6 Ekim 2009 Salı

SAİD-İ NURSİ ATATÜRK İÇİN NE DEMİŞTİ?

Başbakan Erdoğan, AKP 3. Olağan Kongresi’nde AKP’nin manevi tavrını şu cümleler ile çizdi : ''Seversiniz sevmezseniz, beğenirsiniz beğenmezsiniz, görüşlerini kabul edersiniz etmezsiniz... Ama Ahmedi Hani'siz, Bitlisli Said-i Nursi'siz bir Türkiye'nin maneviyatı noksan kalır''

Ahmedi Hani, Ahmet Kaya, Nazım Hikmet gibi Başbakan’ın adını andığı isimler bir yana Saidi-Nursi’nin adını anması Atatürkçü çevreleri kızdırdı. Bunun nedeni Said-i Nursi’nin eserlerinde sıklıkla bahsettiği “Deccal” kavramı ile Atatürk’ü işaret ettiği iddiası.

İslami literatürde “Deccal” en ağır hakaret sayılan ifadelerden biri. Deccal; yalan söyleyen, aldatan, karıştıran kişi anlamına gelir. İslami fikriyata göre Deccal’in ortaya çıkması kıyamet alametlerinden biri olarak da görülüyor.

Said-i Nursi’nin Deccal teorisini oluşturan satırlar şöyle sıralanabilir:

“Ben bir manevi alemde, İslam Deccalini gördüm. Yalnız bir tek gözünde teshirce bir manyetizma gözümle müşahade ettim ve onu bütün bir münkir bildim. İşte bu inkarı mutlaktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata hücum eder.(...) Fakat kahraman ve mücahit ordunun ve dindar milletin ruhundaki nur–u iman ve Kur’an ışığıyla hakikat–i hal–i göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribatını tamire çalışacağı rivayetlerden anlaşılıyor.” (Şualar458–459,Siracun Nur 247)

Saidi Nursi, başlangıçta şifreli olarak işaret ettiği Deccal’in kim olduğunu daha sonra şöyle anlatıyor:
“Ölmüş gitmiş dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir Hadis–i Şerif’in ihbariyle Kur’an’a zararlı bir adam çıkacak demiştim.Sonra Mustafa Kemal’in o adam olduğunu zaman gösterdi. (Emirdağ Lahikası I/278,Yirmiyedinci mektuptan Sabık Reis–i Cumhur’a ve üç makama gönderilen istida)

Saidi Nursi, Mustafa Kemal’e yönelik Deccal suçlamasında daha da ileri giderek şunları yazar:
“...Lozan Muahedesinde söz veren ve pek şiddetli ve dehşetli hücumlarına rağmen hiçbir hakiki Müslüman Türk’ü Protestan yapamayan ve Millet–i İslam için pek zararlı olduğunu ef’aliyle ispat eden ve Hadis– Şerif’in haber verdiği o müthiş şahıs kendisi olduğunu(yani Deccal, y.n) hayat ve mematiyle gösteren Mustafa Kemal’e bir mahrem eserde ‘din yıkıcı Süfyan’ dediğimizi (...)” (Emirdağ Lahikası I,50–51;Yirmiyedinci Mektuptan Mahkeme–i Kübra’ya Şekva ve Müdafaatın Bir Haşiyesi olan Parçanın Hülasasıdır, Ayrıca Müdafaalar, 226–227)



İşte Başbakan’ın Said-i Nursi’ye yönelik atıfları bu nedenle Atatürkçüler’i kızdırdı.



Odatv.com

Frank Rijkaard'la Soru Cevap, 6 Ekim '09

Galatasaray Tekinik Direktörü Frank Rijkaard, GSTV'deki ''Rijkaard'la Soru Cevap'' programında Sturm Graz ve Ankaragücü maçlarına ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.

Satır aralarını incelemekte fayda var. Ankaragücü karşısındaki ağır mağlubiyeti, çeşitli nedenler üzerinden okumaya çalışıyor Rijkaard. İçerisinden geldiği futbol mantalitesinden bahsediyor. Üzerine konuştuğumuz tüm konuların bir altyapısının olduğunu da gösteriyor aslında. Ankaragücü maçında çok kötü bir sekans yaşadı, Galatasaray.

Ve ortaya çıkan görüntünün önemli nedenlerinden biri, takım içerisindeki bazı oyuncuların bireysel performans yarışına girmesiydi.

Arka arkaya sıralayalım olması gerekenleri: ''Saha içi planlamasının temelini, yetenekleri, zekâları ve becerileri farklılık gösteren 11 futbolcunun tek bir organizma gibi hareket etmesi oluşturur.'', ''Saha içindeki bütün futbolcular eşittir. İlkesel planda hiçbir futbolcunun takıma katkısı, diğer arkadaşının katkısından daha önemli ve daha büyük değildir.'', ''Futbolda, yıldızları parlatan, onları daha gösterişli gösteren tek şey takım oyunudur.''

