23 Haziran 2010 Çarşamba

YAKIŞIR!

BİR TATLI HUZUR ARTIK ÇOK UZAK

Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil, Halkalı’da dünkü terör saldırısı sırasında hayatını kaybeden 17 yaşındaki Buse Sarıyağ için ağıt gibi bir yazı yazdı. Yazarın o sevilen üslubuyla kaleme aldığı “Buse” adlı yazısı aynı zamanda “yabancılaşmış şehir” dediği İstanbul’a da bir ağıt gibiydi.
İşte o yazı:
"Hisar, Kuruçeşme, sahil boylu mu?
Arnavutköylü mü,
Ortaköylü mü?
Kız sen İstanbul’un
neresindensin...
Emirgan, Bebek, Aşiyanlı mı?
Sarıyer, Tarabya, İstinyeli mi?
Yeşilyurt, Florya,
Bakırköylü mü?
Kız sen İstanbul’un
neresindensin...
Erenköy, Kadıköy,
Üsküdar’dan mı?
Esentepe, Yıldız,
Beşiktaş’tan mı?
Buseciğim...
Sen İstanbul’un neresindensin?
Halkalı’da oturuyordu Buse...
Yarımburgaz Mahallesi’ndeki Bosphorus City’nin önündeki tarlalardan Kimsesizler Mezarlığı’na çıkmıştı ki, lağımı geç Altınşehir’dir, bomba patladı.
(Altınşehir’in adı hem altın, hem şehir ama, bildiğin mezra... Sokakta bulunan sahipsiz cesetleri gömerler Kimsesizler Mezarlığı’na... Yapayalnız binlerce insan vardır, Türkiye’nin en kalabalık şehri İstanbul’da... Mezarlık manzaralı Bosphorus ise, 1 milyon dolara.)
Görüldüğü gibi, Buseciğimin ikametgâh durumu uymuyor o şarkıya... Güya İstanbul’da yaşıyordu ama, yoktu o satırlarda... Çünkü, şarkılarımızdaki romantizm yok artık İstanbul’da.
Milyonerle zilyonerin kıç kıça, azınlığın İsviçre gibi, çoğunluğun Afganistan gibi yaşadığı, insanların gülümsemediği, birbirine selam vermediği, komşusunu tanımadığı, örgütlerin cirit attığı, yuvalandığı, kim kime dum duma, vahşi bir şehir burası... Rant yağmasıyla, oy avcılığıyla servet kazanırken insanlığını kaybeden; ülkenin öbür ucu yanarken, şehit tabutları yağarken, ee-eh bana ne diye, eğlenceye doludizgin devam eden... Gazi Mahallesi’nde, Okmeydanı’nda Ümraniye’de atılan molotofları, sanki başka ülkedeymiş gibi televizyondan seyreden... İlelebet böyle yaşamaya devam edebileceğini zanneden, yabancılaşmış bir şehir.
Buseciğim, milattır...
Türkiye’nin en zengin şehrinde, çavuş babasının maaşı yetmediği için dershaneye gidemeyen, ücretsiz Mehmetçik Dershanesi’ne gitmeye çalışırken hayatını kaybeden Buseciğim.
Umursamazlığın kaçınılmaz sonucu olarak, çok uzakta zannedilen terör artık buradadır... Ve, bir tatlı huzur çok uzaktır artık İstanbul’a.”

16 Haziran 2010 Çarşamba

DAHA ÖNCELERİ NERELERDEYDİNİZ

Bir dönem İsrail'e karşı Filistin Devrimci Hareketi ile birlikte savaşan Türkiye sosyalist hareketinin yaşayan üyeleri İsrail ile son yaşanan sürece ilişkin bir bildiri yayınladılar.
İşte o bildiri ve ilk imzacıları:
'“Dilsiz kalabalıklarda büyür yalnızlığımız/ Postal sesleri boğar türkülerimizi/
Bir gecede büyüyen Filistinli çocuklar / İntifada biçer mayın tarlalarında/
Kutsal topraklar utanır/ Biz utanırız çaresizliğimizden/
Sınırları zorlarız/ Taş doldurup ceplerimize…” Adil Okay

