1 Ekim 2009 Perşembe

En Ürkütücü 10 Futbol Stadı

1. La Bombonera, Boca Juniors (Arjantin), 57.395: Eğer dünyada bir deplasman taraftarı veya misafir bir takım adına daha ürkütücü bir stadyum varsa, işte tam da yerine geldik.

Buenos Aires'in renkli La Boca Meydanı'na kondurulan La Bombonera, Superclasico yolculuğu için buraya gelen daha üst sınıf River Plate taraftarları adına güvenilmez, riskli bir yer. Boca'nın taraftar ordusunun güçlü sesiyle, kelimenin tam anlamı ile ''dominant'' bir futbol mâbedi. Aslında stadın tam adı ''Estadio Alberto J. Armando.'' Ancak genelde, şekli itibari ile ''Çikolata Kutusu'' anlamına gelen ''La Bombonera'' ismi ile tanınıyor. Stadın bir tarafında bir bütün kat bulunurken, diğer üç tarafta dikey doğrultuda yükselen katlar, La Bombonera'ya fantastik bir akustik veriyor. Bu, Bocalıların coşkulu tezahüratları ile birleşince de rakipleri korkutacak bir ortam oluşuyor.

Boca taraftarlarının ''La Doce - 12. Adam'' takma ismi almaları, aslında tüm bunların bir sonucu.

2. Ali Sami Yen, Galatasaray (Türkiye), 25.500: Ali Sami Yen Stadyumu'nun o ürkütücü hâlinin Britanya medyasında öne çıkması 1990'lara, Galatasaray'ın iyi bir takım olarak dikkat çektiği ve Avrupa'da iyi işler çıkarmaya başladığı zamanlara dayanıyor.

Sahadan ekranlara yansıyan görüntüler, izleyicileri hayretler içerisinde bırakan cinstendi. Başlama vuruşundan saatler öncesinde çekilen fotoğraflar, stadın çılgın, senkronize bir şekilde atlayıp zıplayan ve ''Cehenneme Hoşgeldiniz!'' gibi dostâne mesajlar veren taraftarlarla dolu olduğunu gösteriyordu. Onlar için sakinleşmek ya da yumuşamak söz konusu değildi.

Atmosfer, maçtaki ilk düdükten hemen evvel aşırı bir hâl alıyor; acımasız taraftar topluluğunun sürekli hareket eden vücutları ve bitmek bilmeyen tezahüratları ile 90 dakika boyunca devam ediyordu. Ve tüm bunlar kesinlikle işe yaradı. Avrupa'nın üst seviyedeki birçok takımı, Ali Sami Yen Stadyumu'ndaki bu atmosferle baş edemez hâle geldi ve İstanbul'dan yenik ayrılmak durumunda kaldı. İstanbul'un en yoğun şehir merkezlerinden biri olan Mecidiyeköy'de bulunan ASY, tam bir kutu. Hem stad içi, hem stad dışında. Rakipler adına, gerçek anlamda saklanacak hiçbir yer yok. Ama onlar için iyi bir haber var.

Yakın zamanda stadyumun yenilenebilmesi amacıyla çokça para harcamanmasına karşın, şimdilerde ciddi olarak -şehrin başka bir bölgesindeki- yeni stadlarına taşınma planı söz konusu. Yine de, bazı şeyler asla aynı olmayacak.


3. Estadio Centenario (Penarol & Nacional, Uruguay), 65.000: Efsanevî Penarol'ün sahası olan Estadio Centenario, aynı zamanda ezelî rakip Nacional'in de -Montevideo Derbisi de dahil olmak üzere- önemli maçlarına ev sahipliği yapan bir stadyum.

Şehrin Parque Batlle bölgesine konumlandırılmış bu stadyum, önemli bir geçmişe sahip. Hem Uruguay'ın bağımsızlığının 100. yıl dönümünü, hem de I. Dünya Kupası Finalleri'ni kutlamak üzere 1929 yılında inşâ edilen Estadio Centenario, Uruguay'ın 1930 FIFA Dünya Kupası Finali'nde, yaklaşık 93.000 kişinin önünde, Arjantin'i 4-2 mağlup ederek şampiyonluğa ulaştığı karşılaşmanın oynandığı stad olarak tarihe kazınmıştır. Günümüzde hâlen daha Uruguay Milli Takımı'nın kalesi olarak kabul edilen bu stadda, Arjantin ve Brezilya gibi kıtanın en başarılı futbol takımlarının güzel oyunları bile Centenario'nun gürültü kazanıyla karşılaştığında başarısızlığa uğruyor.
Benzer bir biçimde; 2002 Dünya Kupası Playoffları'nda Avustralya, burada oynarken, stadyumun atmosferine son derece hazırlıksız yakalandılar. Düşmanlık ve taciz boyutlarından şoke olan Avustralyalı futbolcular,bu durumun üstesinden gelemeyerek maçı kaybettiler. Biraz daha yerele dönebiliriz bu noktada. Stadın yaşama nedeni, Penarol ve Nacional arasındaki Montevideo Derbisi. Bu ülkede, beşikten mezara hemen herkes, ya Penarol ya da Nacional'i destekliyor. Bu derbi maçı da kanıtlıyor ki; rekâbet, diğerlerine göre kulüp futbolunda daha yoğun şekilde yaşanıyor.



4- Maksimir, Dinamo Zagreb (Hırvatistan), 40.000: İngiltere Milli Takımı'nın Kasım 2006'da bizzat tanıklık ettiği gibi, Maksimir Stadyumu, asla korkaklara göre değil.

