Galiba “belge” olayında tüm yollar Roma yerine, bu kez ABD’de Virgina Eyaleti’ndeki “Dürüstbelgegeçer!” adlı bir yere çıkıyor!
12 Haziran 2009’da Taraf gazetesinde TSK’de hazırlandığı bildirilen “İrticayla Mücadele Eylem Planı” adlı gizli belge kamuoyunda “bomba” gibi patladı. Bombanın “kurusıkı” niteliğinde olduğunu Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ “kâğıt parçası” sözleri ile açıkladı.
Genelkurmay’da görevli Albay Dursun Çiçek imzalı belgeye göre TSK’de, “AKP ve Fethullah Gülen’e karşı mücadele planı” hazırlanmıştı. Başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP’liler, TSK’yi topa tuttular.
Belge, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumuna (TÜBİTAK) gönderildi. Kurum ve Jandarma Kriminal Dairesi “fotokopi üzerinden inceleme yapılamayacağını” bildirdiler.
Kaldı ki belgede tarih yoktu. Belgeyi açıklayanlar “Nisan” dediler, ama neye dayandırdıklarını söyleyemediler. “Sızdırıldığı” söylenen belgede kullanılan yazım kuralları TSK’nin yazım tekniklerine de uymuyordu.
Bazı gazeteler Albay Çiçek’in çeşitli imzalarından belgenin gerçek mi yoksa “fabrikasyon (sahte-uydurma)” mı olduğunu saptamaya çalıştılar. Genelkurmay, Albay Çiçek’in de kullandığı iki bilgisayar dahil 14 bilgisayarın “sabit belleklerini” inceletti. “Özgün belgenin” izine rastlanamadı. Belgenin “fabrikasyon (sahte)” olduğu yargısına varıldı!
Kaldı ki “özgün” belgenin, aynı tarihte karargâhta kullanılan kâğıda uyumu, kullanılan mürekkebi, imzanın kuruma süresi dahi artık bilimsel olarak “yazıbilimcilerince” saptanabiliyordu!
***
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, “30 Eylül’de postaya verilen özgün belgenin imzasız ihbar mektubu eşliğinde 15 Ekim’de kendilerine ulaştığını”, Adli Tıp’ta yapılan incelemede belgenin “özgün olduğunun anlaşıldığını” açıkladı! Adsız muhbirin “askeri bağlantılı” olduğu, “istendiğinde tanıklık yapabileceği” belirtildi. Mektupta bu kez CHP de suçlanıyordu.
4.5 ay sonra patlayan bomba bu kez “kurusıkı” değildi! Artık TSK çok oluyordu! Başbuğ derhal “istifa” etmeliydi! Muhbir subay ortaya çıkmalı, bülbül gibi şakımalıydı! Bombanın dumanı atom bombasının mantarı gibi Türkiye’nin üzerine çöktü! Sis perdesi kesinlikle aralanmalıydı!
***
Bu arada Kayseri’deki bir olay her nedense belleklerden silinmişti. 3 Mart 2009 tarihinde Kayseri 2. Hava İkmal Bakım Merkezi ve 12. Hava Ulaştırma Üs Komutanlığı’nda üç astsubayın askeri savcılıkça, sahtecilikten tutuklandığı anımsanmaz olmuştu. Astsubaylar Komutan Tümgeneral Rıdvan Ulugüler adına iki “sahte emir” çıkarmışlardı.
Feto’cu 3 astsubayı kovuşturan askeri savcı Yüzbaşı Mehmet Çelik 12 Mart’ta “kuşku duyulan zenginliği” ile yine Taraf gazetesinin başlığına oturmuştu. Sonradan Çelik’in aileden zenginliği saptanacaktı.
O günlerde Feto hazretleri de ABD’nin başkentine yakın karargâhından Zaman gazetesine “Kendisine yönelik komplolar (düzenler) kurulduğuna” ilişkin demeçler veriyordu.