Biz, İsrail’e karşı savaş sürecinde, Lübnan’da Filistin kamplarında kalan 68’li ve 78’li devrimciler, son olaylar hakkında ortak bir bildirge yayınlamayı uygun gördük. Zira İsrail’in, İHH'nin insani yardım taşıyan gemi konvoyuna düzenlediği saldırıda dokuz insanın ölmesi üzerine başlayan tartışmada “at izi ile it izi” birbirine karıştı ve 1970’ten itibaren Filistin kamplarında, İsrail’e karşı savaşta hayatını kaybeden yoldaşlarımızın kemikleri sızlamaya başladı. Öncelikle altını çizelim ki, İsrail’in yardım gemisine saldırması bir haydut politikasıdır. Bu politika da yeni değildir. Bir dönem Filistin kamplarında sayısı bini geçen biz, bunu yıllar önce etimiz ve kemiğimizle yaşamıştık.
Gazze katliamından sonra başbakan Erdoğan’ın ‘one minute’ çıkışı Arap aleminde sempatiyle karşılanmıştı. Ancak bu çıkıştan hemen sonra AKP hükümeti, İsrail’den Heron uçakları satın almış, askeri tatbikatlara, pilot eğitimine ve tankların modernizasyonuna devam etmiş, samimiyetsiz olduğunu göstermişti. Dokuz yardım görevlisi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının İsrail tarafından alçakça katledilmesinden sonra İsrail’e karşı laf var ama ciddi bir yaptırım yok. AKP yaklaşan seçimlerde halkın dini duygularını istismar edip oy toplamaya çalışıyor. Bu gün bir kez daha kapitalist kampın ‘demokrasi ve insan hakları’ savunusunun göreceli ve ikiyüzlü olduğunu görmekteyiz. Bu ikiyüzlülüğe Türkiye de uzun yıllar ortak olmuştur. Paranın hükümranlığının yaşandığı kapitalist dünyada, ticari ilişkiler ön plandadır. Bu güne kadar İsrail tercihinin bir nedeni de budur. İsrail 1948, 1967, 1982 ve en son Gazze işgalinde de benzer katliamlar gerçekleştirmiş, işgali BM kararlarına rağmen sürdürmüştür. Bu insanlık dramına ve İsrail’in işlediği insanlık suçlarına rağmen, Türkiye, İsrail’le ilişkilerinde ABD’nin dümen suyundan gitmiş, ‘din kardeşlerinin’ trajedisini görmezden gelmişti. Şurası açıktır ki: AKP Hükümeti İnsan hakları konusunda ders veremeyecek kadar sabıkalıdır. Filistin halkına yönelik katliamlardan, İsrail kadar sorumlu tutulması gereken ABD, ‘Mavi Marmara katliamı’nı kı-namayarak, ‘siyonizm−emperyalizm işbirliğini kutsamıştır.
Mavi Marmara gemisine saldırıdan sonra yaralılara kelepçe takan İsrail’in bu insanlık dışı uygulaması yeni değildir. Bir zamanlar Filistin kamplarında İsrail’e karşı saf tutan dünya devrimcileri vardı. Solun parametrelerinden biri olan, ‘mazlum halkların yanında yer almak’ şiarını hayata geçiren sosyalistlerden birçoğu 1973’te ve 1982’de İsrail’in saldırıları sonucu katledilmiş, onlarcası da esir düşmüştü. Yaralı yakalanan arkadaşlarımız da sadece kelepçelenmemiş aynı zamanda işkence görmüşlerdi. Bu gün Türkiye’deki bazı grupların, İsrail karşıtı gösterileri Musevi karşıtlığına dönüşmeye başlamıştır. İşte aramızdaki fark budur. Bizim Musevilerle sorunumuz yoktur. Bizim Siyonist−işgalci İsrail devleti ile kavgamız vardır.
Buradan bir kez daha ilan ediyoruz ki, biz aşağıda adları yazılı 68’li ve 78’li Türkiyeli devrimciler olarak, Filistin’in kurtuluşu için İsrail’e karşı mücadelede yer aldığımızdan dolayı onur duyuyoruz. Biz, Sadece Gazze’de, Batı Şeria’da yaşayan Filistinlilerin değil, Lübnan, Suriye ve Ürdün mülteci kamplarında yaşayanlar dahil olmak üzere tüm Filistin halkının dostuyuz. Filistin sorunu sadece Gazze ablukası değildir. Sorunun çözümü için İsrail 1967’de işgal ettiği topraklardan çekilmeli ve bağımsız Filistin devleti kurulmalıdır. Bunun için AKP hükümetine sesleniyoruz: İsrail ile olan tüm ilişkiler kesilsin. ABD ve İsrail ile stratejik ortaklığa son verilsin.
İletişim: Hasan Mantıcı. Tel: 05334395114
filistinicinsosyalistler@hotmail.com
İLK İMZACILAR: A. EYÜP YASİN, A. KESKİN, ABDULLAH DERELİ, ADİL OKAY, AHMET YOLAL, BEKİR REYHAN, BEREKET KAR, CELAL ÖZCAN, ERDOĞAN AHMET, ERGUN A-DAKLI, ENİS KALAYCI, FAİK BULUT, FATMA İRİER, GAZİ EKE, HASAN MANTICI, HÜ-SEYİN PİRRO, M. KELLECİ, MUSTAFA YALÇINER, ŞENTÜRK İNCİ, TEMEL DEMİRER, TESLİM TÖRE, YASİN DURSUN…
Odatv.com

