16 Nisan 2010 Cuma

Bir Yurtsevere Mektup (58)

Sevgili kardeşim Balbay, bugün canım hiç yazı yazmak istemiyor… Bugün, Silivri Mahkemesi’nde yaptığı savunmayı (ders mi demeliyim?!) tarihe adeta kazıyan o gencecik teğmenin söylediklerini bu ülkenin aydınlık insanlarıyla paylaşmak istiyorum… Hem yaşadığımız süreci hem de devrimci bir yüreğe sahip olmakla, sürüngen olmak arasındaki farkı çok iyi anlatıyor…
Seni ve tüm yurtseverleri, dışardaki milyonlar adına, bir yurtseverin olanca gücü, kararlılığı, sıcaklığı ve öfkesiyle kucaklıyorum sevgili kardeşim…
“Atatürk’ten, yarattığı devrimlerden koparılmak istenen koşullarda yaşıyoruz, yaşatılıyoruz. Mustafa Kemal düşüncesi en tehlikeli biçimde sorgulanıp zehirlenmektedir. İnsanlık tarihinde olağanüstü bir uygarlık devrimi gerçekleştirmiş kişiyi yıkmak isteyenlerin amacına hizmet edilmektedir.
Telefon tapelerimde, tarihi yaşayan, yaratan ve yazan ebedi önderimizin eseri TC kuruluş destanı Nutuk, daha uygar bir geleceği güvenceye almak için Ata’nın Afet İnan’a yazdırdığı Medeni Bilgiler, ülkemizin tapusu Lozan’ı konu edinen ve ülkenin birliğini amaç güden cümleler suç unsuru olarak, görülerek kalın ve büyük puntolarla işaretlenmiştir.
- Nutuk’u ancak, Mustafa Kemal’in ışığından ruhları kamaşan yarasalar, Medeni Bilgiler’i ancak medeniyet düşmanı ahlak tarantulaları, Lozan’ı ancak garip ihtirasların bulandırdığı karışık beyinler suç unsuru olarak görebilir.
Bunu yapanlar Türk milletinin kutsallarını, üzerinden destursuz geçilebilecek bir köprü mü sandılar?.. Vatanın bütün ümit ve istiklalini bağladığı gençliğin neyi görmesini istemiyorlar. Orada terör yok. ‘Ya istiklal, ya ölüm’ var! Nutuk’ta darbe yok! Kültür devrimi, bağımsızlaşma, çağdaşlaşma, demokratikleşme var.
Mustafa Kemal sevgimiz, çizgimiz bize zehir edilmeye çalışılıyor. Çok net ifade ediyorum:.
- Bunları buraya suç unsuru olarak koyanların görevleri beni bununla suçlayıp hapis yatırmaksa benim görevim hapis yatmaktır. Onların görevi beni öldürmekse o zaman benim ki de bu uğurda ölmektir. Hem de gözümü bile kırpmadan. Bu düşüncede olanlar sürgüne gönderiliyorsa, benim görevim umutsuzluğa kapılmadan yola çıkmaktır.
Mustafa Kemal’in asil devletinde bunları suç kabul eden herkese sesleniyorum:
- Zincire vursanız ellerimi ve ayaklarımı tehdit edebilirsiniz. Boynunu vurduracağım derseniz boynumu tehdit edersiniz. Avukatını tutuklarım derseniz savunmamı tehdit edersiniz. Hapiste çürüyeceksin derseniz tehdit ettiğiniz şu zavallı bedenimdir. 20 ay yattım 120 bin ay yatsam ne olur? Ömrüm zindanda bitse ne olur? Adam olan yeminine sadık kalır. Ben askerlik yeminime sadık olarak bu dünyadan göçeceğim. Beni, benliğimi, ruhumu hiçbir şekilde tehdit edemezsiniz. Bunlardan biri için bile korkuya kapılacak olursam işte o zaman tehdit edilen gerçekten ben olurum.
Vatanını, ulusunu sevmiş olmanın bedelini ödeyen insanların ne ilkiyiz ne de sonuncusu. Ancak unutulmasın ki biz burada olduğumuz için Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyüklüğünden bir şey kaybetmez. Vatan sağ oldukca elbet bu mevkilere, makamlara gelip bu görevleri ifa edecek vatan evlatları bulunur. Üç tane alırsınız, her sene Harbiye’den bin tanesi mezun olur. Türk Silahlı Kuvvetleri mahkeme salonlarına sığmaz!
Herkes bilsin ki, bizler burada nöbetteyiz. Mustafa Kemal Atatürk için her koşulda, her zamanda ve mekânda siper olacağız… O bu topraklarda hiç kaybetmedi, yine kazanacak!
- Türk milleti adına karar veren heyetinizden Nutuk’u suç sayan bu iddianameyi tarihin çöplüğüne atmanızı talep ediyorum.
Tutuklu Kr. Plt. Teğmen. Mehmet Ali Çelebi”

