9 Ekim 2009 Cuma

Damat Ferit Bile!..





AKP’li Cumhurbaşkanı, TBMM’nin açılış konuşmasında ne demişti?..

- Türkiye, kendi sorunlarını kendisi çözmek zorundadır, yoksa birileri gelir, çözer..

İlginç bir cümleydi!.. Ben, kendi hesabıma cümleyi ciddiye alıp, üzerinde uzun uzun kafa patlattım... Öncelikle iki soru öne çıkıyordu:

- AKP’li Cumhurbaşkanı’nın işaret ettiği “sorunlarımız” neler?..

- Kendimiz çözemezsek, “gelip çözecek birileri” kimler?..

Sağ olsunlar, “içerdeki” ve “dışarıdaki”lerin şu bir hafta içinde yapmış oldukları açıklamalar, raporlar, kongreler “sorunlarımızın” ne olduğunu gayet güzel bir şekilde ortaya koydu..

- Anayasanın “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” ilk üç maddesini değiştirin.

- “Ne mutlu Türküm diyene” demeyin..

- İstiklal Marşı’nı olur olmaz yerlerde sık sık kullanmayın..

- Okullardaki “Türküm, doğruyum, çalışkanım” andını da kaldırın

- Lozan’daki “azınlıklar” maddesini genişletin... Türkçesi şöyle: Kürtleri, Alevileri vb. azınlıktan sayın...

- Abdullah Öcalan ve PKK ile masaya oturun, dağdakileri indirip, siyaset yolunu açın…

- Kıbrıs’tan elinizi, eteğinizi çekin...

- Ermeni açılımını bir an önce tamamına erdirin..

Nasıl buldunuz?.. İşte, içerdeki ve dışarıdakilerin el ele çıkardığı “sorunlarımız” listesi şimdilik kaydıyla böyle... Tabii, bu durum da iş, dönüyor, dolaşıyor, AKP’li Cumhurbaşkanı’nın işaret ettiği “kim çözecek” meselesinde düğümlenip kalıyor:

- Biz mi çözeceğiz, birileri mi gelip çözecek?!..

Ben günlerdir, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan kişi, hem de TBMM’nin açılışında, böylesine zavallı bir cümleyi nasıl söyleyebildi, buna karşı ne demeli” diye düşünüp dururken, CHP lideri Baykal, salı günü grup toplantısında aynen şöyle dedi:

- Damat Ferit dahil kimse çıkıp ‘dışarıdan gelen taleplere açık olmalıyız. Söylenenleri yapmalıyız. Yoksa başımıza bir şeyler gelir’ deme cesaretini gösterememiştir…

İşte benim aradığım karşılık da buydu… Baykal’a yürekten teşekkür ediyorum!..

Bir Yurtsevere Mektup (XXIX)

Sevgili kardeşim Balbay, eminim dünkü Cumhuriyet’in manşetini görünce “acı tonu” fazla bir kahkaha patlatmışsındır!.. Ergenekon polisleri, Ergenekon savcıları ve Ergenekon yargıçları, Kandilli’de, Emniyet’in iftar yemeğinde bir araya gelmişler, bir eğlenmişler, bir eğlenmişler, sorma gitsin!.. Hem de ne zaman; ilk Ergenekon iddianamesinin açıklandığı 14 Temmuz 2008 tarihinden kısa bir süre sonra, davaya 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bakacağının açıklandığı gün... Yani, iftar yemeği olmuş mu sana “kutlama” yemeği!.. Odatv.com’un ortaya çıkardığı yemeğin fotoğraflarına baktım; aynı davanın yargıcı, savcısı, polisi aynı masada pek mesut, pek bahtiyar görünüyorlardı, herkes gülüyordu…

Ergenekon savcısıyla üst düzey istihbaratçının gülümseyen fotoğrafına dalıp gitmişken, aklıma birden ve nedense, Tayyip Bey’in Amerikan Wall Street Journal’a verdiği demeçte Aydın Doğan’ı ünlü mafya lideri Al Capone’a benzetişi geldi!.. İşin “çirkinlik” ve “insaf” boyutlarına girmeyeceğim… Yalnızca çok merak ettim; Ergenekon davasına benzer bir dava ABD’de görülüyor olsaydı ve o davanın yargıcı, savcısı, polisi örneğin “Thanks giving friday” yemeğinde, hem de davanın hangi mahkemede görüleceğinin açıklandığı gün aynı masada gülücükler saçarken görüntülenseydi, acaba Wall Street Journal ya da diğer Amerikan gazeteleri bu durumu hangi sözcüklerle manşetlerine taşırlardı?!..

Son üç gündür yazılarını okuyorum. İçimizdeki mevsimlerden söz etmişsin; benim içimde, üstelik kışa hazırlanırken bahar mevsimi hüküm sürüyor... Öyle ki; güneş olabildiğince parlak, olabildiğince sıcak sarmalıyor... Sana, Gaziantep’ten, Adıyaman Besni’den o sıcacık insanlardan binlerce sevgi getirdim…

Sevgili kardeşim, seni ve tüm yurtseverleri, dışarıdaki milyonlar adına bir yurtseverin olanca gücü, sıcaklığı ve direnciyle kucaklıyorum.