MAVİ MARMARADA ÖLENLERİN CENAZESİNE KATILAN AKEPE KURMAYLARI, BU VATANI KORUMAYI GÖREV BİLMİŞ EŞİNİ YALNIZ BIRAKMAYIP ÖLÜME GİDEN KIZCAĞIZIN CENAZESİNE KATILMIYOR.NE İŞ?

PKK'nın Osmaniye’de Kanlıgeçit Jandarma Karakolu'na yaptığı saldırıda yaşamını yitiren Teğmen Cumhur Akdağ'ın eşi Pınar Akdağ, geçtiğimiz haftasonu şehit cenazesi gibi düzenlenen bir askeri törenle son yolcuğuna uğurlanmıştı.
Türkiye'de ilk kez Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ bir askerin terör kurbanı eşinin cenaze törenine kendi eşiyle katıldı.
Başbuğ’un yanı sıra eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve çok sayıda komutan eşleriyle birlikte cenaze törenindeydi.
Ancak AKP’den kimse o törende yoktu…
CHP Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk, bu durumu sorgulayan bir soru önergesini TBMM’ye sundu. AKP kurmaylarının ve bakanların, Mavi Marmara’da hayatını kaybedenlerin cenazesine katılıp, Pınar Akdağ’ın cenaze törenine neden katılmadıklarını sordu.
İşte o soru önergesi…

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA

Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın R.Tayyip ERDOĞAN tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını dilerim.

Ali İhsan KÖKTÜRK
CHP Zonguldak Milletvekili

“İsrail Ordusunun uluslararası hukuka aykırı ve ölçüsüz saldırısıyla yaşamını yitiren Türk vatandaşlarının cenazelerine, başta Başbakan Yardımcınız Sayın Bülent Arınç, TBM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Sayın Zafer Üskül olmak üzere çok sayıda AKP Milletvekili katılmıştı. Dışişler Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu ile Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ yaralıları karşılamak için gece yarısından sonra askeri havaalanında hazır bulunmuşlardı. Saldırıda hayatını kaybedenler için Fatih Camii’nde kılınan toplu namaza Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Sayın Taner Yıldız ve AKP Milletvekili Nusret Bayraktar katılmıştı. Baskında yaşamını yitirenlerin memleketlerinde yapılan cenaze törenlerinin hepsinde AKP’li Bakan ve Milletvekilleri hazır bulunmuşlardı.”
Bu törenlerden bir hafta sonra; Osmaniye’de Kanlıgeçit Jandarma Komutanlığı’na düzenlenen terörist saldırıda lojmanın balkonunda başına isabet eden bir kurşunla ağır yaralanan hastanede yaşamını yitiren Teğmen Cumhur Akdağ’ın eşi Pınar Akdağ önceki gün İzmir’de toprağa verildi.
Terör kurbanı Pınar Akdağ toprağa verilirken AKP Hükümetinden tek bir yetkili yoktu. Oysa aynı zamanda İzmir Milletvekili olan Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün bu törene katılarak acılı aileye ve TSK’ya destek vermesi teröre karşı verilen mücadelede önemliydi.
Buna göre;
1. Terör kurbanı Pınar Akdağ’ın cenaze törenine Hükümet yetkililerinden birinin bile katılmamasının nedeni nedir?
2. Milli Savunma Bakanı Sayın Vecdi Gönül’ün cenazeye katılarak, İzmir Milletvekili olarak aileye ve TSK’ya destek vermesi, Türkiye’nin teröre karşı verdiği mücadelede kararlılığını dosta düşmana gösterilmesi bakımında önemli olmayacak mıydı?
3. İzmir’de Pınar Akdağ’ın cenazesinin toprağa verildiği gün Anadolu Ajansı “Bakan Gönül ve eşi Sevim Gönül Erzurum’a geldi. Gönül, havalimanında yaptığı açıklamada, ziyaretin gayri resmi olduğunu, aile dostlarının düğününe katılmak için Erzurum’a geldiğini söyledi” haberini geçmiştir. Bakan Gönül’ün, çok genç yaşında yaşamını yitiren bir terör kurbanının cenaze törenine katılmayarak, bir düğüne katılması “bilinçli bir siyasi tavır” mıdır?
4. İsrail saldırısında yaşamını yitiren yurttaşlarımızın cenazelerine AKP Hükümeti tarafından gösterilen ilgi ülkemizin bölünmez bütünlüğü için şehit düşen askerlerimiz ve yurttaşlarımız için niçin gösterilmemektedir?

