27 Ağustos 2009 Perşembe

Yobazı İyi Tanıyın!..




Kara gömlekli 600 adam, bir pazar sabahı tanyeri ağarırken geldiler…

Bitişik düzende ve son derece kararlı geldiler… Dozerleriyle, kepçeleriyle, kamyonlarıyla geldiler… Ve minicik yaşında meleklere karışan bir kızın adını taşıyan okulu, benzeri görülmemiş bir hışımla, akıl almaz bir hırsla yıktılar…

Peki, nasıl yıktılar? Bir cuma günü saat tam 16.58’de, yani mesai bitimine iki dakika kala, yani hafta sonu tatiline girilmek üzereyken “yıkım tebligatı” yaptılar… Yıkım tarihi olarak da pazar sabahı 06.00’yı seçtiler… Öyle yaptılar, çünkü yargının işlerine karışmasını hiç mi hiç istemiyorlardı… Yıkmayı, yerle bir etmeyi öylesine büyük bir iştahla istiyorlardı ki, okulun sahibi olan vakfın süre isteğine hiç utanmadan, hiç sıkılmadan, hiç yüzleri kızarmadan şu yanıtı verebildiler:

- Süre verirsek, yürütmeyi durdurma kararı alırsınız!..

Aynen öyle oldu; bir gün sonra başvuru yapılan mahkeme oybirliği ile yıkımın durdurulmasına karar verdi, ama ne yazık ki iş işten geçmiş, okul kara gömlekliler tarafından yerle bir edilmişti bile…

Peki, niçin yıktılar? Çünkü yıllardır binlerce çocuğu okutan, mezun eden, arazisi devletin Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nden satın alınan vakıf okulu kaçaktı da ondan… Mimarlar Odası yıkımın hemen ardından rakamları açıkladı; İstanbul’da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı 1850 okuldan 1665’i kaçaktı!.. Bitmedi; İstanbul’daki 1 milyon 650 bin binanın yüzde 70’i de kaçaktı!.. Bitmedi; İstanbul’un iki koca semti, Sultanbeyli ve Samandıra, kamu binalarıyla, hastaneleriyle, konutlarıyla tamamen kaçaktı!..

- Kara gömlekliler, okulu büyük bir hazla yıktılar ve gittiler…

***

Şaşırdınız mı?..

Ben, zerre kadar şaşırmadım!.. Bu kafa, bizlerin yıllardır bıkmadan, usanmadan anlatmaya çalıştığı yobaz kafadır… O okul, iktidara yanaşma olmayan, haysiyetli yazarların, her türlü baskıya karşın gerçekleri yazdığı bir gazetenin yöneticisiyle ilişkili olduğu için yıkılmıştır…

Bu kafa Türkiye’yi ortaçağ karanlığının eşiğine getiren kafadır. Daha üç gün önce bu kafanın, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin burs verdiği 15 bin kız öğrenciye terör incelemesi yaptırdığı ortaya çıkmadı mı?.. Bu kafa değil miydi, “Ayakta bevletmek günahtır” diye bir kentin tüm camilerindeki pisuvarları söktüren?.. Bu kafa, daha önceki gün, hayatını adadığı Lepra (cüzam) hastanesine Türkan Saylan adının verilmesini reddetmedi mi?.

Bu kafayı hâlâ tanıyamadın mı ey halkım? Bu kafa, “Barbie bebeklerin” erkeği tahrik ettiği fetvasını verebilecek kadar gözü dönmüş kafadır… Bu kafa, “Kız çocuğu 7 yaşından sonra babasına bile mesafeli durmalı, 9 yaşında evlendirilmesi caizdir” diyebilecek kadar sapıklaşmış kafadır… Bu kafa, ülkeyi topyekûn satışa çıkaran, toplumu “inananlar-inanmayanlar” diye bölen kafadır… Uyan ey halkım:

- Bu kafa, dinci faşist kafadır!..

Bir Yurtsevere Mektup (XXIII)

Sevgili kardeşim Balbay, kalemine o kadar ihtiyacımız olan bir dönemden geçiyoruz ki, sözcüklerle tarif etmem olanaksız… Bu mektubu sana Dalyan’dan, hani o deniz kaplumbağası yavrularının, denize kavuşmak için çırpındıkları cennetten yazıyorum, her ne kadar içimde cehennemi yaşasam da… Günlerdir sevgili Süheyl Batum ve Vural Savaş’la birlikte bir dizi panel için oradan oraya savrulup duruyoruz… Bodrum Yalıkavak, Güllük, son olarak da Ortaca-Dalyan’da binlerce pırıl pırıl insana Türkiye’nin eşiğine yuvarlandığı “ortaçağ karanlığını”, ülkeye şık bir paket içinde dayatılan “bölünme açılımını!” anlatıyoruz.

İnsanların ilk sorusu her zaman olduğu gibi sensin… Seni ne denli özlediklerini öylesine sözcüklerle anlatıyorlar ki, tarifi mümkün değil!.. Hep aynı şeyi tekrarlıyorum: “Yakında, çok yakında kendisine söylersiniz…”

Sevgili kardeşim, seni ve tüm yurtseverleri, dışarıdaki milyonlar adına bir yurtseverin olanca gücü, kararlılığı, sıcaklığı ve özlemiyle kucaklıyorum.