İster Hırvatistan Milli Takımı, ister Dinamo Zagreb'in ev sahipliği yaptığı bir maç... Maksimir, kısa süre içerisinde olabildiğince saldırgan bir hâl alabiliyor. Zagreb sakinleri, tribünlerdeki hareketleri ve gürültüleri ile nam salmış durumdalar. Maç günlerinde, hem rakip oyuncuların, hem de rakip takım taraftarların kafalarını karıştıracak derecede etki yaratıyorlar. Hırvatistan'ın en ünlü derbisi, Dinamo Zagreb ve Hajduk Split arasında. Dünyanın hiçbir yerinde görülemeyece derecede, neredeyse acımasız bir çekişme. Ve bu durum, Maksimir Stadı'ndaki maçlarda bir kat daha fazla gerilim olarak geri dönüyor.

Stadın üstünü kapatan bir çatısı yok. Bu, normal şartlar altında, atmosferin kaybolması anlamına gelir. Ama Zagreb'de öyle değil. 2006 yılında yenileme çalışmalarına başlandı. Buna göre; stadın açılır-kapanır bir çatısı olacak ve 12.000 kişilik bir kapasite artışı yaşanacak. Rakipler adına sevimsiz bir haber.


5. de Kuip, Feyenoord (Hollanda), 51.137: Aslında gerçek adı ''Feijenoord Stadion.'' Ama herkes tarafından, şekli küveti andırdığı için, ''de Kuip'' olarak biliniyor.

1990'larda geniş kapsamlı yenileme çalışmalarına rağmen, sizi 60'lara, 70'lere çeken o geleneksel, klasik tarafını hâlâ koruyabilen muhteşem bir stadyum. Bu Feyenoord taraftarları özelinde de kaybolmayan bir karakter. Hepsi evlerini gerçekten çok seviyor ve bu konuda en iyi olmasıyla gurur duyuyorlar. Rotterdam, gerçek bir işçi şehri. Amsterdam, Hollandalıların oyun oynamaya gittikleri yer iken; Rotterdam, insanların aslında çalışma hedefi ile geldikleri yer. Bu, futbola da tamamen yansımış durumda. Feyenoord'un, Ajax ve Amsterdam'a bakış açısı -genellikle- gösterişli, artistik ve kendini beğenmiş bir grup topluluk şeklinde oluşuyor. Açıkça da görülüyor ki; Feyenoord, bunun üzerine gitmeyi seviyor. (Buradan güçleniyor belki de.) Ve bu yüzden ''de Kuip'', rakip oyuncu ve taraftarlar için ürkütücü bir hâl alıyor.
''Her Legioen'' adlı taraftar grubu, oyunculardan 90 dakika boyunca %110'larını sahaya yansıtmalarını istiyorlar. Bunun için onlar datakımlarına tezahüratlarla destek oluyorlar. Ve bu özellik, stadı diğerlerinden ayıran önemli karakteristiklerden biri. Gollerin ardından bağıran belli popüler kısım değil; stadyumdaki herkes, tezahüratlarıyla takıma destek oluyor.



6. Stadion Crvena Zvezda, Kızılyıldız (Sırbistan), 51.500: Brezilya'nın ünlü stadına benzerliğinden dolayı ''Maracana'' takma adı ile anılan Stadion Crvena Zvezda'nın 1970'li yıllarda, 110.000 kişilik kapasitesi bulunuyordu.

Koltuk sayısı, ilerleyen senelerden bu rakamın yarısından daha azına düşürüldü; ama stadyum, hâlâ hem Kızılyıldız hem de Sırbistan Milli Takımı için gerçek bir kale olma özelliğini koruyor. Seyirciler, sahanın etrafını saran atletizm pisti nedeniyle ilk 10'da bulunan stadlardakine göre oyunculardan nispeten uzak kalıyorlarken, rakipler ''Tanrı'ya şükürler olsun!'' diyorlar. Maracana'da oynanan büyük maçlarda taraftarlar, sahadaki futbolcuların hemen yanlarında olmasalar bile, meydana gelen atmosfer karşı takım için yeterince acı verici bir hâl alabiliyor.

Ülkenin iki büyük kulübü Kızılyıldız ve Partizan arasındaki ezelî rekâbet; bir elektrik hadisesi, gerçek bir cehennem ateşi, renk ve gürültü patlaması... Ama sonrasında en zarar vereni, normal bir taraftar için dahi, belirsiz şekilde artan geniş çaplı holiganizm.



7. Stadio San Paolo, Napoli (İtalya), 78.200: İtalya'nın en büyük üçüncü, büyük ihtimalle de en ürkütücü stadı.

Napoliler, son derece tutkulu insanlar ve bu takımlarına da yansımış durumda. Maradona ve Careca'nın Napoli için oynadığı görkemli zafer yıllarında San Paolo, sağlam bir sığınak hâline gelmişti. Gürültüden bir duvar, mavi renkli meşaleler, pankartlar ve o devasa üst tribün kıvrımlarından sallanan taraftarlar... Gerçek bir adrenalin tiyatrosu. Eğer; Maradona'nın hünerlerini sergileyeceği uygun bir yerden bahsediyorsak, işte orası Stadio San Paolo'ydu.

