31 Ekim 2009 Cumartesi

‘Islak İmza’ Fabrikatörü Kim ola?

Galiba belge olayında tüm yollar Roma yerine, bu kez ABDde Virgina Eyaletindeki Dürüstbelgegeçer! adlı bir yere çıkıyor!
12 Haziran 2009da Taraf gazetesinde TSKde hazırlandığı bildirilen İrticayla Mücadele Eylem Planı adlı gizli belge kamuoyunda bomba gibi patladı. Bombanın kurusıkı niteliğinde olduğunu Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ kâğıt parçası sözleri ile açıkladı.
Genelkurmayda görevli Albay Dursun Çiçek imzalı belgeye göre TSKde, AKP ve Fethullah Gülene karşı mücadele planı hazırlanmıştı. Başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere AKPliler, TSKyi topa tuttular.
Belge, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumuna (TÜBİTAK) gönderildi. Kurum ve Jandarma Kriminal Dairesi fotokopi üzerinden inceleme yapılamayacağını bildirdiler.
Kaldı ki belgede tarih yoktu. Belgeyi açıklayanlar Nisan dediler, ama neye dayandırdıklarını söyleyemediler. Sızdırıldığı söylenen belgede kullanılan yazım kuralları TSKnin yazım tekniklerine de uymuyordu.
Bazı gazeteler Albay Çiçekin çeşitli imzalarından belgenin gerçek mi yoksa fabrikasyon (sahte-uydurma) mı olduğunu saptamaya çalıştılar. Genelkurmay, Albay Çiçekin de kullandığı iki bilgisayar dahil 14 bilgisayarın sabit belleklerini inceletti. Özgün belgenin izine rastlanamadı. Belgenin fabrikasyon (sahte) olduğu yargısına varıldı!
Kaldı ki özgün belgenin, aynı tarihte karargâhta kullanılan kâğıda uyumu, kullanılan mürekkebi, imzanın kuruma süresi dahi artık bilimsel olarak yazıbilimcilerince saptanabiliyordu!
***
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, 30 Eylülde postaya verilen özgün belgenin imzasız ihbar mektubu eşliğinde 15 Ekimde kendilerine ulaştığını, Adli Tıp’ta yapılan incelemede belgenin özgün olduğunun anlaşıldığını açıkladı! Adsız muhbirin askeri bağlantılı olduğu, istendiğinde tanıklık yapabileceği belirtildi. Mektupta bu kez CHP de suçlanıyordu.
4.5 ay sonra patlayan bomba bu kez kurusıkıdeğildi! Artık TSK çok oluyordu! Başbuğ derhal istifa etmeliydi! Muhbir subay ortaya çıkmalı, bülbül gibi şakımalıydı! Bombanın dumanı atom bombasının mantarı gibi Türkiyenin üzerine çöktü! Sis perdesi kesinlikle aralanmalıydı!
***
Bu arada Kayserideki bir olay her nedense belleklerden silinmişti. 3 Mart 2009 tarihinde Kayseri 2. Hava İkmal Bakım Merkezi ve 12. Hava Ulaştırma Üs Komutanlığında üç astsubayın askeri savcılıkça, sahtecilikten tutuklandığı anımsanmaz olmuştu. Astsubaylar Komutan Tümgeneral Rıdvan Ulugüler adına iki sahte emir çıkarmışlardı.
Fetocu 3 astsubayı kovuşturan askeri savcı Yüzbaşı Mehmet Çelik 12 Martta kuşku duyulan zenginliği ile yine Taraf gazetesinin başlığına oturmuştu. Sonradan Çelikin aileden zenginliği saptanacaktı.
O günlerde Feto hazretleri de ABDnin başkentine yakın karargâhından Zaman gazetesine Kendisine yönelik komplolar (düzenler) kurulduğuna ilişkin demeçler veriyordu.
***
17 Temmuz 2009da http://hhmemis.blogspot.com adlı sitede ıslak imza makinelerinden söz ediliyor, bunları pazarlayan iki ABD firması hakkında bilgi veriliyor, iki Fetocu polisin bu makinelerden Türkiyeye iki adet getirdiğine dikkat çekiliyordu.
www.signaturemachine.com ve www.realsig.com adlı bu Internet sayfalarında yer alan firmalardan birincisinin adı imzamakinesi”, ötekisinin ise gerçekimza anlamına geliyordu.
Bu makineyi 1998de Robert Shajo Jr. bulmuştu. Elle çalışanlar olduğu kadar, yüzlerce özgün (ıslak) imzayı otomatik atanları da vardı. Makinede dolmakalem değil, kendi plotter (düzenbaz) diyebileceğimiz özel kalem kullanılıyordu. Eski matbaalarda kullanılan matris kartonu niteliğinde olan ve çoğaltılmak istenen imzanın matrisi tarayıcıya konuyor, ondan sonra makine ıslak imzaları kâğıda, kitaplara, davetiyelere, kutlama kâğıtlarına, gömleklere seri biçimde döktürüyordu.
Makineler masa üstüne konulacak biçimde ya da ayaklı olarak, basılacak imza sayısına ve teknolojisine göre 1-15 bin dolar arasında değişiyordu.
Birinci firmanın adresi ise: 14670 Southlawn Lane Rockville, MD 20850 (Maryland Eyaleti)
İkincisinin adresi şöyle: 112 Oak Grove Road, Suite 107, Sterling, VA 20166 (Virginia Eyaleti)
Her ikisi de ABDnin başkenti Vaşington DCye yakındı.