Şimdi, okuyalım Frank Rijkaard'ın GSTV'deki söyleşisini. Mutlaka yararlanacağımız noktalar olacaktır ilerleyen zamanda.

Önce Eskişehirspor maçı sonra da UEFA Avrupa Ligi’ndeki Sturm Graz beraberlikleri ve Ankaragücü karşısında alınan mağlubiyet var. Sezonu çok iyi açmıştı Galatasaray; ama üç maçtır skor olarak bir düşüş söz konusu. ''Nazar değdi'' diyelim ve hocamıza soralım. Neden böyle oldu?
Bildiğiniz gibi sezona çok iyi bir başlangıç yaptık hem ligde hem Avrupa’da. En son maçtan başlayalım isterseniz, Ankaragücü maçından. Şimdi, iki takım var ortada. Kalite olarak bir takım, diğerinden daha iyi. Biz onlardan daha kaliteli bir takımdık. İlk yarı iyi top oynadığımızı düşünüyorum. Pozisyonlara da girdik ama gol atmayı başaramadık. İkinci yarıya baktığımızda tamamen maçtan koptuk diyebiliriz. İkinci yarı benim tanıyamadığım bir Galatasaray vardı sahada. Eğer kalite olarak üstünseniz mutlaka mücadele olarak da bunu göstermeniz lazım. Rakibiniz kadar mücadele edemezseniz, o kalitenin pek bir anlamı kalmıyor. İkinci yarıda biz bunu yapamadık.

Takımda fiziksel olarak bir düşüş olduğundan herkes hemfikir. Tabii Milli Takım’a Galatasaray'dan birçok oyuncunun gitmesi, yoğun maç trafiği veya sezonun erken açılması gibi sebepler öne sürülüyor; ama hocamız daha önceki programlarda da söyledi. ''Büyük takımların bu tip sıkıntıları var; ama bunu mazaret olarak gösteremeyiz.'' dedi. Bu bağlamda baktığımız zaman, hocamız neye bağlar bu düşüşü? Fiziksel bir düşüş olduğuna katılır mı?
Bunu sadece milli takımlara bağlamamız lazım. Bu bir özür olamaz. Çünkü bizim oyun mantalitemize futbolcularımız uydukları zaman -ki bunu sezon başından beri güzel yapıyorlar- normal koşacakları gerekenden daha az koşmak zorunda kalacaklar, daha az yorulacaklar. Çünkü takım içinde o her zaman söylediğimiz organizasyonu iyi yaptığımız zaman, pozisyonunuzu koruduğunuz zaman, mutlaka daha az koşmak zorunda kalıyorsunuz. Ama Ankaragücü maçında bunu yapamadık ve bloklar arasında çok büyük farklılıklar oldu. Bu sebeplerden dolayı daha fazla koşmak zorunda kaldık. Yoksa normalde maçların yorgunluğu, milli takımlara futbolcu gönderilmesine bağlanılmaz kesinlikle.

Dörtlü savunmanın üçü değişti. Bu değişkenlik rakibin üzerimize daha fazla gelmeye sebep olduğunu söyleyebilirmiyiz karşılaşmayla ilgili?
Şimdi geri dörtlüye bakıyorsunuz tabii Sabri, Emre Aşık gibi oyuncularımızın sakat olmasından dolayı orda bir rotasyon, değişiklik yapmak zorunda kaldık. Ama tabii tamamen bu dörtlüye de mâl etmemek lazım; çünkü ilk yarıda oynayan aynı dörtlü. Yani maçı devamlı domine eden, devamlı rakibin üstüne giden bir Galatasaray vardı. İlk yarıda da bu defans kurgusuyla oynuyorduk o yüzden o oyunculara mâl etmemek lazım. Daha önce de belirttiğimiz gibi, takım savunmasının hep beraber yapılması gerekiyor.

Takım savunmasını tekrar konuşacağız ama alan daratmayla ilgili bir şey sormak istiyorum. Galatasaray Ankaragücü maçında çok top kaybetti. Frank Rijkaard’la birlikte takımda göze en hoş gelen ayağa çok pas organizasyonunu çok iyi yapan bir Galatasaray olmasıydı. Ankaragücü maçıyla ilgili sürekli top kaybının yaşanması hocamızın söylediği alanın genişlemesiyle alakalı bir durum mudur?
Ankaragücü karşılaşmasında tabii ki çok top kaybı yaşandı. Ne yazık ki oyunu bireyselleştirmeye çalıştık. Takım oyunundan ziyâde ilk yaptığımız bu oldu. Herkes bireyselleştirerek kendisi bir şey yapmaya çalıştı. Bu durumdan kaynaklanan top kayıpları yaşandı. Biz ilk 6 haftada bazı şeyleri çok iyi yapabildiğimizi gösterdik. O yüzden tekrar değişebilecek şeyler bunlar.

