23 Mayıs 2010 Pazar

ZONGULDAK Karadon’da grizu patladı, maden ocağı çöktü. Patlamadan üç gün sonra, toprak altında kalan 30 madenciye ancak dört gün sonra ulaşılabileceği açıklandı. Fakat bu nasıl hesapsa ertesi gün cesetlere ulaşıldı.
Civanımın padişahı Fatih Sultan Recep, Zonguldak’a gitti ve “Ne yapalım takdiri ilahi. Madenci oldu mu bunu (ölümü) göze alacaksınız. Şükredin ki bir işiniz var. Yapacak bir şey yok” dedi.
Hayır, var! Grizu patlaması doğal bir olaydır ama maden ocağının çökmesi ve işçilerinin göçük altında ölmesi Allah’ın takdiri değildir. Kömür ocaklarındaki patlamaların ve ölümlerin sorumlusu madeni işleten şirketin veya devlet kurumunun yetkilileridir.
Yeraltında kömür üretiminde temel ilke “önce emniyet”tir. Hele Zonguldak gibi gazı bol ve cevher yapısı zor bir bölgede “emniyet”in önemi çok daha büyüktür. Ama siz “önce para” derseniz ve can güvenliğini göz ardı ederseniz sorumluluğu Allah’a yükleme acizliği içine düşer; halkı da “şükredin ki bir işiniz var” diye kandırdığınızı sanırsınız.
7 Mart 1983’te Zonguldak Kandilli’de grizu patlamış ve 103 maden işçisi ölmüştü. 103 işçinin yaşamını yitirdiği ocağa patlamadan üç yıl sonra Ümit Kıvanç arkadaşımla birlikte inmiş ve Cumhuriyet’te uzun bir yazı dizisi hazırlamıştık.
Hey Anadolu kitabından bir alıntıyla patlamanın olduğu ocağa inmeye çalışıyoruz:
“Artık yerde ray yok. Kömürün içinde oyulmuş bir oyuk burası. Basık ve dik. Nefeslik diyorlar buraya. Ocağın nefesliği, pis havanın çıktığı yer. Bizim ‘ocak’ diye bildiğimiz, ‘maden ocağı’ dediğimiz yere de madenciler pano diyorlar. Pano, yerin altındaki damarda kömürün çıkarıldığı bir birim. Damarın içinde birden fazla pano oluyor. Nefeslikten pis hava çıkıyor ya, hemen oraya grizu ölçüm aygıtı yerleştirilmiş. Büyük facia sırasında, yeryüzündeki tahlisiye istasyonunun deposunda duran aygıt bu! Aygıt, panodan çıkan grizu miktarını her saniye ölçüyor. İbresi, yüzde 1 oranına göre otomatiğe bağlanmış. Yüzde 1 olunca, elektrik düzenini kesecek. Şu andaki grizu binde 1.”
Depoda saklanan grizu ölçüm aygıtı yeraltında çalışıyor olsaydı Kandilli’de 103 işçi ölmeyecekti.
Karadon’da 30 işçinin diri diri gömülmesi takdiri ilahiymiş. Sen onu benim külahıma anlat!
Deniz Som / Cumhuriyet

Maden ocağındaki kanarya...

Maden işletmesinin ofislerindeki kafeslerde kanaryalar vardı.

Güneş doğmadan, ortalık ağarmaya başladığında hep bir ağızdan şarkılarını söylerlerdi.

Yemlerini veren maden ocağının başı kasklı işçilerini tanımışlardı. Onları görünce sevinç çığlıkları ata ata kafeslerin içindeki dallardan öbürüne atlayıp dururlardı.

Onlar için işletmenin bütçesine “ödenek” bile koymuşlardı.

Belli ki kendilerini besleyen ve seven insanlarla birlikte olmaktan
çok mutluydular.

Maden ocağına inen işçiler birer kafes alıp yanlarında götürüyorlardı. Karanlık derinliğe indikçe kanaryalar susuyor, ama bu küçük gezintiden belki de hoşnutlardı.

Kasklı işçileri görünce sevinip kanat çırpmaları belki de bundandı...

Oysa...

