5 Ekim 2009 Pazartesi

KİMİN AHI TUTTU BÖYLE??

Evet neticede anlamış bulunuyoruz ki Frank RİJKAARD da insanmış.Bu ne arkadaşım beraberlikte bile bize geçirmeye hazır olan cürüh atağa kalktı.Bizde bu ülkenin takımıyız, bizde bir Türk takımıyız(burada bir parantez açıp ben hala TÜRK olmaktan gurur duyuyorum ve gocunmadan da TÜRK kelimesini kullanıyorum)Bu ne Galatasaray düşmanlığıdır kardeşim anlamadım? Bir zil takıp oynamadıkları kaldı.Kına yakın emi! Çekememezlik ve hasetinden çatlamada bir yere kadar arkadaş.Neymiş Rijkaard ve Arda Milan'a kaçaçakmış. Yuh derler adama YUH...Hayatında Teknik adamlığı başarısızlıklarla geçip sadece "gol olur" , "kafa geldi gol geldi" den ibaret futbol bilgisine sahip arkadaşlar fazla sallamayın kendiniz düşersiniz. Siz hayatınız boyunca bırakın Rijkaard'ı Neskens'in kariyerini yakalayın da öyle konuşun. Bizim hala gözümüzdeki FUTBOL Devriminin mimarları Rijkaard ve Neskens birde onları getiren yönetimdir. Sonuçta bu bir oyundur, kazanılır kaybedilir, elbette bu kadar yakın bir zamanda kaybetmeyi beklemiyorduk ama biz futbolu bu yüzden seviyoruz.Son söz;Avrupa'nın kralı ŞAMPİYON CİMBOM!

Mustafa Kemal Atatürkiyeli...






“Bi Alman, bi Fransız, bi İngiliz, bi Türk, bi adaya düşmüşler, Türk olanı ‘Bundan sonra fıkralarınızda bana Türk demeyin, Türkiyeli deyin’ demiş...”

*

Gel de gülme birader.

*

“Ne mutlu Türk’üm diyene” deyince, ırkçılık, faşistlik filan oluyormuş, “Türkiyeli” diyecekmişiz...

*

Alman de.

Fransız de.

İngiliz de.

Aman diim, Türk deme.

*

Türkiyeli bayrağı de, mesela.

Türkiyeli silahlı kuvvetleri.

Türkiyeli havayolları.

Türkiyeli milli takımı.

Türkiyeli lirası.

*

CNNTürkiyeli.

*

Tarihi de baştan yazmak zorunda kalacağız anlaşılan, Jöntürkiyeliler falan... Veya, Kuzey Kıbrıs Türkiyeli Cumhuriyeti... Türkiyelimenistan.

*

Türkiyeli hamamı.

Türkiyeli lokumu.

Hidayet Türkiyelioğlu.

Beyazıt Öztürkiyeli.

Fenerli Semih Şentürkiyeli.

Türkiyelian Şoray.

Türkeş mevzuuna, hiç girmeyeyim!

*

Alt kültür, üst kültür diye paldır küldür dalarsan meseleye, altını üstüne getirirsin memleketin işte böyle... Ve, “Tabii canım, doğrusu ne mutlu Türkiyeliyim” diyene sorarım; etnik kökeni ne olursa olsun, var mı artık “mutlu” olan hiç kimse, bu zihniyetin yönettiği ülkede?

Said-i Nursi’yi bile andı; ama...

Said-i Nursi’yi bile andı; ama...

"En büyük devlet büyüğü", partisinin genel kurul toplantısında Türkiye’nin 72 milyon insanını nasıl kucakladıklarını anlattı...

Dudaklarımdan dökülen sözleri engelleyemedim:

“Beni sayma... 71 milyon 999 bin 999!”

***


Kürsüden haykırdı.:

“Biz insanlarımızı bölmüyoruz... Dini, dili, etnik kimliği ne olursa olsun herkesi seviyoruz...”