***
17 Temmuz 2009’da http://hhmemis.blogspot.com adlı sitede “ıslak imza makinelerinden” söz ediliyor, bunları pazarlayan iki ABD firması hakkında bilgi veriliyor, iki Fetocu polisin bu makinelerden Türkiye’ye iki adet getirdiğine dikkat çekiliyordu.
www.signaturemachine.com ve www.realsig.com adlı bu Internet sayfalarında yer alan firmalardan birincisinin adı “imzamakinesi”, ötekisinin ise “gerçekimza” anlamına geliyordu.
Bu makineyi 1998’de Robert Shajo Jr. bulmuştu. Elle çalışanlar olduğu kadar, yüzlerce “özgün (ıslak) imzayı” otomatik atanları da vardı. Makinede dolmakalem değil, kendi “plotter (düzenbaz)” diyebileceğimiz özel kalem kullanılıyordu. Eski matbaalarda kullanılan “matris kartonu” niteliğinde olan ve çoğaltılmak istenen imzanın “matrisi” tarayıcıya konuyor, ondan sonra makine ıslak imzaları kâğıda, kitaplara, davetiyelere, kutlama kâğıtlarına, gömleklere seri biçimde döktürüyordu.
Makineler masa üstüne konulacak biçimde ya da ayaklı olarak, basılacak imza sayısına ve teknolojisine göre 1-15 bin dolar arasında değişiyordu.
Birinci firmanın adresi ise: 14670 Southlawn Lane Rockville, MD 20850 (Maryland Eyaleti)
İkincisinin adresi şöyle: 112 Oak Grove Road, Suite 107, Sterling, VA 20166 (Virginia Eyaleti)
Her ikisi de ABD’nin başkenti Vaşington DC’ye yakındı.
Günümüzde uydu teknolojisi ile casusluk çok kolaylaştı! “Google” uydu harita sitesine girerek seçtiğimiz aynı noktadan her iki imalatçı firmaya nasıl gidileceğini araştırdık. Bu amaçla her ikisine hemen hemen aynı uzaklıktaki “Fairfax (-Türkçesi-dürüstbilgigeçer)!” adlı (A) yerleşimini seçtik.
Birinci adres (B) 25.2 mil uzaklıktaydı, arabayla 36 dakikada ulaşılabiliyordu. İkinci adres (C), aynı noktaya 14.9 mil uzaklıktaydı, 24 dakikada gidiliyordu.
Neden “Fairfax (Dürüstbilgigeçer)”i seçtik? Ünlü hocamız Feto hazretlerinin karargâhı orada! Her iki “ıslak imza makinecisi (fabrikasyoncu)” firma da neredeyse kendisine bir taş atımı uzaklıkta! Ne tesadüf değil mi?
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül gelişmeler hakkında “Türkiye rayına giriyor” demiş! Yoksa rayından mı çıkıyor?
31 Ekim 2009 Cumartesi
Köpekler…
Köpek en sevdiğim evcil hayvanların başında gelir.
İnsan türüne kedinin mi köpeğin mi daha yakın olduğu tartışıldığında ben hep köpekten yana olurum.
Kedinin daha bağımsız, bu anlamda da daha soylu olduğu belki söylenebilir.
Fakat aynı ölçüde nankörlüğü de kuşku götürmez.
Köpeğin sadakati ise, masallardan gerçek yaşama, sayısız örnekle efsaneleşmiştir…
Fakat unutmayalım ki bu, bir “sahip”e, “efendi”ye olan sadakattir…
Bu sahibin kim, nasıl biri olduğu köpek için önem taşımaz…
Alçak, karanlık, erdemsiz biri olabileceği gibi, erdem sahibi bir insan da olabilir.
