21 Ekim 2009 Çarşamba

PKK’lı İlk Turist Grubu Kahramanlar Gibi Karşılandı



Şu “açılım” lâfı ortaya atıldığından bu yana olanları alt alta koyun; birkaç PKK’lı ile Mahmur Kampı’ndaki çoğu kadın ve çocuk olan PKK’lı sığınmacıların grup hâlinde gelmelerini ona göre değerlendirin!..
AKP iktidarı, “açılım “ yapıyor. PKK sözüm ona ön alarak açılımı uygulamalı olarak gerçekleştiriyor!..
Bravo valla, helal olsun şu Apo’ya, şu PKK’ya” demez misiniz?..
Apo, İmralı’daki ofisinden hem Türkiye’yi, hem Kandil’i idare ediyor!..
Bir çağrı yapıyor, PKK ikiletmeden uygulamaya geçiyor, her türlü muamele tamamlanıp bir gün içinde olay gerçekleşiyor!..
Daha doğrusu, Türk kamuoyu çok önceden pişirilen olayı ancak önceki gün öğrenebiliyor!..
                                                          ***
DTP Genel Başkanı Kürt Ahmet, dün sabah Silopi’de yaptığı basın toplantısında daha en baştan restini çekti!..
“Gelenlerin tutuklanmasını Kürt halkı kabul edemez!..”
Yani, gelenler arasında çatışmaya girmiş, askerlerimizi şehit etmiş olanlar bulunsa bile tutuklanmayacak!..
“Yasa, hukuk filan anlamam” demeye getiriyor!..
Çünkü bunlar barış güvercini!..
                                                          ***
Mahmur Kampı’ndan gelenler hadi kadın, çocuk, dağa çıkmış veya dağdan çoktan inmiş PKK’lılar!..
Ya dağdan inenler?..
Bunlar aşçı, bulaşıkçı kadrosundan mı?.. 
Zaten dağdan gönderilenlerin en genci 27 yaşında, diğerlerinin yaşı 51, 57, 38, 36
PKK acaba bunları emekliye mi ayırdı; mostralıkları mı yolladı?..
                                                          ***
Kürt ırkçısı DTP, gelenleri kahraman gibi karşılanması için iki gün hazırlık yaptı!..
Kürtçü milletvekilleri, Diyarbakır sokaklarında el ilânları dağıtarak, kalabalıklar toplamaya çalıştı!..
Topladılar da!..
Gelenleri alkışlamak, zafer işaretleri yapmak, karanfiller atmak, halay çekmek, zılgıt çekmek için insanları yola dizdiler!..
Nitekim, ellerinde PKK renkleri olan paçavralarla gelen gruplar saatler öncesinden sloganlar atmaya, tezahürat yapmaya başladılar!..
Çünkü, kahramanlar geliyordu!..
İş makineleri çalıştı, karşılama alanı düzeltildi, çadırlar kuruldu, davul zurnalarla şenlik havası yaratıldı. DP’nin seçim otobüsleri insan taşıdı!..
Peki, DYP’nin seçim otobüsünün üzerinde ne yazıyordu?..
“Demokratik özerklik”
Ayrı bir devletin yolunu açan kapı!..
                                                          ***
Ya devlet?..
Devlet de elbet boş durmuyordu!..
Gelen PKK’lıların asker veya polis tarafından teslim alınıp Silopi’ye ya da Diyarbakır’a götürerek sorguya alınması, sonra da adliyeye sevk edilmesi gerekirken, devlet, dört özel savcıyı sınırda görevlendirdi!..
Yıllarca PKK terörüne karşı kelle koltukta mücadele eden orgeneraller, üniversite rektörleri, yazarlar, aydınlar evleri hallaç pamuğu gibi atıldıktan sonra dört gün sorgulanıp içeri atılırken, suçunu bilmeden ve aylarca mahkeme önüne çıkarılmayan cezaevinde yatarken; Türkiye’ye giriş yapan PKK’lı turist grubu üzülmeyecek, yorulmayacak, sınırda “onlara özel” savcılar tarafından karşılanacaktı!..
                                                          ***
Sonrası malûm!..
Dün gelen PKK’lı turist grubu birer kahraman olacak, Doğu ve Güneydoğu illerinde dolaştırılacak, mitinglerde boy gösterecek, belki de Meclis’te DTP Grup toplantısına katılacak; Meclis çatısı altında alkışlanacaklar, malum medya tarafından şişirilecekler!..
Gelişmeleri alt alta koyduğunuzda; alında “ahmak” yazılanların bile anlayabileceği bir senaryonun uygulanmakta olduğu ortaya çıkıyor!..
İktidar ile PKK, al gülüm ver gülüm yapıyor!..
Bu durumda, “Acaba” diyorum; “Aslan gibi vatan evlatları boşuna mı şehit oldular?!..”

Kim İndirdi?