Sonra da ekledi:

“Asıl onlar bölücülük yapıyor... Asıl onlar ülkeyi bölüyor...”

Onlar dediği kim?

CHP’liler ve CHP’ye oy verenler...

MHP’liler ve MHP’ye oy verenler...

İşçi Partisi’ne, Genç Parti’ye, Demokrat Parti’ye, Türkiye Komünist Partisi’ne, Liberal Demokrat Parti’ye ve adlarını tek tek yazamadığım diğer partilere oy verenler...

Ya ni; yuvarlak hesap kendi partisine oy veren 14 milyon 732 bin kişi dışında kalan herkes...

Dudaklarımdan dökülen sözleri yine engelleyemedim:

“Hani herkesi kucaklıyordun, hani herkesi seviyordun... Bu ‘Onlar’ da neyin nesi oluyor o zaman?”

***


Hoşgörüden, tahammülden, kültürel zenginliğimizden söz etti...

Ahmet Yesevi’den başladı, Yunus Emre’yle yol aldı.

Mevlana’yı, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Mehmet Akif’i unutmadı.

Ne kadar “kucaklayıcı” olduğunu göstermek için Tatyos Efendi’yi, Sabahat Akkiraz’ı, Nazım Hikmet’i, Cem Karaca’yı ve hatta Ahmet Kaya’yı andı...

Her isimden sonra salondan cılız alkışlar yükseldi...

Sonra listeye tarikatçı Said-i Nursi’yi ekledi... Onu da bu ülkenin yetiştirdiği değerlerinin başına oturttu.

Salon alkıştan yıkıldı.

Bir tek kişinin adını anmadı...

Ya da unuttu...

O kişi, Türk kültürünün son

86 yılına damgasını vuran Mustafa Kemal Atatürk’tü!

Dudaklarım, yine irade dışı konuşmaya başladı:

“Bu ülkenin kültürel zenginliğinden söz ederken, onu nasıl unutabildi?”

***


“Herkesi kucakladığını” söylerken, huzurevi ücretlerine yapılan zamlardan sonra kapı önüne konulan bakıma muhtaç yaşlılar geldi mi aklına bilemem...

Ama son bir yılda işsiz kalan yüz binler gelmedi.

Üç kuruşluk maaşla yaşamaya çalışan emekliler gelmedi.

İşletmelerini ayakta tutabilmek için, çalışanlarına tüketici kredisi kullandırıp bu paraları onlardan toplayarak borçlarını ödeyen işletme sahipleri gelmedi.

Hatır çekleri yüzünden hapishaneye düşen esnaf gelmedi.

Kredi kartı batağına saplanıp kalan milyonlar gelmedi.

İşkencede ölen Engin Çeber’in ailesi gelmedi...

Ergenekon’un kasası olduğu iddia edilirken, öldükten sonra beş parasızlığı gün ışığına çıkan Kuddusi Okkır’ın eşi gelmedi...

Teröristlerin verdikleri ifadeler yüzünden bugün cezaevinde kahırdan ölmek üzere olan terörle mücadele kahramanları da gelmedi...

***


Dudaklarım bir kez daha benden izinsiz isyan etti:

“Keşke sen herkesi değil de, herkes seni kucaklayabilseydi...”

BAYILIYORUM BAŞBAKAN'A VALLAHİ..

Başbakan Erdoğan gelmiş geçmiş tüm başbakanlar içinde Türkiye’deki insanları en iyi çözen başbakan. Biz çabuk öfkeleniriz, bir küçük tatlı lafla yumuşarız, çabuk inanırız, dün ak dediğimize bugün kara demekten çekinmeyiz, siyasi liderleri ve fikirleri de takım tutar gibi tutar, ancak canımız çıkmak üzereyken vazgeçebiliriz, yeniliklerden korkar karşı çıkarız, ama her yeniliği de ilk kullananlardan biri olmak isteriz.