Köpek için fark etmez…
Onun bağlılığı, sadakati, hizmeti; kim olursa olsun bir “efendi”ye, “sahip”edir…
Namık Kemal’in “Hürriyet Kaside”sindeki, “Köpektir zevk alan sayyad-ı bi insafa (acımasız avcıya) hizmetten” dizesindeki aşağılamayı da, köpek türüne değil, bu hayvancıkların (kuşkusuz, olumlu yönü de bulunan) bu özelliklerine yormak gerekir…
***
Tam da Cumhuriyet Bayramımızı kutladığımız şu günlerde bu köpek konusu da nereden çıktı, diyeceksiniz…
Bilmem!..
Bilinçaltının bir oyunudur belki de…
Dilimize Can Yücel’in çevirdiği, yaklaşık 1500 yıl önce yazılmış, orijinali Sanskritçe bir şiir, yıllardır zihnimde dolanıp durur, zaman zaman da dilime dolanır… Birlikte okuyalım:
Köpek var taş yok
Taş var köpek yok
Taş var köpek var
Ama kralın köpek
Sıkıysa at taşı
Yine diyebilirsiniz ki “İyi de, günümüzde kral mı kaldı?..”
Eski zamanların kralları belki yok ama, Cumhuriyet adını taşıyan yönetimlerde, demokrasiyle yönetildiği iddia edilen ülkelerde bile kralları aratmayacak iktidar sahiplerinin varlığı gün gibi ortada…
Peki ya köpek, köpekler?
***
Yazıya başlarken amacım, birkaç günlük yurtdışı yolculuğumun sonrasında, son günlerin “siyasal” oluşumlarından, özellikle de “demokratik açılım”ın akıbetinden söz etmekti…
Fakat Türkiye’de beni “ıslak imza” sürprizi karşıladı…
Bu sürprizi, Hikmetyar’ın dizi dibinde çekilmiş fotoğrafıyla başlayan kariyerini “one minute”üyle bütün İslam dünyasında pekiştiren Başbakan’ın, bu kez İran ziyaretinin ve Ahmedinejad’la, dini lider Ayetullah Ali Hamaney’le can ciğer kuzu sarması görüşmelerinin haber ve fotoğrafları izledi…
Siz köşe yazarı olsanız ne yapardınız, ne yazardınız?
Bilinçaltının oyunu dedim ama öyle sanıyorum ki bana bu yazıyı, (subay mı, sivil mi bilemem), Ergenekon savcılığına şu “ıslak imza”lı belgeyi gönderen kişinin “ihbar” mektubundaki “köpeksi” ifadeler esinledi…
Bu kişinin kimliği konusunda gerçeği belki hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz…
Çünkü yaşamın herhangi bir alanında uyulması gereken ilkeler, değerler, kurallar, bir kez bozulup altüst oldu mu, neyin ne olduğunu, ne olacağını hiç kimse kestiremez…
Tıpkı günümüz Türkiye’sinde yaşanmakta olduğu gibi…
Deniyor ki piyasaya bu kez “ıslak imza”lı belgenin sürülmesindeki zamanlama, AKP’yi “demokratik açılım” sürecinde düştüğü sıkıntıdan ve zaten genel olarak düşüşe geçmiş olmasından kurtarmak için düzenlenmiş bir tezgâhı düşündürüyor.
Akla yakın görünse de, bulunduğumuz ortamda bunu da tam olarak bilemeyeceğiz…
En iyisi biz yine her türlü ahlak ve mantık kuralının dışına çıkmış olan günümüz “siyaset”ini bir yana bırakıp yine baştaki konumuza, “köpekler”e dönelim…
2000’li yılların Türk şairi, 1500 yıl öncenin Sanskritçe yazan şairinden geri kalacak değil ya!
Çok yıllar önce yazdığım bir dörtlüğümü, yeri geldiği için, Cumhuriyetimizin yıldönümünü büyük kaygılar içinde kutladığımız şu günlerde sizlerle paylaşayım:
Elinde ne piyon kaldı, ne vezir, ne kale,
Düştü birbiri ardına atlar, filler
Ama şah hâlâ ayak diremekte
Yeni taşlar bulundu çünkü: Köpekler…
Dörtlüğün son sözcüğündeki niteleme, bana kalırsa, gerçek kimlikleri belki hiçbir zaman bilinemeyecek ihbarcılar ve benzerlerinin yanı sıra ve belki daha çok, gerçek ve “medya”tik kimlikleriyle toplumun gözleri önünde, ahlak ve kural dışılığı yayıp yaygınlaştırmayı meslek edinmiş kimselere yakışıyor.
