda gerekli olan baskıyı yaptı. Hakan Balta'ya kazandırdı topu. Beşinci pastaki hata sonrasında, bu defa 17 paslık bir seri başladı. 44 saniye içerisinde 17 pas. Kader Keita'nın sağ çaprazdaki sürpriz şutu ile sona erdi bu sekans. Johan Neeskens'in maç sonrasında anlatacaklarının sahaya yansımasıydı aslında tüm bunlar. Top sahip oluyordu, Galatasaray. Rakibinin sertlik göstermesine bile izin vermiyordu böylece. Hızlı oynuyordu çünkü. Çabuk düşünüyordu.

Maça yapılan iyi başlangıç, Galatasaray'a seçme şansı vermişti. Takım boyu oldukça kısaydı. Topla birlikte kurulan baskı, Levadia Tallinn'i kendi yarı sahasına hapsetmek adına yeterli sayılırdı. Servet Çetin ve Gökhan Zan, orta yuvarlağa kadar çıkarmıştı Galatasaray savunmasını. İlk 20 dakikadaki bu görüntü, maçtaki ilk golün oluşmasını da sağlayacaktı aslında. Levadia Tallinn'in kullandığı taç atışında Servet Çetin, ilk hamleyi yaparak topu rakip ceza sahasına gönderdiğinde yalnızca Gökhan Zan kalmıştı Galatasaray yarı sahasında. Takımın boyunun kısalması ile Ayhan Akman ve Arda Turan, ileri üçlünün arasına girmişti. Ve Kader Keita, ev sahibi adına perdeyi açarken gol bölgesinde beş Galatasaraylı bulunuyordu.



2009-10 Sezonu'nda Levadia Tallinn maçına dek resmî karşılaşmalarda 20 gol üreten Galatasaray, 22. golüne duran top organizasyonu üzerinden ulaşacaktı. Kader Keita'nın serbest vuruştan attığı gol, takımın yeni sezondaki repertuvarının ne kadar geniş olduğunu gösteriyordu bir bakıma.

Yalnızca duran toplar değil. Galatasaray, Frank Rijkaard ve ekibi ile birlikte taç atışlarında bile pozisyon üreten bir takım hâline dönüştü. Bu başlık altındaki formülün ne olduğundan ''Yalnız Futbol'' programında da bahsedilmişti. Galatasaray, TSL'de sezonun ilk maçında kazandığı 36 taş atışının 35'ini Hakan Balta ve Sabri Sarıoğlu ile kullanıyordu. Denizlispor karşılaşmasının birinci yarısında ise, bu fikrini unutan bir Galatasaray vardı. Harry Kewell, Kader Keita, Arda Turan ve Milan Baros dahil olmuştu listeye. Bu durum, ancak ikinci yarının hemen başında değiştirilecekti. 46. dakika ile birlikte Galatasaray'ın kenardan kazandığı topları, Uğur Uçar ile Volkan Yaman sokuyordu oyuna.

Frank Rijkaard'ın antrenmanlarda taç atışları ile ilgili çalışmalar yaptığı bilinen bir gerçek. Levadia Tallinn karşısında takımın maç boyu kullandığı 20 taç atışının Hakan Balta (11) ve Sabri Sarıoğlu (9) arasında paylaştırılması sürpriz değil bu anlamda. Ancak tıpkı duran toplarda olduğu gibi kenardan oyuna sokulan toplarda da Galatasaray'ın uyguladığı bir model var. Kanat savunucuları takımın daha ileri kalması adına baş rolü alıyorlar bu modelde. Denizlispor karşılaşmasında Uğur Uçar, Levadia Tallinn maçında ise Sabri Sarıoğlu. Bir üçgen kuruluyor, pozisyon eğer rakip ceza sahasının paralelinde ise. Tepe noktasında bek oyuncusu, yakın köşede orta saha ve en uçta Kader Keita.



İlk yarıdaki 2-0'lık üstünlüğün ardından ikinci devreye de benzer bir yapı ile başladı Galatasaray. Rakipten kazanılan top, sol kanat savuncusu Hakan Balta üzerinden önce Arda Turan ve sonra da Aydın Yılmaz'a kadar uzandı. Üç pas ile rakip ceza sahasına girmişti bile Galatasaray.