Günümüzde uydu teknolojisi ile casusluk çok kolaylaştı! Google uydu harita sitesine girerek seçtiğimiz aynı noktadan her iki imalatçı firmaya nasıl gidileceğini araştırdık. Bu amaçla her ikisine hemen hemen aynı uzaklıktaki Fairfax (-Türkçesi-dürüstbilgigeçer)! adlı (A) yerleşimini seçtik.
Birinci adres (B) 25.2 mil uzaklıktaydı, arabayla 36 dakikada ulaşılabiliyordu. İkinci adres (C), aynı noktaya 14.9 mil uzaklıktaydı, 24 dakikada gidiliyordu.
Neden Fairfax (Dürüstbilgigeçer)i seçtik? Ünlü hocamız Feto hazretlerinin karargâhı orada! Her iki ıslak imza makinecisi (fabrikasyoncu) firma da neredeyse kendisine bir taş atımı uzaklıkta! Ne tesadüf değil mi?
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül gelişmeler hakkında Türkiye rayına giriyor demiş! Yoksa rayından mı çıkıyor?

Köpekler…


Köpek en sevdiğim evcil hayvanların başında gelir.
İnsan türüne kedinin mi köpeğin mi daha yakın olduğu tartışıldığında ben hep köpekten yana olurum.
Kedinin daha bağımsız, bu anlamda da daha soylu olduğu belki söylenebilir.
Fakat aynı ölçüde nankörlüğü de kuşku götürmez.
Köpeğin sadakati ise, masallardan gerçek yaşama, sayısız örnekle efsaneleşmiştir…
Fakat unutmayalım ki bu, bir “sahip”e, “efendi”ye olan sadakattir…
Bu sahibin kim, nasıl biri olduğu köpek için önem taşımaz…
Alçak, karanlık, erdemsiz biri olabileceği gibi, erdem sahibi bir insan da olabilir.
Köpek için fark etmez…
Onun bağlılığı, sadakati, hizmeti; kim olursa olsun bir “efendi”ye, “sahip”edir…
Namık Kemal’in “Hürriyet Kaside”sindeki, “Köpektir zevk alan sayyad-ı bi insafa (acımasız avcıya) hizmetten” dizesindeki aşağılamayı da, köpek türüne değil, bu hayvancıkların (kuşkusuz, olumlu yönü de bulunan) bu özelliklerine yormak gerekir…
***
Tam da Cumhuriyet Bayramımızı kutladığımız şu günlerde bu köpek konusu da nereden çıktı, diyeceksiniz…
Bilmem!..
Bilinçaltının bir oyunudur belki de…
Dilimize Can Yücelin çevirdiği, yaklaşık 1500 yıl önce yazılmış, orijinali Sanskritçe bir şiir, yıllardır zihnimde dolanıp durur, zaman zaman da dilime dolanır… Birlikte okuyalım:
Köpek var taş yok
Taş var köpek yok
Taş var köpek var
Ama kralın köpek
Sıkıysa at taşı
Yine diyebilirsiniz ki “İyi de, günümüzde kral mı kaldı?..
Eski zamanların kralları belki yok ama, Cumhuriyet adını taşıyan yönetimlerde, demokrasiyle yönetildiği iddia edilen ülkelerde bile kralları aratmayacak iktidar sahiplerinin varlığı gün gibi ortada…