Algılama karmaşası yaşanıyor.
Kimine göre, Kandil’den indiler, terör örgütü artık elini tetikten çekiyor.
Kimine göre, gelen teröristler barış grubu.
Kimine göre, sınır kapısından Türkiye’ye kırmızı halılar üzerinde yürüyerek girdiler.
Oysa İçişleri Bakanı Beşir Atalay dün olayı sahiplendi.
Gelen grubun Kürt açılım planının bir parçası olduğunu söyledi.
Dağdan inmeyi kim sağladı?
Kürt çevrelerin, dağdaki Murat Karayılan’ın açıklamasına bakılırsa İmralı’daki terörist başının verdiği talimat üzerine; Kandil ve Mahmur, davaya zarar vermeyecekolanları ince uzun çalışmalardan sonra saptadı ve gönderdi.
Ana muhalefet lideri Baykal’ın sürekli yinelediği gibi:
AKP hükümeti-Demokratik Toplum (Kürt) Partisi (DTP)-İmralı arasındaki gözlerden uzak, üçlü ilişki meyvesini verdi.
RTE, grubunda bu olguları yalanladı, ama; bir grup terörist ellerinde bir mektup dağdan indiler!
Günaydın ayrışma, günaydın bölünme!
***
Devlete olmazsa olmaz kimi koşullar sıralayan bir mektup.
DTP liderliğinin, (örneğin İmralı’ya bağımlı Ayna Emine’nin) aylardır yinelediği koşullar.
İmralı’nın yazdığı yol haritasının açıklanması ve.. askeri ve siyasi alana dönük operasyonların durdurulması, demokratik siyasi çözümün açılması, Kürtçe eğitim, isim özgürlüğü gibi koşullar.
Gelenler terörist değilmiş meğer. Mektupta yazılanlara göre, gelmelerindeki neden tarihi yaşamakmış ve.. tıkanan açılım sürecinin önünü açmak!
Böylece gelen heyet, Türkiye Cumhuriyeti ile PKK arasında görüşmelerin başlamasına öncülük yaptığını iddia ediyor.
Terörü bu yoldan çözümleyeceği sanısıyla AKP hükümeti de devlet olmanın ağırlığını bir yana atıyor.
İçişleri Bakanı, olayın Kürt açılımının bir parçası olduğunu, dolaylı biçimde teröristlerle görüşüldüğünü kabul ederek örgütle masaya oturmaya hazır olunduğu izlenimini veriyor.
Oysa açılım sayesinde devlet; terör örgütü karşısında aczini kanıtlamış oluyor.
***
DTP Genel Başkanı Ahmet (Kürt) Türk, terör heyeti Habur’dan girmeden önce, gelen barış heyetinin tutuklanmasının barışa darbe vuracağını söyledi.
-Uğur Dündar’ın önceki akşam Star’da haklı olarak söylediği gibi- DTP, gelenler tutuklanırsa ne biz ne de halkımız bunu kabul etmeyecektir diyerek sınır kapısına giden cumhuriyet savcılarına talimat vermek cüretinde bulundu. Bu, kontrolün DTP ve PKK eline geçtiğini gösteriyor.
Dağdan inenler zemzem suyuyla yıkanmış kadar masum mu? Gelen teröristi savunmak isteyenler; -nasıl saptadılarsa- Elbette masumlar. Silah kullanmadılar, öldürmediler diyorlar.
Kandil’e çıkmaları, -Uğur Dündar’ın dediği gibi- dağda çiçek toplamak için değildi herhalde!
Elbette yargılanacaklar, gerekiyorsa elbette tutuklanacaklar da!
Yoksa yargı üzerinden terörist kurtarmak, bir çeşit affın kapısını açmak, açılımın bir başka parçası mı?
***
Dün Yalçın Doğan’ın Hürriyet’te yayımlanan Atalayın DTPye verdiği söz başlıklı köşe yazısı; yukarıdaki soruyu yanıtlıyor.
Dolaylı, dolaysız, yazılı, sözlü, imzalı, mühürsüz, emin olduğum bir başka görüşme, Apo ile devletten birileri. Şu ya da bu yoldan.
Hükümetten gelen açıklamalar ile Aponun dağdakilere çağrısı üst üste düşüyor ve bundan bir sonuç çıkıyor.
‘Hükümet Kürt açılımını özünde Apo ile birlikte yürütüyor.’ DTPnin arkasında APO var. Hükümet, Apo ile DTP üzerinden konuşuyor.
Dağdakiler Habur Kapısına gelmeden önce, İçişleri Bakanı Beşir Atalay DTPye güvence veriyor: ‘Merak etmeyin, gelenler tutuklanmayacak’…
…‘Terörle Mücadele Yasası uygulanmayacak’ diyor Onlara verilen diğer söz: ‘Gelenler pişmanlık yasasından yararlanmayacak, doğrudan serbest bırakılacak’…” (Nitekim mahkeme dün beş PKK’liyi serbest bıraktı.)
Bakan Atalay’a göre, tabii DTP’ye (örgüte) verilen sözler yalandır, yalan!
İyi de bir başka gerçeği hâlâ yalanlamakla geçiştirebileceklerini mi sanıyorlar:
Açılım aslında ABD ile, Türkiye ile, Türkiyenin Bağdattaki hükümet ve Irakın kuzeyindeki Mesud Barzani yönetimiyle birlikte kotardıkları bir senaryodur.
Görünen köy kılavuz istemiyor.

Ne Hâllere Düştük!




Ne Hâllere Düştük!