Oysa bu hüzünlü bir hikâyeydi...

O zamanlar zehirli gaz ölçme aletleri henüz bize ulaşmamıştı ve aygıtlar pahalıydı. Çaresiz madenciler, kafeslerdeki kanaryalarla madene iniyorlar, öldürücü gaz önce dünyanın en zarif ve duyarlı canlıları kanaryaları öldüreceği için küçük kuşlar bir türlü “alarm” görevi görüyordu. Kimi zaman yerin karanlık dibindeki kanaryanın boynu bükülüyor, o sessizce can verirken, madenciler bunu görünce ocaktan kaçıp kurtuluyorlardı.

(Tıpkı şimdi işçilerin ölerek, sermayenin yaşamasını sağlamaları gibi.)

Bir küçük kuş ölüyor, ama madenciler yaşıyorlardı...

Maden ocaklarındaki kanaryaların hüzünlü öyküleri; aslında birbirine bağlı, birbirinin ucunda, birbirinden asla ayrılmayan bir “yaşam ortaklığını” ya da “yaşam sıralamasını” anlatır bize...

Bir yaşam bittiğinde, öbürünün de biteceğini...

Ormanlar, ırmaklar, denizler, sincaplar, yunuslar, yemek artığı
bekleyen kedi, kovulmasını istediğiniz yandaki arsada yaşayan anne köpek, balkonu kirlettiği için kovduğunuz o kuşlar...

Tümü...

Tümü yaşamaya çalıştığımız atmanın “kafesteki kanaryaları”dır...

Onlar öldüğünde...

Biz yaşayamayız...    
BEKİR ÇOŞKUN ...Habertürk                                                                                                                                                           

YANDAŞ MEDYA BİLE RÜZGARA KARŞI DURAMADI

CHP Kurultayı ve dün bütün ülkede esen Kılıçdaroğlu rüzgarı dün haber kanallarından canlı verildiği gibi bugün de tüm gazetelerin manşetlerindeydi. Yandaş medya bu başarıyı küçültmek isteyen başlıklar bulmaya çalışmış ama rüzgara karşı duramamıştı; iktidar yanlısı istisnasız bütün gazeteler Başbakan’ın TOBB konuşması yerine, Kılıçdaroğlu’nun kurultay konuşmasını manşet yapmışlardı. Yandaş liberal Taraf gazetesi ise CHP’de umduğu “değişimi” o konuşmada bulamamanın düş kırıklığı göze çarpıyordu: Gazete “Bu mudur” manşetini atmıştı. Başyazar Ahmet Altan ise yazısına, Kılıçdaroğlu’nun konuşmasındaki “Recep Bey” vurgusuna Başbakan adına yanıt verir gibi “Zavallı
Kemal Bey
” başlığını koymuştu.

İşte bugünkü gazetelerin manşetleri:


YANDAŞ MEDYA:
Sabah: İşlem tamam
Takvim: Issız Adam
Zaman: CHP’de genel başkan değişti söylem aynı
Türkiye: Bol vaatle başladı
Star: Başkan yeni vizyon eski
Yeni Şafak: Kılıçdaroğlu’nu kim yönetecek
Bugün: Ergenekon mesajı / Gölge liderin zaferi
Vakit: CHP’de aynı tas aynı hamam
Taraf: Bu mudur
YANDAŞ OLMAYAN MEDYA:
Posta: Vatandaş Kemal Recep Bey’e karşı
Hürriyet: Büyük birlşeme
Milliyet: Hızlı başladı, heyecan yarattı
Vatan: ‘Halkçı Kemal’ dönemi
Radikal: ‘Recep Bey cevap versin’
Habertürk: Coşkulu kurultay
Sözcü: Recep Bey’e artık rahat uyku yok
Akşam: 2. Cumhuriyet Halk Partisi
Güneş: 2. Karaoğlan / Kılıcı keskin çıktı
Cumhuriyet: ‘İktidara koşuyoruz ‘
Yeniçağ: CHP’de değişim
Birgün: Değişim Kurultayına ‘küskünler’ akını
Milli Gazete: Kılıçdaroğlu Genel Başkan