İşte Tayyip Erdoğan bunu o kadar iyi çözmüş ki, şimdi muhalefetsiz siyaset arenasında tıpkı dikensiz gül bahçesinde çıplak gezer gibi canının istediğini yapıyor.

Dün Ankara’da AKP’nin Genel Kurulu’nda konuştu da konuştu. Ama helal olsun, dinleyenler yoruldu o yorulmadı. Nasıl yorulsun ki, her söylediğini alkışlayanların özgüveninde salgıladığı adrenalin onu sabaha kadar bile konuşturabilirdi, gömleği hiç buruşmadan, pantalonu kırışmadan sonuna kadar dimdik ayakta kalırdı üstelik.

Tabii bu adrenalin salgısı sayesinde Başbakan konuşuyor, kalabalıklar coşuyor. Ama bir saniye önce söylediğini çılgınca alkışlayanlar, bir saniye sonra bunun tam tersini duyduklarında heyecanlarından yine bir şey kaybetmiyorlar ve çılgınca çarpıyorlar ellerini birbirine. Hatta arada “çak beşlik” yapanlar bile yok değil.

Örneğin bir yıl önce salonda adı duyulsa “yuh” seslerinin Ankara semalarına yankılanacağı Ahmet Kaya salonda coşkulu bir alkış tufanına neden oldu.

Meğer AKP’liler ne severmiş Ahmet Kaya’yı da haberimiz yokmuş. Sanırsınız ki evde ne kadar Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses kaseti varsa atılacak yerine Ahmet Kaya’lar doldurulacak.

Özellikle Kürt açılımı üzerinde duruyor başbakan. Çok güzel kardeşlik mesajları veriyor. Alkış kopuyor kopmasına da, Allah Allah kimsenin aklına daha birkaç ay önce söylediği “Ya sev ya terk et” anlamına gelen sözleri gelmiyor Başbakan’ın.

Yine bir misal: Başbakan konuşmasının başında Kürt açılımını anlatıyor. Pür dikkat dinliyor kalabalık. “Kürt, Türk, Laz, Çerkez hepsi bizim, hepimiz kardeşiz” diyor. Alkış...

Arkasından “Türk olmanın da bir alt kimlik olduğunu” belirtip, “Üst kimlik Türkiye vatandaşı olmaktır” diyor. Yine alkış...

Biraz zaman geçiyor, Başbakan unutuyor Türk’ün alt kimlik olduğunu, barajlardan söz ederken “Eskiden su akar Türk bakar derlerdi. Şimdi su akar Türk yapar” deyiveriyor. Üstelik Türk sözünü de basa basa söylüyor. Haydaaa yine alkış...

Bir karar verin ama, alt kimlik misiniz, değil misiniz?

Ayrıca sevgili AKP’liler, madem Türklük alt kimlik bu lafın su akar Kürt bakar, su akar Laz bakar, su akar Çerkez bakar versiyonu yok mu? Ayrımcılık değil mi bu? Ayrıca neden iyi ve kötü örnekler alt kimlik olan Türklükle veriliyor ki?

Derken Başbakan dış borca getiriyor lafı. “Bizim şu kadar borcumuz var ama biliyor musunuz ABD’nin ne kadar borcu var. Bir trilyoooon dolar.” Aman Allahım yer gök inliyor alkıştan. Ki anlıyoruz daha 500-600 milyar dolar borçlanabiliriz. Kimsenin umrunda bile olmaz. ABD de borçlu ya.

Ya da işsizlikten söz ediyor Başbakan. “Ne var yani” diyor, “Geldiğimizde yüzde 10’du, şimdi 13 oldu. ABD’de de böyle, İngiltere’de.” Tribünler dolusu AKP’liler yine basıyor alkışı.