Peki ya köpek, köpekler?
***
Yazıya başlarken amacım, birkaç günlük yurtdışı yolculuğumun sonrasında, son günlerin “siyasal” oluşumlarından, özellikle de “demokratik açılım”ın akıbetinden söz etmekti…
Fakat Türkiye’de beni “ıslak imza” sürprizi karşıladı…
Bu sürprizi, Hikmetyar’ın dizi dibinde çekilmiş fotoğrafıyla başlayan kariyerini “one minute”üyle bütün İslam dünyasında pekiştiren Başbakan’ın, bu kez İran ziyaretinin ve Ahmedinejadla, dini lider Ayetullah Ali Hamaneyle can ciğer kuzu sarması görüşmelerinin haber ve fotoğrafları izledi…
Siz köşe yazarı olsanız ne yapardınız, ne yazardınız?
Bilinçaltının oyunu dedim ama öyle sanıyorum ki bana bu yazıyı, (subay mı, sivil mi bilemem), Ergenekon savcılığına şu “ıslak imza”lı belgeyi gönderen kişinin “ihbar” mektubundaki “köpeksi” ifadeler esinledi…
Bu kişinin kimliği konusunda gerçeği belki hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz…
Çünkü yaşamın herhangi bir alanında uyulması gereken ilkeler, değerler, kurallar, bir kez bozulup altüst oldu mu, neyin ne olduğunu, ne olacağını hiç kimse kestiremez…
Tıpkı günümüz Türkiye’sinde yaşanmakta olduğu gibi…
Deniyor ki piyasaya bu kez “ıslak imza”lı belgenin sürülmesindeki zamanlama, AKP’yi “demokratik açılım” sürecinde düştüğü sıkıntıdan ve zaten genel olarak düşüşe geçmiş olmasından kurtarmak için düzenlenmiş bir tezgâhı düşündürüyor.
Akla yakın görünse de, bulunduğumuz ortamda bunu da tam olarak bilemeyeceğiz…
En iyisi biz yine her türlü ahlak ve mantık kuralının dışına çıkmış olan günümüz “siyaset”ini bir yana bırakıp yine baştaki konumuza, “köpekler”e dönelim…
2000’li yılların Türk şairi, 1500 yıl öncenin Sanskritçe yazan şairinden geri kalacak değil ya!
Çok yıllar önce yazdığım bir dörtlüğümü, yeri geldiği için, Cumhuriyetimizin yıldönümünü büyük kaygılar içinde kutladığımız şu günlerde sizlerle paylaşayım:
Elinde ne piyon kaldı, ne vezir, ne kale,
Düştü birbiri ardına atlar, filler
Ama şah hâlâ ayak diremekte
Yeni taşlar bulundu çünkü: Köpekler

Dörtlüğün son sözcüğündeki niteleme, bana kalırsa, gerçek kimlikleri belki hiçbir zaman bilinemeyecek ihbarcılar ve benzerlerinin yanı sıra ve belki daha çok, gerçek ve “medya”tik kimlikleriyle toplumun gözleri önünde, ahlak ve kural dışılığı yayıp yaygınlaştırmayı meslek edinmiş kimselere yakışıyor.

