13 Mayıs 2009 Çarşamba

MURAT BARDAKÇI'DAN MURAT BELGE'YE AĞIR SÖZLER

Odatv olarak "kesin kan çıkacak" bu tartışmanın arasında kalmamak için Murat Bardakçı'nın Habertürk Gazetesi'nde çıkan makalesini olduğu gibi yayınlıyoruz.
Bu arada Bardakçı yazısında isim vermiyor ama ilgili kişinin Murat Belge olduğu aşikar.
İşte Murat Bardakçı'nın makalesi...

"HAZRET entelektüel, yazar, filolog, tarihçi, barışçı, solcu, kültür adamı, yayıncı, profesör ve İstanbul uzmanı...
Bitmediiii... Edebiyatçı, taş plak üstadı, filozof, yakışıklı, aktivist, bilmem neredeki yurttaşlar derneğinin feşmekânı, İstanbul uzmanı, vesaire, vesaire, vesaire...
İşte, on parmağında on ne demek, belki de on bin hünere birden sahip allâmemiz, senelerden bu yana İstanbul'da yaşayan ama şehrin tarihine ve kültürüne her nedense yeni yeni merak salanların bu eksiklerini, bir müddetten bu yana tekne turlarında kapatmaya çalışıyor. Yalıların ve binaların tarihini anlatıyor, sahiplerinden bahsediyor, onlarla ilgili efsaneleri ve söylentileri naklediyor ve güverteden yapılan İstanbul tedrisatı, son zamanlarda pek bir moda...
Bir arkadaşım anlattı: Dostları, geçtiğimiz günlerde bu tekneli irşad turlarından birine onu da götürmüşler. Arkadaşım, birkaç saat devam eden turdan hatırında kalan tek bilginin, Esma Sultan'ın sonu kanlı biten çapkınlık hikâyeleri olduğunu söyledi.
Entelektüel, yazar, filolog, tarihçi, barışçı, kültür adamı, filozof, taş plak uzmanı ve daha nice unvanlara sahip olan üstad, Ortaköy'deki yalının sahibesi Esma Sultan'dan bahsederken "Gençlere düşkündü, kahvelerden topladığı gençleri saraya getirir, onlarla uzun uzun seks yapar, posaları çıktığında da çuvala koyup denize attırırdı" demiş.
Bahsedilen kişi Birinci Abdülhamid'in kızı olan, 1848'de vefat eden ve Üçüncü Ahmed'in kızı "Büyük" Esma Sultan'dan ayırdedilebilmesi için tarihlere "Küçük Esma Sultan" diye geçen Osmanlı prensesidir.

ŞEHİR TARİHÇİLİĞİ BU MU?
"Küçük" Esma Sultan, zamanına göre son derece renkli, hattâ hızlı bir hayat sürmüştür. Sözünü esirgemez tavırları, ve siyasetle de ilgilenmiş olması sebebiyle hakkında söylentiler çıkmış, hattâ bu söylentiler Melek Hanım'ın 19. yüzyıl sonlarında Amerika'da yayınladığı "Thirty Years in Harem" isimli kitabına da konu olmuştur. Ama, İstanbul meraklılarına bir padişah kızından bahsederken o sultanın tantanalı hayatını ve umursamazlığını anlatmak başka şeydir; "Kahvelerden topladığı gençleri uzun seks âlemlerinde posalarını çıkardıktan sonra çuvallarla denize attırırdı" demek ve işi böylelikle bambaşka bir boyuta taşımak, çok başka birşey... "Şehir tarihçiliği" adı altında yapılan bu iş, 18.-19. yüzyıl İstanbul'unda yaşamış bir Osmanlı prensesini 1700 küsur sene geriye götürüp o prensesten Roma İmparatoru Claudius'un hanımı Messalina benzeri bir canavar yaratmaya çalışmak ve bundan 200 sene öncesinin sosyal ortamını bin küsur sene öncesine taşımak gibisinden bir tuhaflıktan ibarettir.