Hem zaten Başbakan iki gün önce “Üniversite bitiren herkes iş bulacak diye bir şey de yok” dememiş miydi? AKP’li kalabalıklar da buna da kafalarını sallayıp “Hımmmm, haklı ama, nerde bu kadar iş” demişlerdir muhakkak.

Nasıl bayılmam bu Başbakan’a ben. Hele arkasında her şeyi alkışlayan bu kadar adam varken...

Can Ataklı
VATAN

HAPİSTEN GELEN TEHTİDLER VE.....

Hapisten Gelen Tehditler Ve...

Gazeteci Fatih Altaylı, Haber Türk Gazetesi’nde, halen cezaevinde yatmakta olan Şemdin Sakık'ın cezaevinden yolladığı mektubu yayınladı.



Şimdi o mektuptan bir bölümü görelim:



“…Farz edelim 'Açılım' başarılı olamadı. Ne olacak biliyor musunuz? Meclis'te grup kuran ve bölgenin yüz belediyesini elinde bulunduran PKK, 50 bin kişilik silahlı güç oluşturma kararı alabilir. Buna savaşçı toplamak için bütün gücünü seferber edecektir. Örneğin, her belediyeyi bir askerlik şubesine dönüştürüp onlardan yüzer genç isteyebilir. Bunu mutlaka yapacaktır.


...Türk Ordusu buna izin vermez diyorlar. Sovyetler Birliği'nin de 5 milyonluk bir ordusu vardı ama ülkenin çözülmesini durduramadı.



Sosyal alandaki bölünmüşlük zaten öteden beri var olan bir gerçektir.



…Kürt açılımı başarıya ulaşmazsa ülkenin bölünmesi gündeme geleceği gibi, daha beter durumlar da yaşanabilir.” (Habertürk, 01.10.2009)



“Açılım olmazsa ülke bölünür ve kan gövdeyi götürür” demek, bir tehdit içermiyor mu?



Burada bir tehdit havası sizce yok mu?



Tehdit başka nasıl olur?



İkinci bir tehdit de, birkaç gün sonra İmralı’dan geldi. Bakın habere:



“…Terör örgütü PKK’ye yakınlığıyla bilinen Fırat Haber Ajansı, Öcalan’ın geçen çarşamba günü İmralı Adası’nda avukatlarıyla yaptığı görüşmenin içeriğini yayımladı. Öcalan, Kürt açılımıyla ilgili olarak’ Demokratik müzakere süreci gelişirse bu, DTP etrafında gelişecek. Elbette Kandil ve ben de bu sürece dolaylı şekilde katılacağız.’ dedi.



Çözüm sürecinin iki hafta içinde netleşeceğini, AKP’nin parlamento açılışındaki sunumunun önemli olduğunu belirten Öcalan, aksi takdirde çatışmaların yeniden başlayacağı tehdidinde bulundu. Öcalan, ‘Eğer demokratik müzakere süreci gelişmezse şiddet, çatışma, baskı ve ölümlere zemin açılmış olur. Benim amacım böyle bir sürecin önüne geçmektir’ diye konuştu. Öcalan, ‘Süreç olumsuza giderse halk kendi kararını verir’ dedi.” (Cumhuriyet, 03.10.2009)



Ne biçim demokratik açılım bu?



Alenen tehdit ediliyoruz!...



Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı da, TBMM’de milletin vekillerine, Türk kavramına hiç yer vermeden, “Bu sorunu biz çözemezsek gelir başkaları çözer” demeye getiriyor.



Sorun dediği de, hani Başbakanın önce “Kürt Açılımı”, sonra da “Demokrasi Açılımı” dediği, sözüm ona açılım !..



İçeriden alenen tehdit edildiğimiz ortada da…



Sayın Cumhurbaşkanının açıklamasından anladığıma göre, bir de dışarıdan tehdit ediliyoruz.



Kısacası…



Açılım saçılım derken…



Sonuçta geldiğimiz yer budur!..








Ahmet AKYOL
4 Ekim 2009

Sırada İstiklal Marşı Var!