Dünkü AKP gazetelerinin manşetleri muhteşemdi. Arkadaşların kalemlerinden ve sayfalarından yağ bal akıyordu. Türkiye kurtulmak üzereydi! İşte bazı manşetler:

“Eve dönüş bayramı. Demokratik açılımla başlayan süreçte tarihî bir gelişme yaşandı. Dağdakiler eve dönüş sürecini yaşarken, tüm yurtta terör bitiyor umudu kuvvetlendi.”

“Habur’da barış için ilk adım. Gelenleri pişman etmeyelim.”

“Cumhuriyetin Barış milâdı.”

“Açılıma dağ dayanmaz.”

Yağcılığın, yalancılığın bu kadarı olur mu demeyin. Eğer bu medya patronları AKP’nin yanaşması ise, her şey olur.

Ülkemizde gerçek anlamda gazetecilik çoktaan bitti. Onun yerini büyük medya patronları aldı. AKP ne yaparsa yapsın, hiç fark etmez. Onlar gazeteci falan değil; medya baronları.

Bugünkü iktidardan beslenen, milyarlarca dolarlık ihaleler alan, beklentileri olan, işleri bozulmasın diye yatıp kalkıp Tayyip’e dua eden, karşısında el pençe divan duran, bazıları da korkutulmuş ve sindirilmiş para babaları.

Onlar gazeteci falan değil, bugünkü AKP iktidarının emir kulları. Meslek onurumuzu da kendi çıkarları için ayaklar altına almaktan utanmayan, gazetecilik kisvesi altında yağcılık yapıp millerimizi kandırmaya yeltenen çıkarcılar…

***

Çoluk çocuk, kadın erkek 34 kişi PKK tarafından Kuzey Irak’ta seçiliyor. Bu isimler, ya da nitelikleri İmralı Adası’ndan örgütünü yönetmekte olan Apo’ya bildiriliyor. Onay alındıktan sonra Türkiye’ye “Barış elçisi” yutturmacası ile gönderiliyor. Hepsini üzerinde tek tip üniforma var. Sınırda onları 50 bin kişilik kalabalık ve DTP milletvekilleri karşılıyor.

Ellerinde birer mektup. Bu mektuplar en kısa zamanda bizi yöneten sorumsuzlara verilecek!.. Dün bilmeden tahmin etmiştim, aynen doğru çıktı!. İşte özetle mektupların içeriği:

“Önderimiz Abdullah Öcalan’ın yol planı kamuoyuna açıklansın. Askeri operasyonlar durdurulsun. Kürt halkının özgür iradesi esas alınsın. Kürt kimliği anayasaya girsin. Kürtçe her alanda kullanılsın. Çocuklarımıza Kürtçe isim verelim; Kürtçe eğitip büyütelim. Kendi kimliğimizle demokratik ve toplumsal örgütlenmemizi geliştirelim. Güvenlik güçlerinin baskı ve zulmünden uzak yaşayalım. Sivil-demokratik bir anayasa hazırlansın.”

Bu işin tam Türkçe tercümesi şu:

Kürdistan artık kurulsun.

İkinci aşama ise şöyle gelecek:

Hadi bize eyvallah abiler, biz Kürdistan’ı kurduk, sizden ayrılıyoruz.

Bu tezgâhı, bu oyunu milyonlarca insanımız görüyor da, Tayyip mayyip görmüyor mu? Elbette görüyor ama ABD ve AB’den gelen emir ve direktifleri uygulamak zorunda. Oralardan emir geldi:

Ermeni açılımı yapılacak. Yap… Kürt açılımı yapılacak. Yap… Ermeni sınırını aç. Kürtlere özgürlük ver.! Ötesi senin sorunun.

***

Bakınız, tek tip üniformalarıyla pazartesi günü Türkiye’ye gelip, şimdi hepsi de serbest kalanlar önce ne dediler:

“Eve dönüş, etkin pişmanlık gibi yasalardan yararlanmayacağız. Biz teslim olmaya gelmedik.”

Adamlar haklı. Teslim olmaya değil, teslim almaya geldiler. Kimi teslim alacaklar? Elbette Türkiye’yi. Şimdi ilk aşamadayız. Her şey yavaş yavaş, adım adım gerçekleşecek. Böyle şeyler bir günde olmaz ki!

Dün ne dedi bizim İçişleri Bakanı! “İlk etapta 100–150 kişinin gelmesini bekliyoruz.”

Bu kez aceleye geldi, bundan sonraki kafileleri mutlaka resmî törenle karşılamak gerekecek! Taksit taksit gelecekler, yeni mektuplar getirecekler, bildiriler dağıtacaklar, basın toplantıları düzenleyecekler, mitingler yapacaklar, ayaklı propaganda makineleri hızla faaliyete geçecek, dünyayı ayağa kaldıracak.

Örgütünü İmralı’dan özgürce yöneten Apo’ya belki bir süre sonra adada basın toplantısı yapma hakkı verilecek. Lütfen buna da olmaz olmaz demeyin. Adam taa oralardan örgüt yönetiyor. Bizim hükümetle kıran kırana pazarlık edebiliyor. Basın toplantısı yapma hakkı niye olmasın!..