Daha önceki programlarda ''Savunma forvetten başlar.'' demişti. ''Takım savunmasında başarılıysak bunu biraz da hücum oyuncularına borçluyuz.'' demişti. Hocanın söylediği mantıktan hareket edersek Ankaragücü maçında hücum oyuncuları bu anlamda kötüydü diyebilir miyiz?
Takım savunması iyi ise az önce sizin de belirttiğiniz gibi kesinlikle hücum futbolcularından başlar çünkü atak futbolcuları önde bastığı zaman defansın da kendisine güveni gelir, biraz yakın oynama isteği duyar ve öne çıkar. Bu yüzden hem defansın hem orta sahanın hem forvetin birbirine yakın olduğunu görürsünüz. Ankaragücü maçında bunu yapamadık ama tekrar hücumda oynayan futbolculara mâl etmemek lazım. Forvette oynayan futbolcularımızı suçlamamak lazım çünkü orta sahada da çok boşluk verdik. Orta sahadaki futbolcularımızda topu kaybettiği zaman ne yazık ki topun arkasına geçemediler, pozisyonlarını alamadılar ve ilerde futbolcu bıraktık. Yediğimiz gollerde de görüyoruz zaten. 2. ve 3. gollerde çok büyük boşluklar oldu öyle gol yedik. O yüzden sadece yani hücum oyuncularını suçlamamak lazım.

Orta sahanın genellikle Galatasaray’ın rakip savunmanın arasına oyuncu soktuğunu da gördük ve bu maçta o da eksik kaldı. Hocamızın söylediğine paralel bir şey söylemek istiyorum. Genelde Mustafa Sarp, zaman zaman Ayhan Akman ve Mehmet Topal’da girerdi araya. Bu maçta hiç yoktu böyle bir şey. Önlem aldığı için mi yoksa bireysel bir kusur mu vardı bu karşılaşmada?
Mutlaka önceki maçlarda sürpriz oyuncular çıkıyordu orta sahadan bu maçta da öyle istedik zaten Mustafa Sarp biraz da ön libero gibi kalacaktı. Ayhan ile Elano sürpriz çıkışlar yapacak ve rakibi şaşırtacaklardı. Ankaragücü maçında genelinde kötü bir gün geçirdik, yani kötü bir maç oldu. Yapamadık. Biz de istedik kazanmayı sonuçta bunu maçtan önce de konuştuk hem Ayhan hem Elano ile. Biri çıkıp rakibi şaşırtıcaktı ama olmadı, yapamadık.

Galatasaray Ankaragücü maçında belki istenilen futbolu sergileyemedi ama çok sayıda da gol pozisyonu yakaladı. Baros, Nonda, Arda hatta Kewell’ın yararlanamadığı pozisyonlar var.

Galatasaray daha önceki maçlarda bu pozisyonları rahatlıkla gole çevirebiliyordu. Özellikle son üç maçta bir kısırlık söz konusu. Antrenmanlarda da hocamız şut çalışmalarına büyük önem veriyor. Bakıldığında nedir bunun sebebi? Şanssızlık mı diyelim?
Mutlaka tabiki çalışıyoruz antrenmanlarda. Sonuçta gol atmak için oynuyoruz oyunu ve devamlı bunlar için çalışıyoruz. İşte bazı günler atamayabiliyorsunuz. Bu bireysel o gün o futbolcunun gününde olmayışından olabilir, bazı sebeplerden kaynaklanabilir, şanssızlık olabilir. Ama genelde önemli olan takımın performansı olayı bireyselleştirmekten ziyade takımın o gün kazanmak için ne yaptığı ne yapması gerektiği bunlar daha önemli.

Ankaragücü maçında tempo çok yüksek de değildi, ki bazı oyuncular takımlarında tempo yapar. Keita, Sabri gibi isimler yoktu. Belki çok önemli eksiklikler vardı ama bu oyuncular tempo yapan oyunculardı.