YİĞİT BULUT SEN BİR KORKAKSIN!

Şamilim Tayyarımdan sonra bir de karşıma Yiğit Bulut çıktı.
Keşke bu ikincisi adı gibi "yiğit" biri olsaydı.
Ne yazık ki o bir korkak.
Birilerine yaranma telaşı bundan.
Artık sayısını unuttum, bir Ergenekon İddianamesi'nde adı "Yalçın Küçük, Mehmet Ağar, Enis Berberoğlu ile birlikte yemek yiyip toplantı yaptılar" diye geçince dünyası karardı. Ne yapacağını bilemedi. Ve medyadaki artık sık sık gördüğümüz tüm kurnazlar gibi hemen bugüne kadar yazdıklarını, söylediklerini yutup kendine yeni bir yol çizdi. Olabilir. Korkabilir. İnsanidir. Anlayışla karşılarım.
Dün dönekleri de anlayışla karşıladım.
Ama...
Lakin...
Ne zaman bunlar döndükleri yere küfür etmeye başlarlar, karşılarına geçip aslan kesilirim.
Bu Yiğit Bulut bugün ki yazısında diyor ki; "Dün beni kandırdılar, ama şimdi belgeler ortaya çıktıkça görüyorum ki beni nelere alet etmişler!"
Eee yazsana nelere alet olmuşsun sen?
Ve sen ne zavallı biriymişsin ki bu kadar çabuk alet oluveriyormuşsun.
O zaman bugün de alet oluyorsun.
Senin hiç mi kendi görüşün yok. Hep mi güdülüyorsun böyle.
Öyle ya, sizler önce kurnazlıkla mevkinizi-makamınızı belirliyor, ondan sonra o koltuğun fikrini savunuyorsunuz. Bugüne kadar sizin dünyaya ilişkin hiçbir özgür fikriniz olmadı, olamaz da. Hep, kişisel hırsınızın kurbanı oldunuz.

Sizin, sizlerin hayatınıza fikriniz yön vermez, sizler fikirlerinizi o hayata göre dönüştürürsünüz. İşte biz bunun adına döneklik deriz. Ve bizim topraklarımızda kurnazlardır dönek olan, yoksa fikir namusuna inananlar değil.

Bak Yiğit Bulut...
Sana bir şey söyleyeyim: Efendileriyle yükselen efendileriyle düşer!
Kendine efendi arayışından vazgeç.
Kendin ol.
En azından olmaya çalış.
Durumun inan hiç iyi gözükmüyor.

Derdinin ne olduğu belli; odatv.com, Habertürk'te neler olduğunu yazdı.
Ve efendin hemen seni görevlendirdi; sen de tutup satır arasında bize çatmaya çalışıyorsun.
Bir de utanmadan bizi "yetkililere"; savcılara, polise ihbar ediyorsun.
Bu kadar alçaldın demek.
Bu kadar kendinden geçtin demek.
PKK itirafçılarına benzediğinin farkında mısın?
Sorunun psikolojik olduğunu biri sana söylemeli!

Bak yiğit olmayan Yiğit.
Bu puşt zulası günler geçecek.
İnan geçecek.
Önemli olan bu zor günlerde gazetecilikte- habercilikte ısrar etmektir.
Sen bunu yapamadın. Tırstın. Tüm hırçınlığın aslında kendine.
Ve bu nedenle inatla gazetecilikte ısrar edenlere düşmanlık yapıyorsun. Tüm dönekler gibi...
Mesele budur...

Ayhan Bozkurt
Odatv.com