Yani bu işin devamı gelecek. Doymak bilmeyen canavar istedikçe isteyecek, verdikçe daha fazla yiyecek, Tayyipler, mayyipler bile şaşırıp kalacak. Ama o zaman iş işten geçmiş olacak. Belki o zaman “Bu konuya Milli Güvenlik Kurulu el koymuştur. Orada görüşeceğiz” gibi açıklamalar yapmak zorunda kalacaklar. Şimdiden uyarayım, bu numarayı da hiç kimse yutmaz…

Çünkü MGK, geçmişte işlevi olan ve önemsenen bir kuruldu. AKP iktidarı AB’den gelen emir doğrultusunda yasayı değiştirdi. Şimdi o kurul, AKP’li hükümet üyelerinin çoğunlukta olduğu bir yerdir. (Buna aynı parti mensubu olan Çankaya’da oturan şahsı da ekleyin.)

Dolayısıyla, AKP’nin bir yan kuruluşu olmaktan öte hiçbir fonksiyonu yoktur. Beş komutanın katılması dışında Tayyip’in Bakanlar Kurulu’nun benzeridir.

Neyse, Kuzey Irak’tan gelecek yeni kafileleri hep beraber bekleyelim. Onları bu kez bando, mızıka ile karşılayıp güzelce ağırlayalım. Kendilerine Çankaya’dan, Başbakanlıktan randevuları önceden ayarlayalım.

Böylece, ABD, AB ve utanç verici koşullarda bile suskun kalmayı yeğleyen Türk Milleti’ni mutlu etmeyi başaralım! “Kürt açılımı” işte böyle olur.
Günün birinde bakarsınız “Kürdistan” elden çıkmış ve sıra “Türk açılımına” gelmiş!..

Dağlıca baskınını Sinan Aygün yaptı, mayınları Tuncay Özkan döşedi!




Ellerini kollarını sallaya sallaya ülkeye giren 34 PKK’lının 29’u 10’ar dakikalık savcılık sorgusunun ardından, 5’i de çıkarıldıkları “seyyar” mahkeme tarafından “suçsuz” bulundular.

Bunların hiçbiri PKK üyesi olduklarını inkâr etmediler.

İfadelerinde bölücübaşından “önder” diye söz ettiler, onun verdiği talimatla geldiklerini itiraf ettiler.

“Dağa çıkmaktan, devlete karşı faaliyetler göstermekten dolayı pişmanız” falan da demediler.

Türk Ceza Kanunu’nun 307, 309, 311, 312, 313 ve 314’üncü maddesine muhalefet ettiklerini kabul ettiler.

Devleti, hükümeti yıkmak ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne zarar vermek için kurulan örgütün üyesi olduklarını göğüslerini gere gere açıkladılar...

Ama sonuçta...

Defalarca ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılanmaları gerekirken, serbest bırakıldılar!

***


Gelelim Silivri’deki duruşmaya:

Önce çeşitli suçlara karıştıkları belirlenen bazı “mimli” isimler tutuklandı.

Sonra bunlara emekli komutanlar, rektörler, öğretim üyeleri, hukukçular, sendikacılar, iş adamları, gazeteciler eklendi.

Çoğu birbirlerinden “bir kaşık suda boğabilecek” kadar nefret eden bu “karma topluluk”tan “Ergenekon Terör Örgütü” isimli bir örgüt ortaya çıkarıldı.

100’ü aşkın şüpheli tutuklandı, özgürlükleri ellerinden alındı.

Sorgulamaları PKK’lılar gibi 10’ar dakika değil, aylarca sürdü.

Evleri, iş yerleri hallaç pamuğu gibi atıldı.

Yine de doğru dürüst bir delile ulaşılamadı.

Bunca insanın yargılanmasına gerekçe olan iddialar, çoğu PKK üyesi “gizli tanıklar”ın verdiği ifadelerle sınırlı kaldı.

***


Kısacası; açıkça “Ben terör örgütü üyesiyim” diyenin serbest bırakıldığı bu ülkede...

“Ben öğretim üyesiyim, bu örgütün adını bile ilk kez duyuyorum”, “Ben emekli askerim, hayatım PKK’yla mücadeleyle geçti” , “Ben gazeteciyim, tek suçum iktidar yandaşı olmamak” diyen insanlar hâlâ cezaevinde...

***


PKK’lılar “suçsuz” olduklarına göre; demek ki neymiş?

Bu ülkede 30 yıldır işlenen bütün cinayetlerin arkasında Ergenekon varmış!

Dağlıca baskınını terörist Sinan Aygün’ün başında olduğu tim gerçekleştirmiş...

Aktütün’ü terörist Mustafa Balbay ve arkadaşları basmış...

Üzümlü’yü basanların başında terörist Prof. Dr. Mehmet Haberal varmış...

Mayınları terörist Tuncay Özkan döşemiş...

Öğretmenleri terörist İlhan Selçuk öldürmüş...

Mühendisleri terörist Hurşit Tolon kaçırıp, kurşuna dizmiş...

***


Hukukun üstünlüğüne, hukuk devletine ve adalete güvenmek istiyorum...

Ne olur... Benim gibi “saf”ları daha fazla zorlamayın!

Bayram da neyin bayramı?




Kandil ve Mahmur’dan gelen PKK’lılar sınırda büyük kutlamalarla karşılandı. Jet hızıyla arazide yargılanıp serbest bırakıldılar, DTP’lilerin düzenlediği bayrama katıldılar. Şarkılarla, türkülerle, zafer nidalarıyla, konvoylarla gövde gösterileri yaptılar. Söylentiler doğruysa, bu kişileri daha sonra da il il gezdirip şovlara devam edilecekmiş.