İnsan türüne kedinin mi köpeğin mi daha yakın olduğu tartışıldığında ben hep köpekten yana olurum.
Kedinin daha bağımsız, bu anlamda da daha soylu olduğu belki söylenebilir.
Fakat aynı ölçüde nankörlüğü de kuşku götürmez.
Köpeğin sadakati ise, masallardan gerçek yaşama, sayısız örnekle efsaneleşmiştir…
Fakat unutmayalım ki bu, bir “sahip”e, “efendi”ye olan sadakattir…
Bu sahibin kim, nasıl biri olduğu köpek için önem taşımaz…
Alçak, karanlık, erdemsiz biri olabileceği gibi, erdem sahibi bir insan da olabilir.
Köpek için fark etmez…
Onun bağlılığı, sadakati, hizmeti; kim olursa olsun bir “efendi”ye, “sahip”edir…
Namık Kemal’in “Hürriyet Kaside”sindeki, “Köpektir zevk alan sayyad-ı bi insafa (acımasız avcıya) hizmetten” dizesindeki aşağılamayı da, köpek türüne değil, bu hayvancıkların (kuşkusuz, olumlu yönü de bulunan) bu özelliklerine yormak gerekir…
***
Tam da Cumhuriyet Bayramımızı kutladığımız şu günlerde bu köpek konusu da nereden çıktı, diyeceksiniz…
Bilmem!..
Bilinçaltının bir oyunudur belki de…
Dilimize Can Yücel’in çevirdiği, yaklaşık 1500 yıl önce yazılmış, orijinali Sanskritçe bir şiir, yıllardır zihnimde dolanıp durur, zaman zaman da dilime dolanır… Birlikte okuyalım:
Köpek var taş yok
Taş var köpek yok
Taş var köpek var
Ama kralın köpek
Sıkıysa at taşı
Yine diyebilirsiniz ki “İyi de, günümüzde kral mı kaldı?..”
Eski zamanların kralları belki yok ama, Cumhuriyet adını taşıyan yönetimlerde, demokrasiyle yönetildiği iddia edilen ülkelerde bile kralları aratmayacak iktidar sahiplerinin varlığı gün gibi ortada…
Peki ya köpek, köpekler?
***
Yazıya başlarken amacım, birkaç günlük yurtdışı yolculuğumun sonrasında, son günlerin “siyasal” oluşumlarından, özellikle de “demokratik açılım”ın akıbetinden söz etmekti…
Fakat Türkiye’de beni “ıslak imza” sürprizi karşıladı…
Bu sürprizi, Hikmetyar’ın dizi dibinde çekilmiş fotoğrafıyla başlayan kariyerini “one minute”üyle bütün İslam dünyasında pekiştiren Başbakan’ın, bu kez İran ziyaretinin ve Ahmedinejad’la, dini lider Ayetullah Ali Hamaney’le can ciğer kuzu sarması görüşmelerinin haber ve fotoğrafları izledi…
Siz köşe yazarı olsanız ne yapardınız, ne yazardınız?
Bilinçaltının oyunu dedim ama öyle sanıyorum ki bana bu yazıyı, (subay mı, sivil mi bilemem), Ergenekon savcılığına şu “ıslak imza”lı belgeyi gönderen kişinin “ihbar” mektubundaki “köpeksi” ifadeler esinledi…
Bu kişinin kimliği konusunda gerçeği belki hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz…
Çünkü yaşamın herhangi bir alanında uyulması gereken ilkeler, değerler, kurallar, bir kez bozulup altüst oldu mu, neyin ne olduğunu, ne olacağını hiç kimse kestiremez…
Tıpkı günümüz Türkiye’sinde yaşanmakta olduğu gibi…
Deniyor ki piyasaya bu kez “ıslak imza”lı belgenin sürülmesindeki zamanlama, AKP’yi “demokratik açılım” sürecinde düştüğü sıkıntıdan ve zaten genel olarak düşüşe geçmiş olmasından kurtarmak için düzenlenmiş bir tezgâhı düşündürüyor.