Oyunun hemen hemen tamamı da Levadia Tallinn yarı sahasında oynanacaktı bu dakikadan sonra. Milan Baros'un penaltı vuruşundan bulduğu gol, moral kazanması adına önemli. Denizlispor karşılaşmasına ilk 11'de başlayan oyuncular arasında -Leo Franco'dan sonra- en az süre ile ayağında top tutan Baros'un bu istatistiği, Levadia Tallinn maçı ile de devam etti. Her şeye rağmen, penaltı pozisyonundan önce Arda Turan'ın pası ve gol sonrasında sırtı dönük aldığı topla kaleye yönelmesi önemliydi. Sistemin önemli unsurlarından biri, Milan Baros.

70. dakikada Galatasaray adına önemli bir oyuncu değişikliği yaşandı. Elano Blumer, dahil oldu oyuna. Milan Baros geldi kenara. Elano transferi ile birlikte, Galatasaray'ın hangi diziliş ile mücadele edeceği hep merak konusu olmuştu. Çeşitli platformlarda sürekli aynı fikri savumuştuk. Kader Keita, Harry Kewell, Milan Baros, Arda Turan, Elano Blumer. Hatta Ayhan Akman. Bu oyuncular, sürekli devimin hâlinde olacak isimlerdi. Açıkçası, kimin nerede oynayacağı belli olmayacaktı Galatasaray'da. Ve istenen de buydu zaten. Elano, sahaya adımını atar atmaz Arda Turan'ın yanına gitti. O dakikadan itibaren önce Arda Turan, sonra Harry Kewell ve zaman zaman da Elano üstlendi, kenara gelen Milan Baros'un görevini.



Galatasaray'ın sezon boyunca en büyük kozu olacak söz konusu durum. Müthiş bir çeşitlilik bu. Üstesinden gelinirse, devrim niteliğinde bir futbol fikri. Türkiye'nin alışık olmadığı cinsten.

Köşe vuruşu, penaltı, kafa vuruşu, sol ayak, sağ ayak. Devam edelim. Asisti kafa vuruşu olan gol, boş kale, ceza sahası dışı. Çok sayıda ''farklı'' gol geldi yeni sezonda Galatasaray'dan. Dördüncü gol de hiç fena sayılmazdı. Ayhan Akman, Hakan Balta ve Harry Kewell üçgeninden bir gol çıktı. Sol kanat organizasyonu ve gol öncesinde Harry Kewell'ın topsuz koşusu, skora yapılan katkının altındaki önemli mesajlardı. Hakan Balta'nın hücuma çıktığı anlarda etkili olabileceği de görülüyordu bu pozisyonda. Beşinci gol ise, her ne kadar rakibin ters vuruşu ile sonuçlansa da, kıymetli. Maccabi Netanya maçında Aydın Yılmaz'ın Kader Keita'ya attırdığı golün kopyası. Sol kanattan sağ kanada ters pas. Galatasaray sisteminin bünyesinde bulundurduğu bir nitelik. {Levadia oyuncusu topa müdahale etmeseydi, Keita son vuruşu ile nihayete erdirecekti pozisyonu.}

Galatasaray, bir defa daha gösterdi 2009-10 ve sonraki sezonlarda yapabileceklerini. Rakibin zayıf olması veya olmaması değil önem arz eden. Sistemine sadık kalan bir ekip, Galatasaray. Önemli olan da bu.

{Not: Frank Rijkaard ve Johan Neeskens'in takımı, 36 dakika ve 47 saniye boyunca tuttu topu ayağında. 743 topta yalnızca 75 defa hatalı pas yaptı. Sabri Sarıoğlu, Gökhan Zan, Servet Çetin ve Hakan Balta'nın hücuma çıkışlarındaki ana fikir korundu. Ayhan Akman, bilgisayar seviyesinde oynamaya devam etti. Kader Keita'nın takım arkadaşlarından aldığı pasların dağılımı da Galatasaray'ın ne kadar düzenli bir futbol oynadığını gösterdi. Zamanı gelince, uygun ortamlarda konuşulacak tabii tüm bunlar. Şimdilik, bu şekilde kalsın.}

KEİTA DENİZLİ MAÇINDA NELER YAPTI?

KEİTA'nın Galatasaray'a katkısı hakkında ipucu verebilecek bir çalışma.Denizli karşısında Keita ne yaptı buyrun seyredin.İyi seyirler..