“Dağdan dönüş” bayramına katılanlar sadece Kandil’dekiler, DTP’liler ve PKK yandaşları değil. Artık silahların sustuğunu, barışın geldiğini, açılımın meyvelerini vermeye başladığını söyleyen kalem erbabı ve siyasetçiler de bayram ediyor.

Bir dönüm noktasının geçildiği, kritik bir eşiğin aşıldığı yorumlarıyla çizilen pembe tablolar ufku kaplıyor. Terörden ve ölümlerden bıkmış, barışa susamış insanların içgüdüsel beklentileri, canlı yayınlarla, renkli gösteriler, parlak nutuklarla doyuruluyor.

Ama bu şaşaalı süreç içinde bir gerçek gözardı ediliyor:

Sonuçta PKK (iddiaya göre İmralı’daki Öcalan’ın talimatıyla) binlerce silahlı adamından sadece 8’ini teslim etmiştir. Daha doğrusu teslim etmemiş, davul zurnalarla Türkiye’ye göndermiştir. DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, “Şimdi sıra Türkiye’de” diyerek, bu “teslim”in bir satranç adımı olduğunu da ilan etmiştir. Belli ki, karşılığında bir adım beklemekte. O adıma göre belki bir 8 adamı daha, yine aynı bayram havasıyla gönderecekler. Karşılığında bir adım daha bekleyerek...

***


Bu adımlar nereye kadar gidecek, belli değil.

Beklenen adımların gelmemesi halinde, PKK ve akıl hocalarının sessiz kalacağını, uslu uslu o adımın gelmesini bekleyecekleni savunmak herhalde safdillik olur. Örgütün silahlı saldrılarına son vereceği, silah bırakacağı yolunda en küçük bir söz, bir taahhüt bile yoktur. Bu beklenti, sadece Türkiye’de, “açılım”ı allayıp-pullayarak alkışlayanların, “Bu iş bitti” diyenlerin tahminidir. Aslında kendilerinin bile ihtimal vermediği tahmin... Silahla sonuç aldığını gören bir terör örgütünün elindeki kozu, kuzu kuzu bırakması beklenebilir mi? Hele o örgüt ve akıl hocaları, gündem belirleme, yol haritası çizme fırsatını ve inisiyatifini de ele almışlarsa?..

Bu nedenle bu süreç, herhangi bir kırılma noktasında tamamen PKK’nın peşinden sürüklenme riskini de içinde barındırıyor.

Başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin veya açılımdan kuşku duyanların kaygılarını bu riskin körüklediğine kuşku yok. Türkiye Cumhuriyeti ile terör örgütü arasında, karşılıklı olarak hangi adımların ne zaman ve nasıl atılacağını bilmeyen muhalefetin, “peşin evete hayır” tutumunda ısrar etmesi de bu açıdan anlaşılabilir bir tavırdır.

***


Anlaşılmaz olan tavır ise, 8 PKK’lının “sınır geçişi”nin devlet töreni haline getirilmesi, savcıların, yargıçların havadan araziye indirilmesi, devlet temsilcilerinin o sınır bölgesinde ellerini önlerinde kavuşturup sınır ötesini gözlemesidir. Türkiye’nin büyük bölümünde, yaratılan hava, bir terör örgütünün bazı adamlarını teslim etmesi, pişmanlık ifade etmesi, alttan alması olarak algılanmıyor. Yenilmiş bir ülke, dayatılan barış koşullarını imza törenine katılıyormuş izlenimini veriyor.

Bu sağlıklı bir durum değil. Bu durum, açılımdan çok kaosa yakındır. Barıştan çok gerilimi, birleşmeden çok ayrılmayı, sevgiden çok öfkeyi çağrıştırır. “Bayramcılar”ın, sağduyulu yaklaşım ve önerileri mahkûm etmek yerine, ciddiye ve dikkate almalarında fayda var. Kalıcı bir huzur isteniyorsa, bayramların büyüsüne kapılmadan ayakların yere basması gerekiyor.

Galip midir bu yolda mağlup?




Biliyorum, bu ülkede aklı başında hiç kimse, delikanlılar savaşa gitsin, o ya da bu yandan cenazeler gelsin, çocuklar mayınların üzerinde patlasın istemez. İnsan olup insanca düşünen herkes, silahların sustuğu, çiçeklerin açtığı, kuşların cıvıldadığı dağlar, toprağına basınca patlamayacak ovalar hayal eder. Biliyorum, barışın da bir bedeli vardır ve ödenen bedele rağmen barış yapılmalı, zararın neresinden dönülse kazançtır.

Herkes biliyor bütün bunları. Ama “herkes”, “hiç kimse” kadar muğlak bir kavramdır ve önceki gün Habur kapısından Türkiye’ye giriş yapan PKK’lıları karşılayan insan selinin sevincini, herkes paylaşamadı. Oysa çocuklarının kimi asker, kimi PKK’lı olan anaların, babaların duygularını anlamak, empati kurmak, barış umutlarına katılmak çok da zor olmamalıydı.

Ama olamadı. Dün Türkiye’nin kimi insanları coştu, kimi insanları sustu. Galiba coşanlarla susanlar arasında, fazlasıyla kan, fazlasıyla kin biriktirdi, savaş yılları.