Akla yakın görünse de, bulunduğumuz ortamda bunu da tam olarak bilemeyeceğiz…
En iyisi biz yine her türlü ahlak ve mantık kuralının dışına çıkmış olan günümüz “siyaset”ini bir yana bırakıp yine baştaki konumuza, “köpekler”e dönelim…
2000’li yılların Türk şairi, 1500 yıl öncenin Sanskritçe yazan şairinden geri kalacak değil ya!
Çok yıllar önce yazdığım bir dörtlüğümü, yeri geldiği için, Cumhuriyetimizin yıldönümünü büyük kaygılar içinde kutladığımız şu günlerde sizlerle paylaşayım:
Elinde ne piyon kaldı, ne vezir, ne kale,
Düştü birbiri ardına atlar, filler
Ama şah hâlâ ayak diremekte
Yeni taşlar bulundu çünkü: Köpekler…
YİĞİT BULUT SEN BİR KORKAKSIN!
Şamilim Tayyarımdan sonra bir de karşıma Yiğit Bulut çıktı.
Keşke bu ikincisi adı gibi "yiğit" biri olsaydı.
Ne yazık ki o bir korkak.
Birilerine yaranma telaşı bundan.
Artık sayısını unuttum, bir Ergenekon İddianamesi'nde adı "Yalçın Küçük, Mehmet Ağar, Enis Berberoğlu ile birlikte yemek yiyip toplantı yaptılar" diye geçince dünyası karardı. Ne yapacağını bilemedi. Ve medyadaki artık sık sık gördüğümüz tüm kurnazlar gibi hemen bugüne kadar yazdıklarını, söylediklerini yutup kendine yeni bir yol çizdi. Olabilir. Korkabilir. İnsanidir. Anlayışla karşılarım.
Dün dönekleri de anlayışla karşıladım.
Ama...
Lakin...
Ne zaman bunlar döndükleri yere küfür etmeye başlarlar, karşılarına geçip aslan kesilirim.
Bu Yiğit Bulut bugün ki yazısında diyor ki; "Dün beni kandırdılar, ama şimdi belgeler ortaya çıktıkça görüyorum ki beni nelere alet etmişler!"
Eee yazsana nelere alet olmuşsun sen?
Ve sen ne zavallı biriymişsin ki bu kadar çabuk alet oluveriyormuşsun.
O zaman bugün de alet oluyorsun.
Senin hiç mi kendi görüşün yok. Hep mi güdülüyorsun böyle.
Öyle ya, sizler önce kurnazlıkla mevkinizi-makamınızı belirliyor, ondan sonra o koltuğun fikrini savunuyorsunuz. Bugüne kadar sizin dünyaya ilişkin hiçbir özgür fikriniz olmadı, olamaz da. Hep, kişisel hırsınızın kurbanı oldunuz.
Keşke bu ikincisi adı gibi "yiğit" biri olsaydı.
Ne yazık ki o bir korkak.
Birilerine yaranma telaşı bundan.
Artık sayısını unuttum, bir Ergenekon İddianamesi'nde adı "Yalçın Küçük, Mehmet Ağar, Enis Berberoğlu ile birlikte yemek yiyip toplantı yaptılar" diye geçince dünyası karardı. Ne yapacağını bilemedi. Ve medyadaki artık sık sık gördüğümüz tüm kurnazlar gibi hemen bugüne kadar yazdıklarını, söylediklerini yutup kendine yeni bir yol çizdi. Olabilir. Korkabilir. İnsanidir. Anlayışla karşılarım.