Hocamız da Sabri için hatta ''Çift motor takılmış gibi mücadele ediyor.'' demişti. Bu oyuncuların eksikliği tempo konusunda sıkıntı yaratmış olabilir mi? Hocamız genelde bireysellik değil de takım olarak kötüydük diyebilir ama bazı şeyler de takımı olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebiliyor.
Bu konular hakkında bir gün iki gün iki ay da konuşulabilir. Sabri yoktu, Keita yoktu, Milli Takım arası, bu tip şeylerden konuşulabilir. Ama önemli olan bir nokta var biz kötü oynadığımızı biliyoruz. Bunun farkındayız. Bunun için taraftarlarımızdan da özür diliyoruz. Ama bu saatten sonra şu konular hakkında bir saat iki saat günlerce konuşulabilir. O eksikti, ondan oldu, şundan oldu diye ama bunu artık konuşmanın bir anlamı yok. Bundan sonra önümüzdeki dönemlere bakacağız.

Önümüzde bir Milli Takım arası var. Aynı şekilde bu zamana kadar nasıl çalıştıysak bu zamana kadar da aynı şekilde çalışıp, eksikleri giderip daha iyi olacağımızı düşünüyorum çünkü bunu bizim takımımız daha önce başardı. Bu potansiyel de var, bu kalite de var, bundan sonra başarmamamız için hiçbir neden de yok. Bundan sonra yapacağımız şey taraftarlarımızdan özür dilemek çünkü Ankaragücü maçında kötü oynadığımızın biz farkındayız. Biz biliyoruz bunu. Bunun bilincindeyiz, futbolcularımız da bilincinde. O yüzden bunu düzeltmek için elimizden geleni yapacağız.

Örneğin Frank Rijkaard’ın B planı olmadığı yönünde ciddi iddialar var medyada. Zaten hocamızın bununla ilgili eleştirilere cevap vermesidir arzumuz. Mesela Nonda ile Baros neden yan yana oynamıyor ki dün basın toplantısında hocamıza soruldu.

Baktığımız zaman hocamız bu sistemi yapabilen bir isim ki geçtiğimiz dönemlerde Barcelona’da Şampiyonlar Ligi finalinde Larsson ile Samuel Eto’o yan yana oynadılar. Bu sisteme yabancı bir isim değil Frank Rijkaard dolayısıyla mesela buradan bakarsak hocamızın bir B planı olduğundan eminiz bunu gördük. Daha önceki takımlarında da gördük. Bu eleştirilerle ilgili ne söylemek ister?
Her zaman B planınız da işlemeyebilir. Daha önceye dönüyoruz bazı değişiklikler yaptık. Nonda maça girdiği zamanları hatırlayalım. Maçın kaderini değiştirdiği zamanları hatırlayalım. O zaman hiç böyle sorularla karşılaşmamıştık, ''Nonda ile Baros neden yan yana oynamıyor?'' diye. O yüzden bildiğimiz işin A planı üzerinden gidip bu planı nasıl daha iyiye getirebilmemizi düşünmemiz lazım yoksa mutlaka eğer bir şeyler yolunda gitmezse B planımız vardır ama şu an için böyle bir şey söz konusu değil.

Peki, tabii sistemle ilgili cevabı almış olduk. Oyuncu değişikliği ile ilgili cevabı almış olduk. Bu eleştirilere de medya yönünde yapılan eleştirilere de cevap vermiş oldu. Şunu da söylemek lazım geçen sezon Galatasaray kazanma alışkanlığını kaybetmiş ve bu ciddi bir sıkıntı yaratmıştı.

Frank Rijkaard ile söz konusu sıkıntı biraz olsun aşıldı. Dolayısıyla bu tip beraberlikler ve mağlubiyetler hem medya yoluyla hem taraftarlar aracılığıyla ciddi sıkıntılar doğurabiliyor acaba mı sorusu akıllara geliyor belki ufak da olsa bir panik havası söz konusu taraftarlar arasında. Burada Rijkaard faktörü nasıl devreye girer yani bu tedirginliği hocamız nasıl aşacak?
Fazla panik havasına girmesine gerek yok kimsenin çünkü önümüzde daha çok maçımız var ve iyi de bir kadromuz var. Bu zamana kadar iyi işler yapmış bir kadromuz var. Burada yapılması gereken şey bunu nasıl önleriz yani Frank Rijkaard faktörü nasıl devreye girer. Çalışarak, disiplinle çalışarak, antrenmanlar da eksiklerimizi kapatarak bu şekilde devreye girer ve bunların üzerine giderek devreye girer o yüzden yani fazla panik havasının yaratılmasına gerek yok.

Peki hocamızın maçtan sonra basın toplantısında söylediklerini biraz irdeleyelim. ''Yediğimiz ilk golden sonra gardımız düştü.'' demiş hocamız. Şimdi aslında Galatasaray gibi bir takımın çok yetenekli oyuncular var. Orada bir konsantrasyon problemi mi oluştu? Nasıl yorumluyor hocamız gard düşmesiyle ilgili neler söyler?
Bunun genel sebebi ne yazık ki futbolcularım bireysel olarak maçı kurtarmaya çalıştılar. Yani bir şeyleri bireysel yapmaya çalıştılar. Bu bireysel yaparken de o takım içi disiplini takım içi konsantrasyonunu kaybettiler. O sebepten dolayı kaynaklandı.