Hepsini biliyorum da, işte bu kin ve kan birikiminin nasıl dağılacağını bilemiyorum.

Ve dün, coşan Türkiye’nin karşısında susan Türkiye, sanırım aşağıdaki mektubu yazan okurdan farklı düşünmüyordu:

“Sayın Mine Kırıkkanat,

Bir grup PKK’lı terörist dün törenle ülkemize girdi. En önde oldukça semiz bir kadın terörist, zafer edalarıyla adımlıyordu yolu, diğerleri de aynı rahatlık içinde, adeta devletten özür bekler gibiydiler.

Ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, bu teröristleri birkaç saat içinde sorgulayıp serbest bıraktı.

Birden aklıma Aylin Duruoğlu geldi. Eline hiç silah almamış, 150 günden beri tutuklu hanım gazeteci.

Ve yitirdiğimiz Prof. Dr. Türkan Saylan, kanser tedavisi gören Prof. Dr. Erol Manisalı ve Prof. Dr. Mehmet Haberal...

Sadece dik tuttukları, doğruları yazdıkları kalemleriyle tanıdığımız, gazeteci yazar İlhan Selçuk, Mustafa Balbay ve diğerleri, bilim adamları, sanatçılar...

Hiçbiri devlete silah doğrultmadılar. Zaten hiç silahları olmadı.

Hiçbiri askere kalleş mayın tuzakları kurmadılar. Çünkü öldürmeyi, eşkiyalığı asla tasvip etmediler.

Oysa hepsi ağır koşullarda hapisteler, aylardır.

Bu mudur adalet?

Bu mudur adalet önünde eşitlik?

Bu mudur insanlık?

Bu mudur devlet yönetimi?

PKK terör örgütü, ABD, AB ve AKP ile ellerimizi arkadan bağladı ve eli kanlı teröristler, uğruna binlerce şehit verdiğim topraklarıma zafer zılgıtlarıyla girdi.

Alın başınıza çalın ABD açılım planınızı!

Bilim adamlarım hapiste, gazetecilerim zindanda, generallerim sorguda, kalleş pusularla yüzlerce askerimizin katilleri hayasızca topraklarımızda.

Bu utanç, bu hayasızlığı yaşatanların alınlarına bir dövme gibi kazınacaktır.

Ve bu hayasızlık, tarihte dahili ve harici bedbahtların her zaman olacağını hatırlatmakta, Atatürk ilke ve devrimlerine sarılarak, Cumhuriyet’imize sahip çıkmamız, şehitlerimize en az Avusturalya’lı Anzak’lar kadar vefalı olmamız, aklımızı başımıza alarak ülkemizi sahiplenmemiz gerektiğini en anlamlı, en acı biçimde anlatmaktadır.

Saygılarımla,”

Mustafa K.

***


Biliyorum, savaş ağlatır, barış güldürür. Bedeli ne kadar ağır olsa da aranmalı, bulunmalı, sağlanmalı, umudu bile kutlanmalıdır. Ama biliyorum ki bir vakarı da olmalıdır “barış” ın ve bağışlamak da, kucaklaşmak da, unutmak da, karşılıklı çekilen acılara karşılıklı saygı göstermekle mümkündür ancak.

Yeniklerin zafer çığlıklarıyla ilan edip, yenenlerin sustuğu barıştan işkillenirim ben.

TAŞ AĞLAR

Bekir Coşkun
Taş ağlar...

YANİ şimdi siz PKK terör örgütü militanlarını önde vali, arkada bando mızıka,
çiçeklerle, çikolatalarla, bayram ederek karşıladınız...
Ama ömrünü bu ülkeye hizmetle geçirmiş profesörleri, akademisyenleri,
edebiyatçıları, gazetecileri, generalleri, sanatçıları, henüz kanıtlanmamış “örgüt” iddiasıyla aylardır hapishanelere tıktınız...
Öyle mi?..
Eli silahlı terör örgütü militanı 20 dakikada ifade verdi ve salındı, ama eli kalemli Mustafa Balbay‘ın dünkü köşesinde “229 gündür tutuklu” olduğu yazılıydı...
Üniversite kurup çocuklarınızı yetiştiren, hastane kurup nice can kurtaran Prof. Mehmet Haberal hasta yatağında tutuklu, ama “çocuk katili” dediğiniz insanları kucaklıyorsunuz...
Böyle midir hukukunuz?..
Kanserle boğuşan bilim adamımız Erol Manisalı acılar içinde sürünüyor... O teröristlerle savaşan askerlerimiz demir kapılar arkasında tutsak... Türkan Saylan öldüğü halde kurtulamadı elinizden, sorgulanıyor...
Ama PKK‘lıları bağrınıza bastınız...
Vicdan bu mudur?..
İlhan Selçuk yarım asırdan fazladır “barış-sevgi-huzur-güven-çağdaşlıkhukuk-
demokrasi” üzerine yazılar yazdı, suç oldu... Ama vatana kurşun sıkanların başı Apo‘nun yol haritasına bakıp bakıp teröristleri çikolatayla karşıladınız...
Böyle midir devlet?..