'İŞKENCE MEKÂNI' KIŞLA
Böyle bir iş, üstelik, John Freely ile Hillary Sumner-Boyd'un "Scrolling Through Istanbul’una özenerek bir "İstanbul Gezi Rehberi" yaratmaktan daha vahimdir. Hele, eski devirlerdeki hafif silâhlı bir askeri birliğin ismi olan "Azab" kelimesini ve "Azab askerinin kışlası" demek olan "Azabhane"yi "Azaphane", yani "İşkence mekânı" haline getirmekten ise çok daha vahim...
"Şimdilerde her tarafta yazıp çizen mebzul miktardaki İstanbul uzmanlarımızı Galata Köprüsü'nün üzerine yerleştirsek, yüzlerini Eminönü'ne dönmelerini ve Sepetçiler Kasrı'nın sahilinden başlayarak sağa, Yavuz Selim'e kadar olan hat üzerindeki eski camilerin isimlerini bir seferde saymalarını rica etsek acaba kaçı bu işi yapabilir?" diye hep merak etmişimdir...
İçlerinden bu işi şaşırmadan ve doğru şekilde yapabilecek tek bir kişinin bile çıkmayacağına emin olun!"

CUMHURİYET'TEN HASAN CEMAL'E AĞIR ELEŞTİRİ

Cumhuriyet Gazetesi’nden Güray Öz, Milliyet Gazetesi yazarı Hasan Cemal’in Kandil Dağı’nda yaptığı röportajı değerlendiren “Balbay’ın Günahı” başlıklı bir yazı yazdı. Öz’ün ifade ettiğine göre hükümet dolaylı yollarla PKK ile masaya oturmak istiyordu. Bu nedenle Hasan Cemal’i aracı olarak kullanıyordu.

PKK’nın Hasan Cemal’i aracı olarak kabul etmesinin nedeni ise Cemal’in fikirlerini kendine yakın bulması idi. Güray öz, PKK ile barış tartışılırken Mustafa Balbay gibi aydınların cezaevine atılmasını eleştirdi.



İşte Öz’ün o yazısı:

”Kandil söyleşisi ile ya da röportajı mı demeliyim, Hasan Cemal’in önemli bir gazetecilik başarısına imza attığını birkaç kişi dışında hemen herkes kabul ediyor. Kuşku yok bu üzerinde durulması gereken bir“başarı”dır. Bir kere Kandil’de görüşülen kişi öyle sıradan bir kişi değildir. Türkiye’de nüfusun önemli bir bölümünün, aynı zamanda pek çok devletin, ama en önemlisi Türk devletinin terör örgütü olarak kabul ettiği bir örgütün lideri. Devlet bütün güçleriyle onun peşinde, bulunduğu yeri bombalıyor, yakalansa Abdullah Öcalan gibi yargılanacak ve mahkûm edilecek. Böyle kişilerle yapılmış röportajlar, söyleşiler nereden baksanız “büyük iş”tir.

Ama yine de bu röportaj irdelenmeye değer.
Röportajda öne çıkan, “PKK ile devletin bir şekilde masaya oturması” fikridir. Daha doğrusu terör örgütünün lideri bu görüşü savunuyor. Bunun için çeşitli formüller de öneriyor. “Gelin PKK ile masaya oturun,diyor, olmadı, Öcalan ile görüşün, o da olmadı DTP ile bir araya gelin, onu da beğenmiyorsanız, Türk ve Kürt akil adamlarla bu konuyu görüşün” demektedir terör örgütünün lideri. “Kürt akil adamlar” konusunda isim zikretmiyor ama, “Türk akil adamlar” konusunda verdiği iki isimden birisi eski diplomat İlter Türkmen, diğeri Hasan Cemal’dir. Neden Hasan Cemal’i konuyu görüşecek akil adamlar arasında sayıyor Murat Karayılan?

