13 Temmuz 2010 Salı

DÜNYA KUPASININ EN İYİ FUTBOLCULARI

Kaleciler:

1-) Iker Casillas: Anlatmaya ve tartışmaya gerek yok. Şampiyon takımın 2 gol yiyen kalecisi. İtalya 3 maçlık kupasında bundan daha fazlasını yedi, David James tek maçta bunun iki katını yedi. Çeyrek finalde penaltıyı, yarı finalde Kross'u, finalde Robben'i durdurduğunda maçların son dönemleriydi ve skor 0-0'dı. Kader anı hep o oldu. Azizler öyle anlarda ortaya çıkar .

2-) Manuel Neuer: Çok enfes maçları olmadı, kalede varlığı da öyle büyük güven sağlamıyordu. Ama Lehmann'ın bıraktığı, Enke'nin intihar ettiği, Adler'in sakatlandığı bir dönemde, bir anda kaleye geçti ve yarı-final oynadı. Zor işin altından kalktı.

3-) Fernando Muslera: Yarı-final ve 3.lük maçındaki hataları yapmasa daha yukarıda olurdu. Yine de sempatimi kazandı.

Bekler:

1-) Philipp Lahm: Sadece bir bek, sadece bir futbolcu değil aynı zamanda kaptan. 23-24 yaşındaki futbolculara liderlik yaptı, bunu yaparken sadece 26 yaşında. O kupa bir gün onun ellerinde kalkmalı.

2-) Sergio Ramos: Henüz 24 yaşında olduğunu unutmadan değerlendirmek lazım. Kupada yine esti. Elemelerdeki Türkiye maçını aşmasa da yine çok iyidi.

3-) Fabio Coentrao: Brezilya ve İspanya maçında çok çok iyidi. Üstelik karşısında Maicon-Alves ve Ramos gibi isimler vardı. Hızı etkileyici, tekniği iyi. Ama en önemlisi oyun disiplini had safhada. Her atakta ileri çıkmasına rağmen, gerideki yerini de kaybetmiyor, oyuna küsmüyor, 90 dakika iş yapıyor.

Stoperler:
1-) Pique-Puyol: Ayıtmak mümkün değil. İkisi bir arada. Hatasız oynuyorlar, kupayı kaldırıyorlar.

2-) Ricardo Carvalho: Ne olursa olsun, kupayı tek gol yiyerek kapatan bir takımdan bir futbolcu buraya girmeliydi. Carvalho, tecrübesiyle o defansın lideriydi.

3-) Arne Friedrich: Küme düştüğü sezonun sonu yarı-final oynarak noktalaladı. Özellikle Gana ve İngiltere maçlarında harikaydı. Kesciliği ve mücadelesi zevk verdi. Arjantin maçında da gol atarak güzel oyununu bir golle süsledi (kilişe).

Orta Saha:
1-) Bastian Schweinsteiger: Bu kupa bambaşka bir Bastian izledik. Löw'ün payı muhakkak büyük. Ballack'sız, Frings'siz, Rolfes'siz, Trasch'siz, Hitzlsperger'siz orta sahanın tüm yükünü o çekti. Onun yanında Khedira bile kendini aştı.

2-) Anders İniesta: Final maçında gol atan adam olma özelliğinden daha fazlasına sahip. Takımı yönelndirdi. Yine de sezon içindeki Iniesta değildi.
3-) Michael Bradley: Babasının torpiliyle oynamadığını gösterdi. Takımı daha ileriye gitseydi, onun da yıldızı daha çok parlardı. Kondüsyonlu ve güçlü ABD takımının karakterini kendine yansıtan biri isim oldu. Bu çocuk daha 22 yaşında.

Kanatlar:
1-) Thomas Müller: Tamam Müller kanat değil. Ama Müller ne? Mevkisi olmayan bir futbolcu. Bu Dünya Kupası'nda kanat adamları parlamadı, o nedenle Müller'i buraya koymak çok da saçma değil. Müller 2 sene sonra merkez santrfor, 4 sene sonra ön libero oynayabilir. 21.yüzyıl topçucu yetişiyor sanırım.

2-) Andre Ayew: Çok iyi değildi. Çok daha fazlası bekleniyordu, yine de 21 yaşındaki bir genç için fena değildi. Oynamadığı maçta takımı onu çok aradı.

3-) Giovanni Dos Santos: Biraz eyyam yapalım ve Santos'u koyalım. Turnuvada iyi olduğunu kimse inkar edemez. Çok iyi değildi ama iyidi. Bu 3 oyuncunun en iyi genç oyuncu adayı olduğunu da hatırlatalım.
Forvetler:
1-) David Villa: 5 gol attı. Takımı taşıdı. Kenarlara sıkışsa da takımı taşıyan isim oldu. Portekiz ve Paraguay maçlarında emeği çok fazlaydı. Goller o işlerin hediyesi oldu.