Takım, ilerleyen yıllarda -finansal sorunlar nedeni ile- Serie-A'da olmayabilir. Ama taraftarlar hâlâ tek yumruk olarak kalmaya devam ediyorlar. Ya onları Serie-A'ya geri getirecek ya da Coppa Italia'da bir yer kazandıracaklar. Ve Stadio San Paolo, yakınındaki Vesuvius Dağı gibi patlamaya hazır bir volkan hâline gelecek.



8. İnönü, Beşiktaş (İstanbul), 32.145: İstanbul ve Türkiye'den başka bir takım hakkında bir yazı daha. Bu defa Beşiktaş'ın Kara Kartalları hakkında.

Beşiktaş taraftarları, İnönü Stadı'nın Avrupa'daki en gürültülü stad olduğunu iddia ediyorlar. Ki bu Eylül 2009 oynanan Manchester United maçının ardından Ben Foster'ın da desteklediği bir görüş. Genç kaleci, ''Bir süre sonra defans oyuncularına, artık bana bağırarak talimat vermeyi bırakmalarını söyledim. Bunun hiçbir anlamı yoktu; çünkü hiçbir şey duyamıyordum.'' şeklinde konuşuyordu Manchester United'ın 1-0 kazandığı karşılaşma sonrasında.

İnönü, en ürkütücü stadyumlardan biri olduğu gibi, Boğaziçi ve Dolmabahçe Sarayı'nın hemen yanına konumlanan görüntüsü ile en güzel stadyum (ki Pele'ye göre ''En Güzel'') olmayı da iddia etme hakkına sahip. Ama tarihî konumu hakkında bu kadar konuşmak yeterli. Taraftarların sesi nasıl bu kadar fazla? Açıkçası; futbol taraftarlarının tüm zamanlarda çıkardığı en yüksek gürültü rekoru, 2007 yılında Liverpool'a karşı oynanan maçta kırılmıştı. İronik bir şekilde, o zamana kadar bu rekoru Anfield Road elinde tutuyordu. Ama Beşiktaşlı taraftarların açtığı bir pankartta da, ''Kop, tarih oldu!'' yazıyordu. Ve gerçekten öyle olmuştu. Desibel oranı, kulak zarını patlatacak 132db'lik bir dereceye ulaşmıştı o akşam. Yani bir şimşek ya da uçaktan daha fazla; ancak roketten daha az.

Bu da bir sonraki İngiliz maçında Kara Kartallar adına yeni bir amacın oluşmasını sağlıyor: Bir roketten daha fazla ses çıkarmak.



9. Georgios Karaiskais, Olympiakos (Yunanistan), 33.296: Olympiakos'un ezelî rakipleri Panathinaikos ve AEK, daha fazla seyirci kapasiteli Olimpiyat Stadyumu'nda oynuyor olabilirler. Ama Karaiskais Stadyumu'ndaki atmosfer, hâlâ hepsinden iyi.

Yunan taraftarlar, tıpkı yan komşuları Türkler gibi, kısa süre içerisinde fanatik bir grup hâline gelebiliyorlar. Ve Olympiakos taraftarlarının bu konuda herhangi bir istisnası bulunmuyor. Dumanlar, meşaleler, alevler, fişekler, davullar... Kısacası görsel ya da işitsel etki yaratabilecekleri her şeyi ellerine geçiriyorlar. Tüm bunlar, Georgios Karaiskais'deki atmosferi çılgın bir hâle getirmek için yapılıyor. Yunanistan Ligi ve Avrupa Kupaları'ndaki birçok maçta Olympiakoslu taraftarlar, rakip oyuncular üzerinde aşırı baskı kursalar da, en acımasız taraflarını ezelî rakip Panathinaikos ile gerçekleşen karşılaşmalarda gösteriyorlar.

UEFA, Olympiakoslu taraftarların Avrupa Kupaları'ndaki maçlarda çıkardığı olayların faturasını, sahanın içerisine yabancı madde yağan Shakhtar Donetsk (2006-07 Sezonu) karşılaşmasının ardından 4 maç seyircisiz oynama cezası ile kesmişti. (Daha sonra bir maça indirildi.) Stad, 1981 yılında, AEK karşısında kazanılan 6-0'lık galibiyetin coşkusunu sahaya inerek yaşamak isteyen taraftarlar nedeniyle 21 kişinin hayatını kaybettiği bir trajediye de tanıklık etti.

10. Signal Iduna Park (Westfalenstadion), Borussia Dortmund, 80.552: ''The Temple of the Yellow Wall'', futbol dünyasının en iyi görüş alanına sahip olan yerlerinden biri. Lig maçları için 25.000 kişilik kapasite ile hizmet veren Güney tribünü, dünyanın en fazla seyirci alan tribünü ("Die Sudtribune"). Bu devasa tribün, stadyumun efsanevî görüntüsünün önemli bir bölümünü oluşturuyor.
Midfielddynamo.com'dan yeni bir Top 10 derlemesidir

ONLAR HEP VARDI!

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının önünde de onlar vardı. Devrildiler...

Onları hep hatırlamak lazım!..

Hatırlayınca, 1919’ların önemi daha çok anlaşılacaktır...

İşte “onlar” Milli Mücadele yılları işbirlikçileri...