Peki o bireysellik neden oluşmuş olabilir bu karşılaşmada çünkü Galatasaray zaten takım ruhunu çok iyi yansıtıyordu?
Genelde öncelikle şöyle başlamam lazım. Kazandığınız zaman iyi oynadığınız zaman takım iyi şeyler yaptığı zaman mutlaka iki ayağınızın da yere basması lazım çünkü her şeyin sonu değil mutlaka iki ayağınızın da yere basması lazım. Ankaragücü maçında takım olarak oynayamadık, takım olarak oynayamayınca, bireysel futbolculardan bir şeyler beklenmeye başladı ve otomatikman bireysellik devreye girdi.

O söylemi basın toplantısında da, Sturm Graz maçında da söylemişti sayın hocamız. Bir önceki maçta kazandığımızda da kaybettiğimizde de ayaklarımız yere basmalı. Burada bir rehavetten mi bahsediyor?
Tabii ki kazandığımız zaman da kaybettiğimiz zaman da iki ayağımızın yere basması lazım. Kazandığımız zaman mutlaka iyi şeyler söylenecektir. Ligin en iyi takımı, bunların sizi rehavete sürüklememesi lazım. Ondan sonra kaybettiğimiz zaman da panik ortamı yaratıldı basın üzerimize geldi. Bunda da kesinlikle futbolcularımızın negatif olarak etkilenmemesi lazım. Bu tip şeyler olacaktır. Burada iki duruma da alışık olup ayaklarımızın yere basması lazım.

Hocamız Trabzon maçında bazı değişiklikler olacak demişti, ne tip değişiklikler beklemeliyiz?
Öncelikle değişiklikler için şunu belirlememiz lazım. Milli Takım’da oynayacak futbolcularımızın son durumlarını değerlendirmek lazım. Trabzonspor maçında bence yapılabilecek en güzel değişiklik kazanmak olacaktır. Önümüzde daha çok maçımız var onlara konsantre olmamız lazım. Geçmişle yaşamamamız lazım, aynı zamanda Ankaragücü maçından ders almamız lazım.

Sturm Graz maçına dönelim. Beraberliği hocamız da beklemiyordu. Galatasaray 4 puanla grubun lideri, Sturm Graz maçını nasıl yorumlayacak?
Sturm Graz maçına değinirsek ilk yarıda bir gol yedik son dakikada sonrasında takımımız tekrar toparlandı 1-1’lik skoru yakaladı. Karamsar bir tablo yok. Grubun hâlâ birincisiyiz. Herşey hâlâ bizim elimizde.

Bu tabloda Dinamo Bükreş karşılaşmasını kazandığı takdirde artık büyük ölçüde turu garantileriz diyebilir miyiz?
Tabii ki çok büyük bir adım olacaktır.

Önümüzde milli maç arası var. Frank Rijkaard bu arayı nasıl değerlendirecek, nasıl önlemler alacak?
Takımın yarısından fazlası gitti milli takımlara. O yüzden çok fazla kişi yok şu anda. Çalışma imkânı bulamayacağız. Uzun süreli tedavi olacak yani.
Zor bir periyot bekliyor Galatasaray’ı. Trabzon ve Fenerbahçe derbileri var. Taraftar da Ankara maçındaki performanstan dolayı nasıl bir tedavi yöntemi olacağını merak ediyor. Son olarak taraftara bir mesajı var mı?
Takıma güvenmeye devam etsinler. Çünkü biz onları mutlu etmek gururlandırmak için çalışıyoruz.

ANKARAGÜCÜ 3 GALATASARAY 0

Anca elimiz elveriyor Galatasaray'ımızın analizini yapmaya..Ne yapalım Gazetelerin yazdıkları, haberler, internet siteleri, hepsi çok ağırdı.Sanki küme düşmüşüz izlenimine kapıldım.Habertürk'ün bugünkü baş sayfası tuz biber ekti. Oğlum Ayhan dedim bunlar GALATASARAY' çekemiyorlar.İşte bu kadar.
Gelelim maç analizine:



Ankara'ya giderken Galatasaray, birkaç önemli oyuncusundan yoksundu.

Kimlerdi bu isimler? Son haftalarda sürekli olarak forma giyen Sabri Sarıoğlu, Emre Aşık ve Kader Keita. Üst üste gelen galibiyetlerin ardından alınan iki beraberlik sonrası, Galatasaray'ın Ankaragücü karşısında göstereceği reaksiyon ise merak konusuydu.

