24 Ocak 2010 Pazar

Uğur Mumcu’ya Mektup

Merhaba Uğur Ağabey,

Aramızdan alınışınızın 17. yılındayız. Anımsarsınız, yıldönümlerinde size seslenmeyi gelenek edindim. Ama bu yıl farklı bir yerden yazıyorum.

Sizin de sık sık vurguladığınız yaklaşımlardan biri şuydu:Nereden gelirse gelsin, amacı ne olursa olsun, terörün her türlüsüne hayır.

Bu ilkeyi doğal olarak ben de benimsedim, yeri geldikçe yazdım, söyledim.

Gelin görün ki, gazetemiz Cumhuriyet “terör örgütünün gücü,” Ankara Temsilcisi ve yazarı olarak ben de “terör örgütü üyesi” suçlamasıyla karşı karşıyayız!

Durumu sizin başınızdan geçen bir olayla özetlemeye çalışacağım.

Yazmıştınız, bana da evinizdeki bir akşamüzeri çay içimi sohbetinde anlatmıştınız… 1970’li yıllarda savcılık bir yazınız nedeniyle hakkınızda dava açmış, tutuklama emri de çıkarmıştı. Yazınızdaki “suç unsuru” olan tümce şuydu:

“Türk Ordusu uyanık olmalıdır.”

Siz, ifade verirken soruyorsunuz: “Bunun neresi suç?” Şu karşılığı almıştınız:

“Siz uyanık olmalı derken, ordunun şu anda uyumakta olduğunu iddia etmiş oluyorsunuz…”

İşte bu anlayış; biçim, anlam, içerik ve hedef değiştirerek varlığını sürdürüyor.

***

Türk basınında bilgisayarı günlük gazeteciliğe ilk sokan kişilerden biri siz oldunuz. Onu besleyen teknolojik gelişmeleri de yakından izliyordunuz.

Yazı tarama cihazınızın özelliklerini anlatırken, bilgiye, belgeye kavuşma olanaklarının genişliğini düşünüyor, nasıl da seviniyordunuz.

Bugün bir gazetecinin bilgi-belge sahibi olması suç. Tabii hemen soracaksınız:

“Ben elimdeki bilgi-belgeler, dokümanlar için evimin yanında ayrı bir daire satın almış, burayı çalışma yeri haline getirmiştim. Yaşasaydın, onca yazı-kitap kaynağından suç üretebilirlerdi, öyle mi?”

Görünen o!

Gözleriniz yerinden fırlayacakmış gibi sormaya devam ettiğinizi görür gibiyim:

“Bilgi sahibi olmadan, nasıl fikir sahibi olunur?”

Artık, fikir sahibi olmak için bilgi sahibi olmaya gerek yok. Taraf sahibi ol, fikir sahibi de oluyorsun. Daha doğrusu, fikir sahibi olmana da gerek yok, ezber sahibi ol yeter.

Medya ile ilgili yazacak o kadar şey var ki. Şöyle özetleyebilirim:

Yandaş medyadan tekelciliğe kadar yazdığınız her şey katlandı.

Kaça katlandığını söylemek zor. Katlanamayacak bir hale gelmekte olduğunu söylemekle yetineyim.

***

Sevgili Ağabey,

Katledildiğiniz yıl, pek çok aile, doğan çocuklarına Uğur adını verdi. Onlardan beşini tanıyorum. Yıllarca onları bir çocuk gibi sevdim, öyleydiler. Kalpleri yurt sevgisiyle çarpan pırıl pırıl anne-babaların, gözleri parlayan aydınlık yüzlü çocukları…

Artık onlar da büyüdü, delikanlı oldu.

Neredeyse bir kuşak…

Aldığımız yola bakıyorum; ilk dikkatimi çeken, 80 gözlü demir parmaklık!

“Uğur”lamanın ardından pek çok yazınız bayraklaştı. Bunların arasında, 25 Ağustos 1975’te Cumhuriyet’te yayımlanan “Sesleniş” başlıklı yazınız ayrıca öne çıktı.

Yazınızda, “Vurulduk ey halkım, unutma bizi” diyordunuz.

O yazıdan kimi bölümleri paylaşmak isterim:

“Ölümcül hastaydık… Hukuk sustu. Vicdan sustu. İnsanlık sustu. Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi.

…Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık önlerine… Öldürüldük ey halkım, unutma bizi…”

Halk sizi unutmadı…

Unutmadı ama…

Sizinle ilgili pek çok karikatürden Ali Ulvi’ninki geliyor gözümün önüne ilk…

Önde siz… Kellenizi koltuğunuza almışsınız, elinizde kalem… Tek başınıza yürüyorsunuz. Arkanızda, hissedilir uzaklıkta, halk yığınları var. “Yürü aslanım”, “Arkanızdayız” diye bağırıyorlar…

Halk keşke arkanızda değil…

Yanınızda olsaydı!..
Mustafa Balbay
24 Ocak 2010

Uğur Mumcu’yu kim öldürdü?



SOĞUK kış günleri, sırtında kiremit rengi paltosu, boynunda ekose atkısı, gözünde numaralı gözlükleri ve gülen yüzüyle, Ankara Hukuk Fakültesi’nin önündeki merdivenlerden inip çıkan Uğur Mumcu…
Çevresinde bir öğrenci grubu bulunurdu hep…
Prof. Tahsin Bekir Balta İdare hukuku hocası, o da asistanıydı.
Yine soğuk bir kış günü kaybettik onu.
24 Ocak 1993’te Ankara’da Karlı Sokak’taki evinin önünde, arabasına konan C-4 tipi plastik bombanın patlaması sonucu paramparça oldu.
Öldürülmeden 16 gün önce şunları yazmıştı:
“Bugün PKK örgütü arasında kimbilir kaç ajan var. Yalnızca MİT ajanları mı? Ortadoğu ajan kaynıyor. Kürt örgütleri arasına sızmış kimbilir kaç CIA ajanı görev yapıyor?
Birileri Türk halkını Kürt halkına, Kürt halkını da Türk halkına düşman edici bir kanlı tuzak kuruyor. Yakında yayınlanacak bir yayınımda Kürt milliyetçileri ile istihbarat ajanları arasındaki ilişkilere ışık tutacak ilginç belgeler açıklayacağım.”
Açıklatırlar mı?
Ebediyen sustururlar insanı!
Ona kıyan hain el veya eller, daha sonra Ahmet Taner Kışlalı ve Necip Hablemitoğlu’na da kıyacaktı.
*
Uğur Mumcu, silah kaçakçılarının, mafyanın, terör örgütlerinin, karanlık odakların, yolsuzlukların, hırsızlıkların üzerine cesaretle giden namuslu bir aydın idi.
Siyasi görüşü ve ideolojisi ne olursa olsun, şu cümlesi bile onun kişiliğini ve kimliğini ortaya koymaya yetiyordu:
“Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD’ın Kürtler arasında? Yoksa CIA ve MOSSAD, antiemperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi?”
Emperyalizme, ırkçılığa, sömürüye, bölücülüğe karşıydı.
Tam bağımsızlık savaşçısıydı ve “Uşak olmayın” diye haykırıyordu.
Atatürk’ün “Faşist diktatör” olduğu iddiasına en güzel cevaptı Uğur Mumcu…
Atatürk faşist diktatör olsaydı, demokrat duruşlu Uğur Mumcu Atatürkçü ve “Kalpaksız Kuvva-i Milliyeci” olur muydu?
Bir insan demokrat, laik, cumhuriyetçi, Atatürkçü, hak ve özgürlüklerden yana ise, “Katışıksız yurtsever” ve “Adam gibi adam”dır.
Uğur Mumcu da katışıksız yurtsever ve adam gibi adamdı.
*
“Gerektiğinde hükümetlere ve güç odaklarına karşı savaşmayı göze alan insan, gazetecidir” diyerek çömezlere gazetecilik dersi de veren Uğur Mumcu’yu, bugünün aklıevvellerine göre, Ergenekon öldürdü!
Eşref Bitlis’i, Gaffar Okan’ı, Turgut Özal’ı öldürdüğü gibi!..
Hatta Abdi İpekçi, Bahriye Uçok, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu’nun katili de Ergenekondur!..
Eşi Güldal Mumcu ise, “Uğur Mumcu yaşasaydı, Ergenekon kapsamında sıra ona da gelirdi” diyor.
Keşke yaşasaydı, sıra ona da gelseydi.
O bilirdi ne yapacağını…