*****



VAHDETTİN
* “İngiliz ulusuna karşı beslediğim sevgi ve hayranlık duygularımı babam
* Sultan Abdülmecit’ten miras aldım. Ümidimi Allah’tan sonra İngiltere’ye bağladım”



Sadrazam Tevfik Paşa:
* “Tevfik Paşa İngiltere ile gizli bir anlaşmaya varılarak Osmanlı Devleti’nin kalan ülkesinin birliğinin ve İngiltere’ye bağlılığının sağlanmasını istedi.” Yüksek Komiser Amiral Calt Horpe’un raporundan. 06.06.1919
* “Ankara, Sevr Antlaşmasını kabul etmelidir.” 04.11.1920, A. İzzet Paşa kuruluna verdiği talimattan.
* “Anadolu’yu boşaltmaları karşılığında, Trakya Yunanlılara bırakılabilir.”
19.09.1921 Bakanlar Kurulu.

Sadrazam Salih Paşa:
* “İngiltere’ye direnip durmak gereksiz ve tehlikelidir.” 20.08.1921



Hariciye Nazırı Mustafa Şerif Paşa:
* “Kendim, kabinedeki arkadaşlarım, Sultan ve geniş bir halk kitlesi adına katiyet ve ciddiyetle temin ederim ki umumun arzusu İngiltere tarafından idare edilmeliğimizdir.”
16.12.1918, İngiltere Ordu Komutanı General Milne’e..




Hariciye Nazırı Sefa Bey:
* “Hükümet Ermenilere toprak verilmesini kabul ediyor.” 29.01.1921, İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold’a..



Adliye Nazırı Ali Rüştü:
* “General Paraskevopulos’un ordusu, şimdi sürat ve şiddetle harekâta devam eyleyecek olursa, birkaç haftada Ankara Surları önünde bulunacaktır. Yunan ordusunun başarısı için dua ediniz! Bu ordu bizim ordumuzdur!” 12.07.1920



NazIr RIza Tevfİk:
* “Anadolu direnişi bir blöftür. Avrupa medeniyeti Anadolu’yu bu zararlı haşereden temizleyecektir. Hüküm galibindir. Medeniyeti temsil eden İngiltere gibi bir devlete itiraz etmek küstahlıktır.” 1920
* İngiliz Muhipler Derneği Başkanı, Adliye Nezareti Müsteşarı ve yazar Sait Molla:
* “İngiltere Osmanlı Devleti’nin yönetimine el koyarsa, saltanat ve hilafetin İngilizler elinde bulunduğunu gören Mısır ve Hindistan Müslümanlarının da İngiltere’ye dost olmanın gereğine inanacakları...”




Yazar ve NazIr Ali Kemal:
* “Avrupa ile başa çıkmayı asırlardan beri Asya’nın hangi kavmi başardı ki biz başarabilelim.”
06.02.1921
* “Düşmanlar, Teşkilat-i Milliye’den bin kere daha iyidir.” 23.04.1920
* “Kars alındı. Demek ki işlemediğimiz bir hata kalmıştı. Ermenistan’a taarruz ile onu da tamamladık... Ankara yâranı nihayet meramlarına erdiler.
* Ermenistan’a yürüdüler. Kars’ı işgal ettiler.”
11.11.1920
* “Ankara’dakilerin Yunanlılara hâlâ meydan okumalarına çılgınlıktan başka bir sıfat verilemez. Yunanlılarla aramızda akılca da, ilimce de, kuvvet bakımından ve her açıdan bu kadar fark varken onlarla muhabereye girişilemez.” 07.08.1920



Yazar Refİİ Cevat Ulunay:
* “Türkler kendi güçleri ile adam olamaz. İngilizler elimizden tutup bizi kurtaracak.” 21.05.1919
* “İstiklâl diye bağıranlar kötü niyetlidir.”
31.08.1919
* “Tek çarenin galiplerle uyuşmak ve anlaşmak olacağı bu kafasızlarca ne zaman anlaşılacak?”
23.03.1920
* “Milliyetçi hareketi yok etmek, millet için var olma meselesidir... O alçaklara karşı çıkanlar, dine, halifeye, milliyete unutulmaz hizmette bulunmuş olacaklardır.”
04.04.1920
* “Yunanistan kısa zamanda Mustafa Kemal kuvvetleri denen çapulcuları tamamen tepeleyecektir.” 08.09.1920
* “Anadolu ile değil, Yunanistan ile anlaşmalıyız.” 15.10.1920



Jandarma Genel KomutanI Kemal Paşa:
* “Yunanla çarpışmaktan vazgeçiniz. Zira bu teşebbüsünüz beyhudedir.”
3.08.1919



DİNCİ ÇEVRELERDEN:
* Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi(Mason)
* “Benim elimden gelse Türkleri Arap yaparım, diğer Müslümanları da. Bunların vaktiyle Araplaşmadığına da çok eseflenirim. Arap dili, ne Türk diliyle ne de Çerkez diliyle kıyas kabul etmeyecek derecede üstünlüğe sahip olduğundan, insanın, milliyetin küçüğüne sahip olup da onunla iftihar edeceğine büyüğüne sahip olarak onunla iftihar etmesi daha kârlı ve makul olur.” (Yarın Dergisi, 14 Nisan 1930)



DİVİTLİ EŞREF Hoca:
* “İngilizlere meydan okuyoruz. Bu en büyük küfürdür.” 1920
* Kim milliyecilerle birlikte Yunana karşı giderse şeran kâfirdir”. 1920

İslam yüceltme derneğinin bildirisi :
“Yunan ordusu halifenin ordusu sayılır. Hiç de zararlı bir topluluk değildir. Asıl kafası koparılacak mahlûkat Ankara’dadır.” 1920





*****


Nasıl, ilginç mi?!..