Kader Keita'dan bahsetmek lazım bu noktada. Üç sezon önce Lille formasıyla Ligue 1'de harikalar yaratan Keita, Fransa şampiyonu Lyon'da fazla forma şansı bulamayarak Stade Gerland'da hayalkırıklığı oluşturmuştu. Galatasaray'a transferini mümkün kılan nedendi belki de. Türkiye'ye gelirken Keita, futbola olan açlığını da taşımıştı topraklarımıza. Galatasaray'daki ilk maçlarında net olarak belli olan bir gerçekti bu. Futbol oynamayı özlemişti, daha ötesinde işini gerçekten seven bir profil çiziyordu. Hatta öyle ki, Galatasaray'ın sistemine zarar bile verebilirdi bu hâli.

Maccabi Netanya deplasmanında takıma ısındı. Rövanşta golünü attı, 45 dakikada oynama fırsatı buldu. TSL'nin yeni sezondaki ilk maçında ise Gaziantepspor karşısına çıktı. Yalnızca 55 dakika oyunda kalmasına rağmen, Galatasaray'da topla en fazla oynayan beş oyuncudan biri oldu. 90 dakika forma giydiği ilk karşılaşma olan Denizlispor maçında, bu unvanı tek başına ele geçirdi. Maçın en fazla öne çıkan oyuncusu olmayı başardı. Ama o gece birinci ve ikinci 45 dakika arasında son derece açık bir fark vardı, Kader Keita özelinde. 46 pasında 22'sinde hata yapmıştı, Keita. Toplam 26 top kaybı ile oynamıştı. Ancak Levadia maçı ile Galatasaray'ın sistemi içerisine girebilmeye başladı.



Kader Keita, son haftalarda üst düzey performans sergiliyor. Ve durum, neredeyse tamamen bununla ilgili. Bireysel yetenekten farklı olarak, artık sistemin içerisinde. Yine de takım içerisinde ve genel algılamada bazı kafa karışıklıkları var.

Keita'nın yukarı doğru sürekli yükselen çizgisi, kendisini takımın sembolü hâline getirdi. Eskişehirspor maçında Shabani Nonda'ya verdiği gol pasının hemen öncesinde yapmış olduğu hareketler, aslında Galatasaray'ın oynadığı futbolun kendisine sağladığı olanaklardan biri. Ama Keita, sürprizlerle dolu bir futbolcu. Geniş alanda çok etkili oluyor, dar alanda oldukça iyi. ASY Stadı'ndaki özel izleyicilerinin yanı sıra, saha içerisindeki takım arkadaşları da Keita'yı arar oluyorlar çoğu zaman.

Söz konusu durum, Galatasaray'ın büyük resmi için hiç iyi bir görüntü değildi. Ve Keita'nın Ankara'da oynayamayacak olması, bu yüzden ayrıca önemliydi Galatasaray için. Kenar yönetim, Keita'yı sistemin içerisine dahil ederken; takım, kendisine böyle bir ezber oluşturmuştu neredeyse. Galatasaray'da alternatifi olmayan isimlerin başında gelen Keita'nın yokluğunda kendisinin yerine görev yapacak olan oyuncunun göstereceği performans, sezonun geri kalan bölümü için bile son derece değerli olacaktı. Aydın Yılmaz, Elano Blumer, Harry Kewell ya da Arda Turan...

Leo Franco ile başladı, Galatasaray. Arjantinli kalecinin önünde Servet Çetin ve Hakan Balta görev yapacaktı, kanat savunmalarında Uğur Uçar ile Caner Erkin. Orta sahada Mustafa Sarp ve Ayhan Akman, sezonun ilk bölümündeki ortaklıklarına devam etme fırsatı yakalamışlardı. İleri uçtaki Milan Baros'un arkasında Elano Blumer vardı, sağında Aydın Yılmaz ve solunda da Arda Turan. Son haftalardaki sorun, üçüncü bölgede diziliş kaosu. Brezilya Milli Takımı'nda Robinho ve Kaka ile birlikte forvet arkasındaki üçlünün sağında görev yapan Elano, Galatasaray'da üstlenmesi beklenen görev nedeni ile, Milan Baros'un arkasında yer alıyor. Bu da forvet rotasyonundaki dağılımı etkiliyor.



Arda Turan ve Aydın Yılmaz'ın üçüncü bölge özelinde ortak bir sorunları var. İki oyuncu da sahayı geniş açıdan izlemek istiyorlar. Bu yüzden; 4-3-3 gibi bir diziliş, imkânsıza yaklaşıyor Arda ve Aydın ile.