Çünkü Hasan Cemal’in Kürt sorunu konusundaki görüşlerini biliyor. Kendi görüşlerine yakın buluyor. Hasan Cemal, Murat Karayılan’la Kürt sorununun çözümü konusunda benzer fikirleri paylaşıyor. Ama artık burada durup, “ne oluyoruz” dememiz gerekiyor. Aklımıza takılan soruları sormak durumundayız.

Bir gazeteci, İstanbul’dan kalkıp Kandil dağına terör örgütü lideriyle görüşmeye elini kolunu sallaya sallaya gidemez. Gider de, bugünkü koşullarda yani 70 bin kişinin dinlendiği koşullarda gidemez. Gidebiliyorsa, bu bir yandan büyük bir başarıdır, diğer yandan da devletin izni değilse bile en azından bilgisi dahilinde gerçekleşmiştir.

Peki kuşku nerede doğuyor? Kuşku röportaj yayımlandıktan sonra doğuyor.
Öğreniyoruz ki, devletin zirvesi de röportajdan“etkilenmiştir”, Hasan Cemal ile görüşmeyi düşünmektedir. O kadar ki, Hürriyet gazetesinin Genel Yayın Müdürü Ertuğrul Özkök bile “Ben de postacı olmak istiyorum, İmralı’ya gitmek için izin istedim hâlâ alamadım” demektedir. Sözü uzatmayalım. İznin, bilginin ötesinde bir şeyler olabilir mi, diye soruyoruz ister istemez.

Ama benim aklıma asıl takılan Hasan Cemal’in aracılığı, elçiliğiyle Kürt sorununun çözülmesi konusu değil. Böyle çözülemeyeceği gün gibi aşikâr. Kürt sorunu terör örgütü ile pazarlıkla değil, Türkiye’nin kendi Kürtlerinin durumunu, neler istediğini bilerek alacağı kararlarla çözülür. Bunlar için akil adamlara değil, devletin akil olmasına ihtiyaç vardır.

Terör örgütü lideri ile görüşmek, onunla benzer görüşleri savunmak doğal. Memlekette bol miktarda var. Nihayet görüştür. “Terör örgütü lideri ile, şu ya da bu kişi ile görüşülemez” de diyemez hiç kimse. Hele bir gazeteciye asla. Ama...

İşte bundan sonrası biraz can sıkıcı.
Siz terör örgütü lideri ile görüşüyorsunuz. Onunla benzer görüşleri savunuyor ve bunları yayımlıyorsunuz. Taha Akyol’un dediğine göre devlet ricali de sizinle görüşmek istiyor.

Mustafa Balbay ise, zamanın kuvvet komutanlarıyla, yüksek rütbeli askerlerle o gergin günlerin gündemini görüşüyor, görüşmeleri yayımlamış bile değil, ama şimdi“üzerinde oynanmış” dediği gazetecilik notları için yargılanacağı günü bekliyor tutukevinde. Üstelik kimi meslektaşları tarafından hükmü çoktan kesilmiştir.

Biliyorum. Kestirme bir açıklamanız var bu konuda.
“O generaller darbe yapacaklardı. Mustafa da onlarla aynı görüşleri savunuyordu” diyorsunuz. Uyduruyorsunuz, ama sizin görüşlerini “büyük bir görev duygusuyla” aktardığınız terör örgütünün lideri ne yapıyor? Güven Park’ta çiçek mi satıyor?

Ayıp olmuyor mu?
Herhalde olmuyor. Standart çifte olunca ve zaten doğuştan yaralı hukuk değil de kurt siyaseti egemen olunca piyasaya, kimileri öznel olarak herhalde değildirler, ama nesnel olarak gazetecinin olamayacağı, olmaması gereken bir işlevi üstleniyor, devlet elçisi oluyorlar.

Gazeteci Balbay ise devlet tutuklusudur.
Durum bundan ibarettir ve ibretliktir.”