2-) Diego Forlan: Forlan bazen forvet, bazen daha gerideydi. Forvet performansı turnuvanın en iyisi değildi, orta saha performansı turnuvanın en iyisi değildi ama her zaman sahanın en iyisiydi. Ve turnuvanın da en iyisiydi. Her işe koşturan futbolcu ödülü olsa ona verilirdi, altın top ile onore edildi.

3-) Miroslav Klose: Bütün bir sezonu yedek geçir, sonra kupada gol yükü çek. Klose böyle bir adam. Süper yetenekleri olan, olağanüstü güçleri olan bir adam değil. Çocuklar onun gibi saç traşı olmaz, onun formasını satın almaz, reklamlarda oynamaz. Ama her taraftar onun gibi bir futbolcusu olsun ister. Bayernliler ve Almanlar çok şanslı. Sırp maçında kırmızı görmeseydi, bugün Ronaldo'nun rekoru kırılmıştı.

Şampiyon İspanya


Euro 2008'de futbolun sonraki 2 yılına ilişkin yolu belirleyen takımın iskeletini oluşturduğu Barcelona 2009'da CL şampiyonluğuna ulaşmıştı. Aradan bir yıl geçti, Barcelona aynı Barcelona değildi. Finale ulaşamadı. İspanya da bu turnuvada aynı İspanya olmadı, ama bu kez kazanmanın yolunu yeniden çizebilmişlerdi. Turnuvaya başladıkları gibi bitirdiler, zirve futbol sahnesinde son 2 yılda ne gördüysek önümüzdeki 2 yılda da benzerini göreceğimiz kesinleşti. Zamanın en özel oyuncu topluluğuna sahip İspanya, 2010 Güney Afrika Dünya Kupası'nın şampiyonu oldu.

Maç öncesi yazılara sırtımızı dayayıp, orada bahsedilenleri tekrarlamayalım. Fakat hesaba katmadığımız bir şeyler vardı belli ki, maç beklenenden farklı gelişti. Hocalar bizim bahsettiğimiz pek çok şeyi değersiz buluyor olabilir, bu da onun bir başka örneğiydi. Hollanda önceki maçlarındaki gibi derinde beklemedi. Savunmayı önde kurdu, orta saha oyuncuları orta saha yuvarlağının ötesine geçmediler ve ileri üçlü rakip yarı sahada pres yaptı. İlk kez bu turnuvuda 6+4 olarak bölünmediler. İspanya ilk 10 dakika üç ara pasıyla savunma arkasındaki geniş alanı kullanmak istedi. İki ofsayt oldu, birinde Villa topu alıp servis yaptı. Bundan sonra Sneijder'i daha geride oynatıp atakların ikinci bölgede olgunlaşmasını engellediler. Sneijder'in de sürekli Xavi'yi kovalamasıyla Busquets'in sürekli sırtı dönük top alıp oyunu açması gerekiyordu. Almanya maçının yıldızlarından biriydi, ama bugün baskı altında iyi top kullanamadı. Yine de onun derinde pozisyon alarak zaman zaman üçüncü stoper gibi oynaması, geriden top çıkarırken boş alan yaratması parçaların uyumu için gerekliydi.Hollanda rakibin ikinci bölge ötesinde pas yapmasını engelledi. Robben ve Sneijder tehditlerine RVP'nin başında bekleyen stoper ve Capdevilla'nın çakılı oyunu eklenince pas trafiğine geriden yeterli destek gelmedi. Bu sayede İspanya'nın yeterli alan yaratamama sorunu iyice ortya çıktı, İspanya pasifize edildi. Üstelik topla oynama yüzdelerinde uçurum olmadan. Bunu yapmak hiç kolay değildi, ama turnuva boyunca yeterliliklerini sorguladığımız Heitinga, Mathijsen ve van Bronckhorst muhteşem oynadılar. Keza De Jong ve van Bommel erken sarı kart almalarına rağmen (De Jong'un sarı kartı kesin kırmızı, hatta bir de savcılığa suç duyurusu ister.) çok iyi oynadılar, sertlikle de olsa bir şekilde rakibi durdurmayı başardılar. Gaddarlık olmadıkça topa sert oyun kabul edilebilir, ama Hollanda özellikle ilk yarıda bu ölçüyü epey kaçırdı.