Arda Turan'ın sezonun hemen başında 4-3-3 merkezinde gösterdiği performans ortada. ''Oynadığımız oyundan zevk alıyoruz.'' açıklaması da. Görünen o ki; sol kanatta kalmaktan mutlu değil, Arda. Aydın Yılmaz'ın oyun karakteri, kanıksanmış durumda. Kanat oyuncularının rakip kaleye yakın olmaları, normal şartlar altında, bir takım için kesin avantaj. Ama Arda ve Aydın ile Galatasaray, 4-2-3-1'e kaymak zorunda kalıyor. Bu yüzden; sene başında net bir gerçek vardı. Arda, Yeni Galatasaray'da orta sahaya geçecekti; çünkü 4-3-3 gibi bir dizilişte sol kanatta kalması hâlinde, görüş alanı kısıtlanırdı.

Tüm bunların toplamı ile geldi Ankara'ya, Galatasaray. Ankaragücü ise, rakibini kalabalık bir orta saha ile karşılayacaktı. Semavi, Hürriyet, Barbaros ve Murat Duruer gibi çok net bir 4-4-1-1 yapılanması ile forvet Metin Akan'ın arkasına Ceyhun Eriş'i atmıştı, Hikmet Karaman. Plan, aslında oldukça basit gibi görünüyordu. Galatasaray'ın etkili hücum oyuncularını fiziksel olarak güçlü oyuncularla durdurup, Ceyhun Eriş'in bireysel yetenekleri ile rakip kaleyi zorlamak. Orta sahadan sürpriz katkılar ise, Semavi ve Murat'tan bekleniyor olmalıydı.



Ankaragücü'nün mantalitesi, Galatasaray'ın yaratıcılık eksikliği ile birleşince, ortaya pozisyon sayısı düşük bir maç çıktı. Son 10 dakikaya kadar tabii.

Galatasaray, Shabani Nonda'nın ceza sahasında düşürülmesi dışında, iki önemli pozisyon yakaladı. İkisinde de savunmadan ileri çıkardığı Uğur Uçar önemli roller aldı. Birinde, kendisi direğe takıldı. Diğerinde; Milan Baros, çok net bir fırsattan yararlanamadı. Bu pozisyondan kısa bir süre sonra ise, Shabani Nonda ile yer değiştirdi. Ama bu noktada önemli bir ayrıntı var. Sturm Graz maçında Sabri Sarıoğlu ve Ankaragücü karşılaşmasında Arda Turan, toplam üç hücumda Milan Baros'un uygun pozisyon içerisinde olduğunu göremediler. Aslında bu durum, büyük resimde incelenebilir.

Baros, Nonda'nın önünde Galatasaray'ın birinci forveti. Neden? Ayrı ayrı özellikleri var çünkü. Hep söylediğimiz gibi, oyunun ilk 45-60 veya 70 dakikası boyunca takım adına çok önemli işler yapıyor. Ancak sezon başından bu yana tutulan istatistikler, net olarak açıklıyor bir durumu. Baros, ilk 11 oyuncuları değerlendirildiğinde, Galatasaray'da topla en az oynayan oyuncu. Sürekli hem de. Ankaragücü karşısında topu ayağında tutma süresi, 01:03. %61'lik oranla topa hükmeden Galatasaray'ın kendi içerisindeki dağılımında yalnızca %4'e karşılık geliyor, bu süre. Yani Baros, geri kalan %96'yı dışarıdan izlemek durumunda kalıyor. Hiç kolay değil. Baros, sürekli konsantre kalmak ve topsuz oyunda mükemmel olmak zorunda.



Galatasaray, takım olarak Milan Baros'u kullanamıyor. Kesin. Ankaragücü maçında olduğu gibi. (Leo Franco'nun topla oynama ve buluşma süreleri: 02:28 ve 34. Milan Baros'unkiler: 01:22 ve 20.)

Frank Rijkaard, Ankaragücü karşısında kendi stratejisini uygulamaya devam etti. İlk iki oyuncu değişikliğinde haklarını Kewell ve Nonda'dan yana kullandı. 79. dakikada ise, sakatlanan Aydın Yılmaz'ın yerine Mehmet Topal'ı aldı oyuna. Beşiktaş maçında tercih edilmişti aslında bu yöntem. Kader Keita'nın yerine Barış Özbek'i alıp orta sahada üçlü bir yapılanmaya giderek hücumda Elano, Baros ve Kewell gibi bir set kurmuştu, Rijkaard. Ve skor avantajının etkisi ile pozisyonlar yakalamıştı, Galatasaray. Ankaragücü'nün muhtemel ataklarını, orta sahadaki Mustafa, Ayhan ve Mehmet üçlüsü engelleyebilirdi artık.