AYAKKABI FIRLATAN GAZETECİ ŞİMDİ NEREDE?

İMF başkanına ayakkabı fırlatan Birgün gazetesi çalışanı Selçuk Özbek, hala gözaltında bulunuyor. Özbek’in avukatı bazı internet sitelerinde Özbek’in serbest bırakıldığına ilişkin haberleri yalanladı ve son gelişmeleri Odatv’ye anlattı. İşte Özbek’in avukatı Seda Gölbaşı’nın açıklamaları;



"Arkadaşlarımızı Kasımpaşa polis merkezine getirdiler. Olay Bilgi Üniversitesinde gerçekleştiği için ve üniversitenin bulunduğu bölge Kasımpaşa polis merkezine bağlı olduğu için arkadaşlarımız buraya getirildi. Burada idari para cezası kesildi. Bizim burada bulunma sebebimiz kesilen idari para cezalarını öğrenip ona ilişkin tutanağı teslim almak.



Olayın planlı olmadığını düşünüyorum fakat burada olayın planlı yapıldığı konusunda bir kanı var. Şu an için net bir şey söylemek zor. İdari para cezası ödendikten sonra da arkadaşların serbest kalmasını bekliyoruz."

ATATÜRK’ÜN KONUŞMASI NEDEN SANSÜRLENDİ?

Vatan Gazetesi yazarı Güngör Mengi, Cumhurbaşkanlığı resmi internet sitesinin Atatürk’ün 1 Kasım 1932 tarihli meclis açılış konuşmasına yaptığı makaslamanın bir “alınganlıktan” kaynaklanabileceğini yazdı. Çünkü Atatürk konuşmasının sansürlenen son bölümünde şunları söylüyordu:

“Milli kültürün her alanda açılarak yükselmesini Türk Cumhuriyeti’nin temel dileği olarak sağlayacağız. Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için bütün devlet kuruluşlarımızın dikkatli ve ilgili olmasını isteriz.”

Güngör Mengi, olayı şöyle yorumladı:
Bu sansür, bir alınganlıktan kaynaklanıyor olmalıdır.
Bir yerleşim yerine Kürtçe eski adını veren Cumhurbaşkanı, Atatürk’ün bu konuşmasından rahatsız mı oldu acaba? Mümkündür ama çare sansür değildir.

Ahlaklı Bir Toplum Olmaya Doğru .


Müjdeyi Selma Aliye Kavaf verdi. Biliyorsunuz, kendisi Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı’dır. Düşünmüş, taşınmış, düşünüp taşındıklarını gözlemleriyle üst üste bindirince, -ne de olsa eski bir öğretmendir-, “Tamam,” demiş, “bu memleketteki ahlaksızlığın kaynağını buldum!”

İnsanlarımızı ahlaksızlaştırıp “Türk aile yapısının temellerini sarsan”, böylece toplumumuzu bataklığa sürükleyip, bizleri derin bir uçurumun eşiğine getiren başlıca neden televizyon kanallarında gösterilen dizilerdeki “müstehcen” sahneler olduğunu saptamış.

Oturup bir ikisini izledim o filmlerin, Sayın Bakan yerden göğe haklı; ne ürkünç, ne korkunç sahneler onlar öyle! Erkekler kadınları öpüyorlar, öpülen kadınlar da öpülmeye dünden razılar sanki! Öpüşmek hadi neyse bir de sevişiyorlar, üstelik de cıbıl cıbıldak soyunuyorlar, televizyon ekranı yatak odası mı Tanrı aşkına? Hem bunlar evli falan da değil, ne ayıp… Olacak şey değil yani! İzleyenler de doğal ki bir tuhaf oluyorlar. Kadınlar kendilerini o kadınların, erkekler de kendilerini o erkeklerin yerine koyunca Türk aile yapısı da sarsılmaya başlıyor.

Ne yazık ki çoluk çocuk da izliyor o sahneleri, o zaman ebeveynin “Seni leylek getirdi yavrum!” masalı da inandırıcılığını yitiriyor. Dillendirmekten çekinseler de, bacak kadar şeylerin kafalarında dünyaya nasıl getirildiklerine ilişkin “müstehcen” yargılar oluşuyor. Dedim ya, korkunç bir şey bu!

Sonra o çocuklar büyüyorlar, ahlakları bozulmuş bir kere, yalancılık, yolsuzluk, evrakta sahtecilik, rüşvete aracılık, dolandırıcılık, hırsızlık yapıyorlar, hatta tüm bunları yaptıktan sonra milletvekili olup dokunulmazlık zırhına bürünüyorlar. Yargılanamıyorlar.

Dizilerdeki o açık saçık sahneler olmasa bunların hiçbiri olmayacak. Ahlaklı, tertemiz bir toplum olacağız.

***

Sayın Bakan mademki ahlaksızlığın kaynağını saptamış, bir an önce önlemini de almalı. Benim önerim Kadından ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı bünyesinde özel yetkilerle donatılmış bir Ahlak Yüksek Komiserliği kurulması. Komiserliğin ön finansmanı SSK’nin Ankara’da satışa çıkardığı taşınmazlarından elde edilecek parayla karşılanabilir. Kurum, hiyerarşik olarak köy, belde, ilçe, il ve bölge komiserleri ve onlara bağlı ahlak polisleri şeklinde örgütlenebilir. Diyelim bir köy kahvesinde vatandaşlar televizyon izliyor, Köy Ahlak Polisi, “Stop!” diyerek elindeki uzaktan kumanda aygıtı ile müstehcen yayını durdurabilecektir.