Dün dönekleri de anlayışla karşıladım.
Ama...
Lakin...
Ne zaman bunlar döndükleri yere küfür etmeye başlarlar, karşılarına geçip aslan kesilirim.
Bu Yiğit Bulut bugün ki yazısında diyor ki; "Dün beni kandırdılar, ama şimdi belgeler ortaya çıktıkça görüyorum ki beni nelere alet etmişler!"
Eee yazsana nelere alet olmuşsun sen?
Ve sen ne zavallı biriymişsin ki bu kadar çabuk alet oluveriyormuşsun.
O zaman bugün de alet oluyorsun.
Senin hiç mi kendi görüşün yok. Hep mi güdülüyorsun böyle.
Öyle ya, sizler önce kurnazlıkla mevkinizi-makamınızı belirliyor, ondan sonra o koltuğun fikrini savunuyorsunuz. Bugüne kadar sizin dünyaya ilişkin hiçbir özgür fikriniz olmadı, olamaz da. Hep, kişisel hırsınızın kurbanı oldunuz.
Sizin, sizlerin hayatınıza fikriniz yön vermez, sizler fikirlerinizi o hayata göre dönüştürürsünüz. İşte biz bunun adına döneklik deriz. Ve bizim topraklarımızda kurnazlardır dönek olan, yoksa fikir namusuna inananlar değil.
Bak Yiğit Bulut...
Sana bir şey söyleyeyim: Efendileriyle yükselen efendileriyle düşer!
Kendine efendi arayışından vazgeç.
Kendin ol.
En azından olmaya çalış.
Durumun inan hiç iyi gözükmüyor.
Derdinin ne olduğu belli; odatv.com, Habertürk'te neler olduğunu yazdı.
Ve efendin hemen seni görevlendirdi; sen de tutup satır arasında bize çatmaya çalışıyorsun.
Bir de utanmadan bizi "yetkililere"; savcılara, polise ihbar ediyorsun.
Bu kadar alçaldın demek.
Bu kadar kendinden geçtin demek.
PKK itirafçılarına benzediğinin farkında mısın?
Sorunun psikolojik olduğunu biri sana söylemeli!
Bak yiğit olmayan Yiğit.
Bu puşt zulası günler geçecek.
İnan geçecek.
Önemli olan bu zor günlerde gazetecilikte- habercilikte ısrar etmektir.
Sen bunu yapamadın. Tırstın. Tüm hırçınlığın aslında kendine.
Ve bu nedenle inatla gazetecilikte ısrar edenlere düşmanlık yapıyorsun. Tüm dönekler gibi...
Mesele budur...
Ayhan Bozkurt
Odatv.com
Sana bir şey söyleyeyim: Efendileriyle yükselen efendileriyle düşer!
Kendine efendi arayışından vazgeç.
Kendin ol.
En azından olmaya çalış.
Durumun inan hiç iyi gözükmüyor.
Derdinin ne olduğu belli; odatv.com, Habertürk'te neler olduğunu yazdı.
Ve efendin hemen seni görevlendirdi; sen de tutup satır arasında bize çatmaya çalışıyorsun.
Bir de utanmadan bizi "yetkililere"; savcılara, polise ihbar ediyorsun.
Bu kadar alçaldın demek.
Bu kadar kendinden geçtin demek.
PKK itirafçılarına benzediğinin farkında mısın?
Sorunun psikolojik olduğunu biri sana söylemeli!
Bak yiğit olmayan Yiğit.
Bu puşt zulası günler geçecek.
İnan geçecek.
Önemli olan bu zor günlerde gazetecilikte- habercilikte ısrar etmektir.
Sen bunu yapamadın. Tırstın. Tüm hırçınlığın aslında kendine.
Ve bu nedenle inatla gazetecilikte ısrar edenlere düşmanlık yapıyorsun. Tüm dönekler gibi...
Mesele budur...
Ayhan Bozkurt
Odatv.com
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)