Kâğıt üzerindeki düşünce bu tabii. Galatasaray, oyundan düşmeye başlamıştı. Ankaragücü'nün fizik güce dayalı oyuncuları, Shabani Nonda'nın kaçırdığı iki net fırsatın ardından, orta sahada etkili oluyorlardı. 83. dakikada fırsat geri çevrilmeyecekti. Galatasaray'ın dörtlü savunması, iki kişi kalmış ve sol stoper ile sol bekin yerini alabilmeye çalışırken kontrolünü kaybetmişti. Caner Erkin, defans kurgusundaki rolünü iyi kanıksayamamış olabilir. Sağ bek Uğur Uçar'ın stoper çabaları yetmedi, Ankaragücü'nün ilk golü geldi. Ardından ikincisi. Fark, ikiye çıkarırken Galatasaray merdivenindeki iki basamak savunmadaydı (Uğur, Servet, Hakan, Caner, Mehmet, Mustafa). Diğer, katlar topun önünde kalmıştı. En sonunda üçüncü gol de geldi.

Frank Rijkaard'ın sezon başından bu yana üzerinde sıkça durduğu bir konu var. Topun kaptırıldığı anda takım, saha içerisinde organize bir hâl almak zorunda. Bu, Rijkaard'ın futbol köklerinin savunduğu bir gerçek aslında.



1986 ve 1988 yılları arasında Johan Cruyff'un Ajaxı'nda görev yapan sağ bek Ronald Spelbos, takımın savunma yapısı hakkında konuşuyor: ''Alan savunması yapıyoruz. Bölgeni kapatıyorsun ve atak senin bölgene geliyor. Eğer normalde Blind'in tarafında olan atak oyuncusu ortaya kayarsa, ona ben savunma yapıyorum ve Blind da benim bölgemin arkasındaki boşluğu dolduruyor.''

''Savunma görevleri konusunda Johan'ın en titiz olduğu nokta, daima bir oyuncu fazla olmamız gerektiğidir. Top bizdeyse ve beklenmeyen şekilde topu kaptırırsak, hemen topu geri almalı, ya da --bu nerede ve nasıl olduğuna bağlı-- koruduğumuz bölgelerimize dönmeliyiz. Defans olarak görevimiz atağa kalktığımızda başlar. Bu tamamen bir konsantrasyon meselesidir. 90 dakika boyunca birini durdurmanın zorluğunu hafife alırsınız. Konsantrasyonun en zor olduğu zamanı bilir misiniz? Topun bizde olduğu zaman.'' (Şimdi, Galatasaray'ın yediği üçüncü goldeki vurdumduymazlığı tekrar izleyelim.)

Bir de Frank Rijkaard'ın söylediklerini okuyalım, o Ajax takımı hakkında: ''Johan teknik direktör olarak Ajax'ın başına geçtiğinde bir stratejisi vardı. İşler, pek iyi gitmediğinde bile buna inanmaya devam etti. Geçen sene orta alanda oynadım ve Ronald Koeman'a boş alan yaratmak zorundaydım ki Koeman ileri çıksın, orta sahada bir kişi daha çoğalalım. Bu sene de aynı düzende oynadık ama farklı oyuncularla. Strateji derken bunu kastediyorum.

''Koeman'ın rolünü ben üstlendim. Bosman ya da Winter benim rolümü üstlendi. Cruyff'un benim hakkımda ne düşündüğünü biliyorum. Bir gün gelecek ve kendimi aşacağım. Kendimi Platini ile kıyaslamak istemiyorum ama umarım kariyerim O'nunki gibi olur. Fransa'da gerçekten iyi bir oyuncuydu. Ama İtalya'da yön veren, oyunun kaderini etkileyebilen bir oyuncu hâline geldi. Ben de Ajax'ta, Platini'nin İtalya'da yaptığı gibi kendimi geliştirebileceğimi umuyorum. Ajax, Johan'dır. İlk dakikadan son dakikaya kadar taktiğe o karar verir.''



Bir kez daha hatırlayalım, tüm bunlara inanmaya devam ederek. Türkiye'deki futbolun içerisine girmeyerek, buradaki futbola benzemeyerek. Frank Rijkaard ve ekibinin geldiği futbol ekolünden örnekler vererek.

Galatasaray, belli bir sekansta oldukça kötü oynadı. Ve savunmasındaki hatalardan dolayı sahadan 3-0'lık ağır bir mağlubiyetle ayrıldı. Hem de karakter edilmeye çalışan mantalitenin anlattıklarını yok sayarak, onlardan vazgeçerek. Frank Rijkaard'ın takımını değerlendirirken ''Galatasaray, Frank'tir.'' diyebilmek için şimdilik erken. Ama belki bir gün.

(Yukarıdaki sözler, Mayıs 1987'de söylenmiş. Ve şu an Ekim 2009'dayız. Hâlâ üzerine konuşabiliyoruz.)