Yüksek Komiserliğin ülke genelinde kuracağı ağ ne değin yaygın olursa, ahlaki tehlikenin önüne de aynı yaygınlıkta geçilebilecektir. Ahlak koruma ağı kurulurken dikkatlerin yoğunlaşacağı sinema ve televizyon filmleri a) çevrilmişler, b) çevrilecekler olmak üzere iki kategoride değerlendirilmelidir. (a) kategorisine giren filmler için 4.200 kişilik bir “seçmeci” kadrosu oluşturulmalı ve tüm filmlerdeki “müstehcen” sahneler bu kadro tarafından ayıklanmalıdır. (b) kategorisine giren çevrilecek filmler için 240 kişilik bir “seyyar ahlak polisi” istihdam edilmeli, bunlar film setlerinde görevlendirilmelidir. Bu “yerinde müdahale” mekanizması ile “müstehcenlik olasılığı” daha başında ortadan kaldırılacaktır.

Fakat esas iş idari taksimata göre yapılanacak kadrolara düşmektedir. Bilindiği gibi başta kahvehaneler olmak üzere televizyon yayını yapan toplu mekânlar tüm ülkeyi sarmıştır. Bu durum sıkı bir ahlak denetimini gerektirmektedir. “Her televizyonlu toplu mekâna bir ahlak polisi” , Yüksek Ahlak Komiserliğinin baş şiarı olmalıdır. Toplumun ahlakını her şeyin üzerinde tutan “temiz devlet” parayı sakınmamalı, bu baş şiarı somut gerçeğe dönüştürmek için 324 bin personeli işe almalıdır.

***

Dileriz, Sayın Bakan önerilerimizi dikkate alır. Dudaklarınızdan dökülen, “Peki, evlerdeki müstehcenlikler ne olacak?” sorusunu duyar gibiyim. Bunu da İçişleri Bakanlığı çözecek. Tele kulak, teknik takip, ortam dinleme ve doğal ki ailelerden kazanılacak gönüllü muhbirler. Biliyorsunuz, diktatör miktatör Salazar Portekiz’i tam 40 yıl böyle yönetti, bizim neyimiz eksik ki?

Yaşasın ahlaklı toplum!

DENİZ KAVUKÇUOĞLU
Cumhuriyet

AYAKKABILI SALDIRI EPİSODE TWO


Bölüm 2 Yer: Bilgi Üniversitesi TÜRKİYE..
Yaşasın bizim de artık Halk Kahramanımız var!!!

KARANLIKLAR DEVAM EDİYOR ;CSKA Moskova 2-Beşiktaş 1



Beşiktaş'ın adı değişsin isterim.Karanlıklar Ülkesi:Underworld!!!
Olmazsa renklerini değiştirelim; Karanlık Beyaz.......
Aynı başarıları Fener'den, başarılarının devamını da Karanlıklardan dileyelim..:))Ne mutlu Beşiktaşlı olmayana! Golleri ister izleyin ister izlemeyin

UEFA CHAMPİONS LEAGUE WEEK 2...ŞAMPİYONLAR LİGİ 2. HAFTA ÖZETİ..

Fiorentina ilk maçtan 3 puandan daha fazlasını kaybetmişti Lyon'da. Gilardino da kırmızı görünce Liverpool karşısında işleri zordu. Tabii kağıt üzerinde. İngilizler ilk yarıda helva gibi olunca İtalyanlar bıraz sıkı basıp işi bitirdiler. Hafta sonunda ligin dibindeki Livorno'yu deplasmanda zar zor deviren Fiorentina, Jovetic'in 2 golüyle 3 puanı kaptı. Üstelik Mutu'nun hayalet gibi dolaştığı maçta. İkinci yarıda topa sahip olmada ilk çeyrekte Liverpool %75'e kadar çıktı ama Frey'e çok da fazla zorluk çıkarmadılar.
Liverpool'un klasik defans hataları devam ediyor. Havadan sektiriyor ve araya adam kaçırıyorlar. Hafta sonunda Chelsea deplasmanında işleri çok zor. Grubun diğer maçında Lyon 30 dakikada 3 yapıp maçı da 4-0 aldı Debrecen deplasmanında. Gecenin en görkemli galibiyeti 4'e bağlayan Sevilla'dan. Rangers'ı deplasmanda 4-1 ile geçtiler. Hafta sonunda Real Madrid ile evlerinde oynayacaklar. Inter, Rubin Kazan deplasmanında çok kötü oynamış, 1-1 iyi skor demek lazım. Barcelona 2-0 ile Dinamo Kiev'i geçti. Şaşırtıcı olan skorun 3 altında kalması tabii (!) Şampiyonlar Ligi'nde Arsenal klasiği vardır Emirates'de. Yine ıkındılar ve son 20'de işi bitirdiler. Gecenin fırsatı kaçıran iki takımı öne geçtikleri maçlarda zayıf rakiplerinden 3 puanı alamayan Stuttgart ve Az Alkmaar. Silik eşleşmelerin olduğu bir geceydi. Sanıyorum Star tarihinde ilk kez bir Şampiyonlar Ligi gecesini pas geçti. Yayınladıkları adını bilmediğim dizi, bir futbol maçından fazla reyting alıyorsa bu ülkede diyecek birşey yok tabii
81'den bile bu kadar az gol atan Milan yoktu. Ligde 6 maçta 3 gol. Son 5 lig maçında 1 gol. Nefes alabildikleri tek yer Şampiyonlar Ligi'ydi. Marsilya'yı deplasmanda Inzaghi'nin 2 golüyle geçmişlerdi. Bu gece bittiler, dibe vurdular. FC Zürih, San Siro'da tek golle kazandı. Thienen'nin attığı gol akıllara ziyan. Leonardo kalsa da olur; gitse de olur bu saatten sonra. Zaten ancak Cesare Maldini'yi teslim ederler takımı. Bu zamanda akıllı adam gelip de Milan'ı teslim almaz. Azeri kanalında spikere dayanabilseydim Bayern Münih-Juventus'u seyredecektim ama olmadı zaten 0-0 sona ermiş. Manchester United-Wolfsburg maçı güzeldi. Almanları çok beğendim, aslanlar gibi oynadılar Old Trafford'da. Boşnak Boliç'ten sonra bir başkası Dzeko da gol attı bu stadyumda. Derbiden beri takımını sırtlayan Gigs -ki 5 asist yapmıştı-bu kez frikikten beraberlik golünü attı, Carrick ile de işi bitirdiler. Real Madrid'de Cristiano Ronaldo muhteşem oynamış, 2 gol bir de penaltı yaptırmış. Sakatlanıp çıktı, hafta sonundaki Sevilla deplasmanı için şüpheli. Atletico Madrid sürünmeye devam ediyor. Porto deplasmanında 2 yediler. Bordeaux ve Chelsea de zayıf rakipleri karşısında tek golle galip kapadılar geceyi. Şampiyonlar Ligi'nin en golcü adamı ise Santiago Bernabeu'da yedek bekledi...