Galatasaray-Levadia Tallinn 5-0

Balbay "Gündem"i boş bırakmadı

Ergenekon davası kapsamında tutuklu bulunan Mustafa Balbay okuyucularını yalnız bırakmıyor... Cumhuriyet'in bugünkü sayısında Balbay'ın "Hayal Gücü Parmaklıklara Sığmaz" adlı yazısı yer aldı.



İşte Mustafa Balbay'ın bugünkü yazısı...

Hayal Gücü Parmaklıklara Sığmaz

Ortak kullanım alanının zorunlu olduğu yaşamlarda başlıca iş şu:

İşbölümü...

İşbölümünün de başlıca kuralı; kim hangi işe koyulmuşsa, ötekinin de başka işe girişmesi... Kısa sürede kimin neyi yapmaktan hoşlandığı ortaya çıkıyor, böylece doğal bir işbölümü gelişiyor.

Yaşayarak da görüyoruz; bir işe iki kişi el atarsa daha yavaş yürüyor.

Benim hemen üstlendiğim başlıca iş; marul ve maydanoz yıkamak oldu.

Öyle marul-maydanoz deyip geçmeyin; eğer gördüğünüz başlıca yeşillik bunlarsa, onlardan neler üretmezsiniz...

Şöyle bir eli örten marul üzerinden sular da akmaya başlayınca şeklini iyice belli eder. Girinti çıkıntıları... Çizgi çizgi damarları. Yeşilin tonlarından beyaza uzanan dalgalanmaları... İnsanı bir anda alır, metrelerce yüksekten bereketli bir toprak parçasına bakış iklimine sürükler.

Uç kısımlarından ortasına doğru kalınlaşan damarlar bir akarsuyun ana yatağa, daha büyük bir ırmağa doğru koşması gibidir. Yaprak uçlarını, karanın birden bittiği deniz kıyısına benzetebilirsiniz. Sürekli kıvrımlar da alın size engebeli bir arazi parçası... Kıvrım diplerinde birikmiş toprakçıkları da bu durumda elbet yadırgamamak gerek. Oralarda su damlacıklarının yer etmesi de tabii ki marul barajlarının su toplama havzasından başka birşey değil.

***

Bir demet maydanoz, hayal gücüne maydanoz olur. Şöyle suya tutup silkeledin mi; coğrafyalardan coğrafya beğen. Orta halli bir hayal kurmak gerekirse kalınca bir maydanoz demeti; Amazon ormanlarında yüksekçe bir ağaçtan, daha alçak ağaçlarla dolu bir bölgeye bakış gibidir.

Biraz silkeleyince dantel yaprakçıklar rüzgârda danseden yüklü dalları andırırlar. Sanki tek tipmiş gibi görünür ama, hiçbir yaprak ötekine benzemez. Doğadaki her bitki gibi suyu gördükçe dirileşir, tazelenir.

Bazen de her maydanoz dalı yukarı uzanmış, parmaklarını iyiye açmış eller gibi gelir... Onlarca el...

Hayal gücünün sınırları yok. Parmaklıkların arasına koymanız da olanaksız. İnsanın hayal gücünü ancak bir kişi sınırlayabilir:

Kendisi!

***

Demiş ya usta; görmesen bile denizi, yukarıya çevir yüzü...

Dışarıyla en yüksek düzeyli ve en hareketli bağlantımız, uçaklar. Beyaz bir balina gibi bulutların arasından süzülüp gidiyorlar.

Ağustos ortasının bir başka rengi de leylekler oldu. Sanıyorum göç yollarının üzerindeyiz. Bazen yüzlercesi birden beyaz bulutların arasında nakış işleyip gidiyor. Elbet o an Türkçeden yardım isteyip mırıldanmamak olmaz:

- Leyleği havada gördük!

Ne güzel deyimdir!

En kalıcı dostlarımızsa bulutlar. Onları bir başka zaman ayrıca anlatmak gerek. “Balbayca” sözlüğe baktım; bulut sözcüğü bulmaktan geliyor. Örneğin yapıt gibi bulut da bir şey bulmak, bir anlam bulmak anlamında.

Geçen gün bulutları izlerken içimdeki odaların birinden taa derinden bir şiir sesi yükseldi. Lisede mi ezberlemiştim ne!

Bakıp imreniyorum akınına

Şehrin üzerinden geçen bulutların

Belki de gidiyorlar yakınına

İçimizde taşıdığımız umutların.