Taş olsa ağlar...
Bir terörist dağdan eksilse hepimiz seviniriz.
Ama bu ne hal?..
Terör örgütünün bayrakları, Apo’nun posterleri, alkışlar, zafer zılgıtları...
Önde vali...
Arkada çiçekçi...
Devlet terörü teslim aldı derken, terörün teslim aldığı devlet midir bu gözüken?..
Hukuk mu bu?..
Adalet buna mı diyorsunuz?..
Vicdanın eridiği, mantığın yanıt veremediği, tüm değerlerin bittiği yerdir burası...
Taş ağlar...
Taş...

bcoskun@htgazete.com.tr

KAHRAMANLARIMIZA MADALYA TAKALIM!

TERÖRİSTLER kahraman gibi dönüyor, bir madalya takmadığımız kaldı galiba' diyor hukukçu okurumuz.

Ama biz de konunun öbür yanına bakalım.

“PKK ile ne şekilde olursa olsun organik bir ilişkiye girmiş olan kişi, Ceza Yasası, Terörle Mücadele Yasası ve diğer yasalar bakımından ağır cezalık suç işlemiş sayılır.


TCK 221. Madde hükümlerine sığınmak ve serbest bırakılmak, bu maddeyi hangi kanunsuz eyleme iştirak ettiği belirsiz teröristlere seyyanen uygulamak, kanunsuz eyleme hukuki kılıf uydurma çabası olup, kanunların uygulanmasından peşinen feragat etmektir.


Bu uygulama aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'ne ve vatandaşlarına karşı sayısız suç işlemiş bu kişiler hakkında fiili bir af çıkarma sonuçlarını doğuracaktır.


Sadece bu örgüt mensupları hakkında çıkarılan af, halen hüküm giymiş veya yargılaması süren kişiler aleyhine bir uygulama olup, Anayasa'nın eşitlik ile ilgili hükmünün ihlalidir.


Türkiye bir hukuk devleti ise bu uygulamanın, İmralı'dan ‘talimatlandırıldığı' iddiası karşısında, hangi yasama tasarrufu veya hangi idari tasarruftan kaynaklandığı sorusu cevaplanmak zorundadır.

MGK'NIN KARARI NEDİR

Bu tasarrufun kaynağı, Milli Güvenlik Konseyi ise (ki öyle olmalıdır), ilgili karar açıklanmalıdır.


Demokratik açılım adı altında, şimdi bu suçları işleyenler, Kandil, Mahmur ve Avrupa'dan gruplar halinde (bunlara bir de barış grubu diyorlar, gelmiş geçmiş en kanlı terör örgütünün mensupları, destekçileri, silah insan, uyuşturucu kaçakçıları) Türkiye'ye dönüyorlar, sınır kapılarında DTP'nin organizasyonu ile karşılanıyorlar. Sınır kapısında göstermelik bir sorgudan sonra, serbest bırakılacaklar ve muhtemelen, salı günü Meclis'e giderek DTP grup toplantısına katılacaklar ve devletin en yetkili organlarına, tavsiye ve taleplerini bildirecekler (adeta nasıl barış yapılacağının şartlarını dikte edecekler)...


Bu şartlarda bir dayatma eğer kabul ediliyorsa, şehit mezarlarının başında dalgalanan bayraklar yarıya indirilmelidir.”

TESLİMİYET TÖRENİ

PKK’lıların memlekete gelişi, tüm yurtta, dış temsilciliklerimizde ve KKTC’de törenlerle kutlandı.



Terörist olmadıkları, olsa olsa terörişko oldukları açıklanan PKK’lılar, sınır kapısına serilen kırmızı halı üzerinde, protokol tarafından, çiçeklerle karşılandı. Yetkililerin, gözyaşlarıyla birbirlerine sarılarak, çak yaptıkları görüldü. Giriş işlemlerini önceden hazırlamayarak, 4 saniye beklemelerine sebep olan memur, görevden alındı, mağdur PKK’lılardan özür dilendi, araya Ahmet Türk girdi, tatsızlığın büyümesini önledi, Ahmet Türk’e teşekkür plaketi verildi. Bando eşliğinde üstü açık arabaya bindirilen PKK’lılar, resmi geçit kortejine katılarak, halkı selamlaya selamlaya Silopi’ye girdi. Temsili karakol baskınının gerçekleştirildiği törenlerde, temsili bir askerin, tahta tüfekle sağa sola ateş ediyormuş gibi yapması, coşkuya gölge düşürdü. Divan-ı harbe verilen askerin, akli dengesinin bozuk olduğu ortaya çıktı. 25 atletin İmralı’dan getirilen toprağı PKK’lılara sunmasının ardından, güzergâh üzerindeki devlet dairelerine molotof atıla atıla, Vilayet Konağı’na geçildi. Makam aracını PKK’lılara tahsis ettiği için yürüye yürüye gelen Vali’nin kapıda karşılamaya gecikmesi, PKK’lıları tek başına karşılamak zorunda kalan ABD Elçisi tarafından skandal olarak nitelendirildi. Sinirlenen elçi, “Bu memleketin sahibi yok mu kardeşim, her şeyi biz mi yapacağız” diye bağırdı, araya Emine Ayna girdi, tatsızlığın büyümesini önledi, ona da teşekkür plaketi verildi.