İnternet Manifestosu

1. İnternet farklıdır. İnternet farklı kamu küreleri, farklı terimler ve farklı kültürel beceriler yaratır. Medya günümüz teknolojik gerçeklerini görmezden gelmekten ve onunla boğuşmaktan vazgeçip, çalışma yöntemlerini bu gerçeklere uyarlamalıdır. Onların görevi mevcut teknolojiye dayanarak gazeteciliğin en iyi biçimini geliştirmektir. Bu yeni gazetecilik ürünleri ve yöntemlerini içerir.

2. İnternet bir cep boyutu medya imparatorluğudur. Web mevcut medya yapılarını, eski sınırları ve oligopollleri aşarak yeniden düzenliyor. Yayın ve medya içeriğinin yayılması artık yüklü yatırımlar gerektirmiyor. Gazetecilik öz-kavramı, neyse ki, onu enformasyonun akışını düzenleme ve filtreleme görevinden kurtarıyor. Geriye gazeteciliği sıradan yayından ayıran gazetecilik kalitesi kalmaktadır.

3. İnternet toplumdur; toplum internettir. Sosyal ağlar, Vikipedi veya YouTube gibi web-tabanlı platformlar Batı dünyasında insanların çoğu için günlük yaşamın bir parçası haline gelmiştir. Onlara telefon veya televizyon gibi erişilebilir. Eğer medya şirketleri var olmaya devam etmek istiyorsa, bugünkullanıcılarının dünyasını anlamalı ve iletişim formlarını kucaklamalıdır. Bu kucaklama sosyal iletişimin temel formları dinleme ve yanıtlamayı, yani diyaloğu da içerir.

4. İnternet özgürlüğü dokunulmazdır. İnternet açık mimarisi sayısal iletişen bir toplumun ve dolayısıyla gazeteciliğin temel bilişim yasasını oluşturmaktadır. Bu, özel, ticari veya siyasi çıkarların, çoğu kamu yararı iddiası arkasında gizlenerek korunması uğruna değiştirilemez. Nasıl yapıldığından bağımsız olarak, internete erişimin engellenmesi serbest bilgi akışını tehlikeye atmakta ve bilgi erişim temel hakkını bozmaktadır.

5. İnternet bilginin zaferidir. Yetersiz teknolojisi nedeniyle medya kuruluşları, araştırma merkezleri, kamu kuruluşları vediğer kuruluşlar bugüne kadar dünyadaki bilgileri derlemiş ve sınıflandırmıştır. Bugün her vatandaş kendi kişisel haber filtrelerini oluşturabilir, arama motorları ile daha önce hiç bilinmeyen boyutta bir bilgi hazinesine ulaşabilir. Bireyler artık her zamankinden daha iyi şekilde bilgilenebilir.

6. İnternet gazeteciliği geliştirir. İnternet üzerinden gazetecilik yeni bir şekilde kendi toplumsal-eğitimsel rolünü gerçekleştirebilir. Bu, bilginin sürekli değişen, devamlı süreç olarak sunulmasını içerir; basılı medyanın değişmezliğinin kaybı bir artıdır. Bilginin bu yeni dünyasında hayatta kalmak isteyenlerin, yeni bir idealizm, yeni gazetecilik fikirleri ve bu yeni potansiyeli kullanmaktan zevk alması gerekir.

7. Net, ağ gerektirir. İnternet linkleri bağlantılardır. Birbirimizi bu bağlantılar ile biliyoruz. İnternet bağlantılarını kullanmayanlar kendilerini sosyal söylemin dışında tutmaktalar. Bu, geleneksel medya şirketlerinin web siteleri için de geçerlidir.