Yumruk!

Kimse kimseye vurmasın.
Kimsenin burnu kanamasın.
Afrika’da açlık olmasın.
Yoksul insan kalmasın.
Nükleer silahlar çöpe atılsın.
*
Uzatabiliriz listeyi…
Söylemesi kolaydır çünkü.
*
Suya sabuna dokunmadan, “sağduyu” çağrısı yapabiliriz mesela… Nasıl olsa, bol keseden yapılan sağduyu çağrıları maaştan kesilmiyor. Veya, saldırgan kahveciymiş diye, ne şekerli ne sade bana müsaade deyip, bu mevzunun kenarından kenarından sıyrılabiliriz yılışıkça…
Ya da, entel dantel barlarında kafası karışmış kızlara şirin görünmek için
“esefle kınıyorum” da diyebiliriz.
*
Ama…
Bu tür köfte lafların, kafası karışmış kızlar dahil, kimseye faydası olmaz.
*
Soralım dolayısıyla… Bu ülkenin çocuklarına ateş edip öldürmek “demokratik hak” kabul ediliyorsa, parti liderine girişmek niye “ırkçılık” oluyor?
*
Mayın demokrasiyse…
Yumruk niye faşizm?
*
Dün seyrediyorum televizyonu, papyonlu bir arkadaş, “İzmir-Bursa hattında, Trabzon-Samsun hattında tehlikeli yapılanmalar var, oralara dikkat” diyordu… “Hakkâri-Diyarbakır hattı”nda olan ne peki? Oraya dikkat çekmeye gerek yok mu, Allah’ın papyonu?
*
Bir tanesi de “İlk kez bir parti liderine saldırılıyor” diyordu…
Mesut Yılmaz’ın burnunu kırmadılar mı?
Demirel’e yumruk atılmadı mı?
Özal’a ateş edilmedi mi?
Ecevit’e İzmir’de kurşun sıkılmadı mı?
*
Normaldir demiyorum…
Niye “ilk” deniyor?
*
Başbakan geçmiş olsun diye aramış Ahmet Türk’ü, ki aramalı… Peki, Deniz Baykal’a niye geçmiş olsun yok? Taş atmak, yumurta fırlatmak şiddete girmiyor mu? Light linç olur mu?
*
Samsun’da polisler açığa alındı, ki derhal alınmalı… Van’dakiler niye yerinde duruyor hâlâ? Kandil’den gelenlerle otobüsün üstüne çıkıp şehir turu atmadığı için mi suçludur Baykal?
*
Bu kadar soru yeter…
Cevaba gelelim.
*
Açın gazetelerin internet sayfalarını, bu haberin altına yapılan yorumları okuyun…Yumruğunu “adaletin tokmağı” yerine koyup, Ahmet Türk’ün burnuna inen kişi, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman oldu… Çünkü, teröristi meşru hale getiren “açılım” saçmalığı, sadece bir tarafta değil, öbür tarafta da “eşkıyayı kahraman” yapmaya başladı.
*
Hukuku guguk haline getirirsen…
“Ona göre başka, buna göre başka” işletirsen, olacağı budur.......                                                                   Yılmaz ÖZDİL...