Karayoluyla Diyarbakır’a giden PKK heyeti, oradan, havayoluyla Ankara’ya geçti. Ancak, bu seyahat için, başbakanlığa yeni alınan 18 koltuklu DAP uçağının tahsis edilmesi, krize sebep oldu. PKK’lıların “Sıkış tepiş olacağını bilseydik, gelmezdik” diye yakınması üzerine, derhal 40 koltuklu Ana uçağı tahsis edildi. Bu bekleme sırasında VIP’te yürekleri ağızlara getiren bir sabotaj girişimi yaşandı ve “Türk” kahvesi ikram edildi... Irkçı muameleye maruz kaldıklarını söyleyen PKK’lılar, “Kalkın, dönüyoruz Kandil’e” dedi. Allah’tan Sırrı Sakık devreye girdi, “Espresso olmadığında ben bile Türk kahvesi içiyorum” diyerek, tatsızlığın büyümesini önledi. Faşist garson gözaltına alındı.
Sırrı Sakık’a da teşekkür plaketinin yanı sıra Beluga havyarı takdim edildi.



Başkent’e inen PKK’lılar, gündüzdü ama havayi
fişeklerle karşılandı, deve kesildi, nazar değmesin diye alınlarına sürüldü, TOKİ’nin hediyesi dubleks dairelerin anahtarları hediye edildi. Limuzinlerle TBMM’ye geçen PKK’lılar, önce, Meclis Lokantası’nda AB büyükelçileriyle basına kapalı yemek yedi, sonra, DTP grup toplantısına katıldı; Şeş TV’nin yanı sıra, Roj TV’den de naklen yayınlandı. Ayak altında dolaşmasınlar diye, CHP ve MHP grup toplantıları iptal edildi, “Çok istiyorsanız gidin orada yapın” denilerek, ilk meclis tahsis edildi.



PKK’lıların yarın İstanbul’a geçmesi, Savarona’yla Boğaz turu atması, akşam da Çırağan Sarayı’nda gazetecilerle yemek yeyip, topluca Reina’ya gitmeleri bekleniyor.

EZİLENLERİN CİPİ!

Ulan! Siz kim oluyor da, benim yurduma başka bir ülkeden giriş yaperken zafer işareti yapıyorsunuz? Neyin zaferi lan bu? Nedir bu kahramanlık edaları?Saatlerce tv işgal etmeler? Birde 4 çocuğu yanlarına almışlar, akıllarınca gözaltına alınıp tutuklanırsa,Türkiye Cumhuriyeti Devleti bebeleri bile içeri alıp barışa ket vuracak diyecekler. Bak sen.Kimi kandırıyorsunuz siz kimi? Ahmet Altan efendi istediğin oldu mu? Evlerinde yatacak bu gece , günlerdir boğazını ve kalemini yırttığın kişiler.Barış gelecek miş ha? Kime geliyor kardeşim barış , ne barışı, savaş mı vardı benim apartmanımdaki kürt koşumla, fabrikadaki kürt müdürümle , yoktu..Eeee! Neyin barışı lan bu? Barış derken neyi kastediyorsunuz? Siz değilmiydiniz ezilen ve gariban kürtler dağa çıkıyor diye? Dağda elmas madeni mi buldunuz? Son model ciplerle iniyorsunuz dağdan? Garibanlığınız, fukaralığınız ezilmişliğiniz gitmiş maşallah!Biz arabaya koyacak benzini zor bulurken, kızların servis parasını denkleyeceğiz derken sizin değirmenin suyu nerden geliyor birader ha nerden?Siz eziliyor(!) atılıyor(!) horlanıyorken(!),biz zemzem suyuyla mı yıkanıyoruz len!Siz biz olayınıda sayenizde lugatımıza aldık ha.Sen davul zurna eşliğinde barış mitingiyle karşılanırken, ben andımızı okuyamaz, NE MUTLU TÜRKÜM diyemez duruma geldim.Siz Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bayrağına ve İstiklal Marşına hakaret edip elini kolunu sallayacaksın( ki ifade özgürlüğü, demokrasi var di mi Ahmet Altan, Çengiz Çandar. Kulaklarınız çınlasın )Ben mazallah yeşil kırmızı sarı bir bezi dahi yere atsam, kazara Ne Mutlu Türküm desem linç ederler beni linç. Niye halkı kin nefret duygularıyla galeyana getirmekten ya!
Arkadaşlarım, büyüklerim, kardeşlerim, yurdunu seven vatandaşlarım, vatanını sevmekten bu ülkenin geleceğini düşünmek yüzünden Faşistlikle yaftalanıyorsak, faşisttin Allah'ıyız ötesi yok. Bu böyle biline...
Hala o kişlerin kahramanlar gibi karşılanmasını sevinç gösterilerinin yapılması koyuyor bana, zoruma gidiyor, kabullenemiyorum.Nerden bileceğiz gelenlerin, hadi neyse......
Bu olanlar karşısında Devletin ve Hükümetin Takındığı tavır yüzünden kişilerle devlet arasındaki güveni zedelemeye başlayacak korkarım. Nasıl mı? Ben daha kızlarıma devletin getittirdiği aşıyı vurdurayım mı vurdurmayayım mı diye düşünüyorum. Güven erezyonu başlamış...
Her karanlığın bir sabahı vardır. Güzel günler çok yakında arkadaşlar, güzel günler inşallah yakın zamanda...