8. Linkler ödüllendirir, alıntılar süsler. Arama motorları ve birleştiriciler (portallar) kaliteli gazeteciliği kolaylaştırır: Onlar uzun vadede olağanüstü içeriğin bulunabilirliğini arttırır ve böylece yeni ve kamusal bilgi dünyasının ayrılmaz bir parçasıdır. İnternet bağlantıları ve alıntılar yoluyla referanslar, özellikle yaratıcısından herhangi bir izin veya ücret gerektirmeyenler, ilk etapta ağ üzerindeki sosyal söylem kültürünü mümkün kılar. Bunların hepsi şüphesiz korumaya değerdir.

9. İnternet, siyasi söylem için yeni bir mekândır. Demokrasi, katılım ve bilgiye erişim özgürlüğü ile büyür. Siyasi tartışmanın geleneksel medyadan internete aktarılması ve halkın etkin katılımı ile bu tartışmayı genişletmek gazetecilik görevlerinden biridir. Bugün basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü anlamına gelir.

10. Alman Anayasası’nın 5. maddesi meslekler veya geleneksel iş modelleri için koruyucu haklar ihtiva etmez. İnternet, amatör ve profesyonel arasındaki teknolojik sınırları geçersiz kılar. Bu nedenle basın özgürlüğü ayrıcalığı gazetecilik görevlerinin yerine getirilmesine katkıda bulunabilecek herkes için geçerli olmalıdır. Nitelik açısından, ücretli ve ücretsiz gazetecilik arasında bir ayrım yapılmamalı, ama iyi ve kötü gazetecilik arasında yapılmalıdır.

11. Çok fazla bilgi diye bir şey yoktur. Bir zamanlar, kilise gibi kurumlar kişisel farkındalık yerine güce öncelik verdi ve tipo matbaa makinesi bulunduğunda, denetimsiz bilgi akışına karşı uyardı. Diğer taraftan, broşürcüler, ansiklopediciler ve gazeteciler daha fazla bilginin daha fazla özgürlüğe yol açtığını, hem birey hem de bütün olarak toplum için gösterdi. Bu önerme bugün için de geçerli.

12. Gelenek, bir iş modeli değildir. Gazetecilik içeriği ile internet üzerinden para kazanılabilir. Zaten, bunun birçok örneği bugün var. Ancak, şiddetli rekabet nedeniyle, iş modelleri internetinyapısına uyarlanmalıdır. Kimse bu hayati uyarlama sürecinden statükoyu korumaya yönelik politikalarla kaçınmaya çalışmasın. Gazetecilik açık rekabetle net üzerinden iyi finansal çözümler bulmalı ve cesaretle bu çözümlerin çok boyutlu uygulamalarına yatırım yapmalıdır.

13. Copyright, internet üzerinden bir sivil görev haline gelir. Copyright internette enformasyonun düzenlenmesinde merkezi bir köşetaşıdır. Yaratıcıların kendi içeriklerinin dağıtımının türü ve kapsamı üzerinde karar hakkı internet üzerinde de geçerlidir. Aynı zamanda, telif hakkı eski tedarik mekanizmaları korumak ve yeni dağıtım modelleri ya da lisans yapılarını sokmamak için kullanılamaz. Mülkiyet yükümlülükleri kapsamaktadır.

14. İnternette çok para vardır. Gazetecilik çevrimiçi hizmetleri reklam yoluyla finanse eder. Bir okuyucu, izleyici ya da dinleyicinin zamanı değerlidir. Gazetecilik sektöründe, bu ilişki her zaman finansmanın temel bir ilkesi olmuştur. Gazetecilik açısından geçerli yeni finans modelleri bulunmalı ve test edilmelidir.

15. İnternette olan internette kalır. İnternet, gazeteciliği yeni bir niteliksel düzeye kaldırıyor. Online metin, ses ve görüntüler artık geçici olmak zorunda değil. Onlara yeniden erişilebilir, böylece çağdaş tarihin bir arşiv binası oluşabilir. Gazetecilik, bilginin gelişmesini, yorumlanmasını ve hataları göz önüne almalı, yani, oluşan kendi hatalarını kabul etmeli ve şeffaf bir şekilde onları düzeltmeli.

16. Kalite en önemli nitelik olmaya devam ediyor.İnternet ortaya düzgün ürünler de çıkarır. Sadece güvenilir, seçkinve olağanüstü olanlar uzun vadede sürekli izlenecektir. Kullanıcıların talepleri artmıştır. Gazetecilik bunları yerine getirmeli ve sık sık güncellediği ilkelerine bağlı kalmalıdır.

17. Herkes için Web, 20. yüzyıl kitle iletişim araçlarından üstün bir toplumsal değişim altyapısı oluşturur. Şüphe halinde,“Vikipedya kuşağı”, kaynağın güvenirliğini belirlemek, haberi geriye gidip orijinal kaynağında izleme, araştırma, denetleme ve değerlendirmek yeteneğine tek başına veya bir grup olarak sahiptir. Bunu küçük gören ve bu becerilere saygı göstermeye istekli olmayan gazeteciler internet kullanıcıları tarafından ciddiye alınmaz. Çok haklılar. İnternet eskiden alıcı olarak bilinenlerle, okuyucu, dinleyici ve izleyiciler, doğrudan iletişim ve onların bilgilerinden yararlanmayı sağlar. “Her şeyi bilen” gazeteciye değil ama iletişim kuran ve araştıran gazeteciye talep var.