Tayyip Bey belki hâlâ fark etmedi.

Ama dün TBMM’nin açılışını yapan Gül’ün artık anlaması gerekiyor ki...

Bu “açılım” işi hırsız yakalayan oğul ile babanın, “Al da gel oğul! Gelmiyor... Bırak da gel oğul!.. Bırakmıyor!” diyaloğuna döndü.

- Bir açılım yapacağım!

- Aç aslanım!

- Açılamıyor!

- O zaman vazgeç oğlum!

- Vazgeçemiyorum!

***

“Açılım”dan vazgeçmek artık çok zor.

Açmasa, açılamasa da “açıyormuş” gibi yapacak.

Tıpkı askerliğin moral gecelerinde, “Aç... Aç...” diye haykıran seyirciyi susturmak için yapıldığı gibi...

***

Başbakan da, İçişleri Bakanı da açıkladı zaten: “Açılım” için anayasa değişikliğine gerek yok.

Demek ki AKP bu “açılımları” yönetmelikle, genelgeyle, tüzükle yapacak!

***

Oysa açılım isteyenleri, artık anayasa bile kesmiyor...

TBMM’de bile seslendirilen talepler artık sağır sultanların bile malumu.

1) Anayasanın ilk 3 maddesi değişsin.

2) Türkler ve Kürtler “ortak kurucu” olarak anılsın, tanınsın.

3) Yerel yönetimlere daha fazla yetki devredilsin.

4) Güneydoğu’da federatif bir yapıya geçilsin.

***

Açılımın bu aşaması tamamlandıktan sonra sırada başka açılımlar da var:

Başka “Self determinasyon” (kendi kaderini tayin hakkı)!

Çok şükür bu “hak” şimdilik askıya alınmış durumda.

***

“Açılım”ın ucu bile açılmadan, AB kayıtlarına, Avrupa siyasetçilerinin söylemine girdi...

Artık hiç kimse çekinmeden, korkmadan “Ne mutlu Türküm diyene!” diye ne yazabilecek ne de konuşabilecek.

Bu da belli oldu.

***

Tayyip Bey’in geçen hafta Başkan Obama’yla kafa kafaya geçirdiği 15 dakikanın açılımında da “açılım” olduğu artık sır değil.

“Açılım” Türkiye’nin iç sorunu olmaktan çıktı.

Avrupa İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg, “Ne mutlu Türküm diyene” sözünün ırkçılık içerdiğini ilan etti bile.

Tayyip Bey de Gül de ortaya attıkları “açılım”ın ucunun “Türklük eşittir ırkçılık!” iddiasına hatta daha da ilerilere kadar uzatılacağını hesap edemediler.

Sırada İstiklal Marşı’nın değiştirilme talepleri var.

Çünkü asıl “ırkçılık(!)” İstiklal Marşımızda:

“Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet bu celâl?

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,

Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!”

***

Evet sırada İstiklal Marşı var.

Bunun ilk işaretini rahmetli Erdal İnönü Dışışleri Bakanı olarak çıktığı uzun AB turunda almıştı.

Kendisini izleyen tek gazeteci olarak da, “bu hissiyatını” bendenizle de üstü kapalı paylaşmıştı.

Paylaştığı bir başka “gözlem” ise, AB’li radikal bazı siyasetçilerin Türk bayrağı üzerindeki ay ve yıldızın dinsel bir simge olduğuna ilişkin görüşleriydi.

Bu görüşleri, o dönemde yazdığım Sabah, manşet yapmıştı.

Ancak, ay yıldızlı bayrağımızla ilgili bu görüşlerin bir grup münferit zıpır AB siyasetçisinin yediği herze olduğu düşünülmüştü.

Yanıldığımız anlaşılıyor.

AB Komiseri “Ne mutlu Türküm diyene”yi ırkçılık olarak niteledikten sonra...

AHMET TAN
Cumhuriyet