İspanya'ya dair hep bahsettiğimiz konu şu ki, Barcelona'yla birebir eşleştirilmeleri için kenar adamı ve bir adet uzak forvet kullanmalılar. Ama İspanya turnuva boyunca asla ikisini birlikte kullanmadı. David Villa'nın etkisizliğini neden bundan önce sol kenarda oynatıldığı açıklar. Amaç, Villa'nın demarke pozisyonda top alması ve topu, sınırlı alanı en efektif kullanacak oyuncuya en uygun şekilde tahsis etmekti. Fakat Torres'in aşırı uyumsuz ve yetersiz oyunu bir tercihi daha zorunlu kıldı. Tıpkı ABD ve İsviçre mağlubiyetleri sonrası David Silva'nın ya da benzeri bir kenar adamının kızağa çekilmesi gibi, İspanya yine en uygun kazanma formülünü aradı. Sonuçta bugün yine Pedro tercih edildi, ama Hollanda'nın hesapta olmayan oyunu planları bozdu.Oyunun değiştiği an 60. dakikadır. Pedro çıktı, oyuna safkan kanat oyuncusu Jesus Navas girdi. Daha önce bahsetmiştim, üstteki diyagram da Navas-Pedro (ya da Torres-Villa ikilisi sahadayken) farkını yeterince iyi anlatıyor. Fakat değişiklikten kısa süre sonra Robben bir boşluk buldu, ama Casillas ayağının ucuyla topu kornere gönderdi. İki dakika içinde önce oyunun gidişatını değiştirmeye yönelik hamle yapılmıştı, sonra da skor sürprizi önlenmişti. İspanya şu durumda Navas'la risk almıştı, Bert van Marwijk da bu riski karşılamak yerine kısa zaman sonra karşıt hamleyi yaptı. Kuyt'ı çıkarıp Elia'yı ters kenara oyunu genişletmesi amacıyla koydu. Hollanda geçmiş maçlarında bu kadar önde oynamıyordu, dolayısıyla tek bir maç hariç Elia'ya (ya da Robben'in düz ayakla oynamasına) ihtiyaç olmamıştı. Oyun kazan-kazan'a döndü, ama kaçan pek çok net şans oyunun gidişatına dair fikirleri onaylasa da skorun değişmesini engelledi. Navas değişikliği İspanya'yı daha geniş alanlara taşıdı, gol de bu sayede geldi.

Del Bosque maç biterken Xabi-Fabregas değişikliğiyle Xavi'yi kalabalıktan dışarı çekti. Iniesta rakip kaleye daha yakın oynamaya başladı, Fabregas'la daha yaratıcı oldular. Bu hamle uzatmalarda meyvesini verdi ve Iniesta, Heitinga'yı oyundan attırdı. Oyun ilk 10 dakikası itibariyle dahi bir kırmızı kartla şekillenmeye meyilli gidiyordu, geç de olsa 11-10 oyun farkı oluştu. Navas topu taşıdı, atağın yönü değişti. Torres ve Fabregas'ın içerisinde olduğu atak Iniesta'yla nihayete ulaştı ve ağları buldu. Del Bosque, bir maçı daha maç içi hamlelerle çözdü. Hollanda'nın beklediği pozisyonları bulup değerlendiremediği maçta İspanya, kazanmanın en doğru yolunu takip ederek Dünya Kupası'na ulaştı.Maçtaki hakem hataları, ölçüsüz sertlik, kaçan pozisyonlar, kırılma anları, golden önce hem Fabregas'a çarpan hem de Casillas'ın dokunduğu topun aut verilmesi... ve daha bir çok ilginç ayrıntı. Maça dair konuşulacak çok şey var, ama tüm bunların dünya futbolunun en büyük maçı oynanmışken yarını yok. İspanyol'lar ve Hollandalı'lar bol bol konuşacaklardır. Yarın, futbol için 4 yıllık yeni bir dönem başlayacak. Buradan o günlere neler kalır, kısa bir süre buna bakabiliriz belki.

Hollanda, genel kadro kalitesi itibariyle tarihindeki sıradan kadrolardan biriyle katıldığı turnuvada Dünya Kupası finali düzeyi için aşırı dengesiz olan savunma hattıyla finale ulaşmayı başardı. Bunun için geleneksel oyun tarzlarını değiştirdiler. İçinde bulundukları koşulları kabullenerek, zaaflarını tolere edip, güçlü yanlarını ortaya çıkararak kazanmanın yolunu takip ettiler. Hollanda'nın dahi bunu yapmış olması futbola ilişkin yenilikçi fikirlere artık kayıtsız kalınamadığını ve bu oyunda (insani hasletler korunmak kaydıyla) kazanmaktan daha önde hiçbir şeyin olmadığını, olmaması gerektiğini tekrar vurguladı. İspanya ise bir altın jenerasyonun, kendini futbol üzeri konumlandırılan bir kulüp olan Barcelona'nın, güç aldığı değerleri üstün kılmak, mevcudiyetini ortaya koymak ve futbol sahasında en iyisi olmak adına dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar gelişimlerine emek sarfettiği oyuncuların temeli üzerinden çizilen doğrultuyu takip etti. Yolu bu kez biraz değiştirdiler, ama en sonunda kaldıkları yerden devam ediyorlar. Bu oyuncular, bu iskelet yıllardır alkışlanıyordu, artık alkış sesleri daha yüksek çıkacak. Başka değişen bir şey yok, zamanın en iyi oyuncu topluluğu onlar. Bu kadronun yanında ismi yaldızsız kalan Vicente Del Bosque de üstün insan yönetimi becerisinin yanına eldeki geniş ve çok nitelikli kadronun nimetlerini koydu ve maç taktisyenliğiyle bu kupada en büyük paya sahip oldu. Özür dileriz tekrardan Bay Yeniköy Kasabı!
VE..MUTLU SON!