15 Haziran 2010 Salı

ROBERTO BAGGİO; BANA HER DAİM İTALYANLARI SEVDİREN FUTBOLCU..

Unutulmazlar
Roberto Baggio:
Penaltı Kaderiydi

“ O penaltı her gün geliyor aklıma. Penaltı kaçırmadım mı? Kaçırdım. Fakat hiçbir penaltı vuruşunda topu öyle havaya dikmemiştim. O finali tekrar oynamak isterdim.” Tam da Brescia’nın Serie A’ya döndüğü bir gecede “Penaltı kaderiydi” başlıklı bir yazıyla analım Roberto Baggio’yu. Attıklarıyla değil kaçırdığıyla hatırlanan, İtalyan futbol tarihinin en yetenekli futbolcusu kabul edilen ve endüstriyel futbolun ilk adımlarının atıldığı döneme rastgelen kariyeriyle bugün oynasa bonservisi kaç milyon olurdu diye düşündürten Baggio’nun hikayesi. Onun kariyerini penaltılar ve sakatlıklar belirledi.3. ligde Vicenza formasıyla parladığında rakipler de boş durmuyordu. Tekmeler havada uçuşuyordu. Rimini maçında dizine aldığı darbeyle sağ dizinin bağları ilk kez koptu. Durmadı ayağa kalktı. 86’da Fiorentina formasını sırtına geçirdi. Floransa halkı ilk günden ona tapmaya başladı. Serie A’nın kasapları Baggio’ya kafayı takmıştı. Daha ilk sezonunda bir kez daha ameliyat masasının yolunu tuttu. Dizinden iki operasyon geçirip yola devam eden, üst düzey futbol oynayan çok az isim vardır. İflah olmaz derler bağ operasyonları sonrası dizler. 5 sezon kaldığı Fiorentina’da 55 gol attı.
Agnelli Ailesi’nin her zaman çok parası olmuştu. Onlar sayesinde Juventus’un da. Euro neydi ki? İtalya dediğin canım liretlerdi. 18 Mayıs 1990 günü öğle saatlerinde –elbette internet sitesi de yoktu kulübün- Fiorentina, İtalyan medyasına bir açıklama yaptı: Roberto Baggio, 25 milyon liret karşılığında Juventus’a satılmıştı. Rekordu. Floransa ayağa kalktı ve uzun saatler boyunca da oturmadı. Kulüp binası taşlandı, çıkan olaylarda onlarca insan yaralandı. Torino’nun zengin çocukları, Floransa’nın esas oğlanını kaçırmıştı.İtalya’nın ev sahipliğini yaptığı 90 Dünya Kupası işte bu transferin gölgesinde start aldı. Baggio’nun hasmı ya da ondan hoşlanmayan Vialli idi. İlk maçın onbirinde kazanan Vialli idi. İşi bitiren ise Baggio. Sonraki maçlarda mucize adam Schillaci ile mükemmel ikili oldular. Yarı finalde Vialli, teknik direktörü yine kafaladı. Vicini formayı bir kez daha Vialli’ye verdi. Yedek kulübesindeki Baggio’nun sonradan oyuna girdiği maç 1-1’in ardından penaltılara gitti. 94’te kaçıran adamın 90’da penaltıyı attığını ancak fil hafızalılar hatırlar! Donadoni ve Serena’nın kaçırdığı seride Arjantin 4 penaltıyı da gole çevirdi ve İtalya’yı kupa dışına itti o meşhur Maradona’nın Napoli halkına San Paolo’da İtalya’yı değil bizi destekleyin çağrısı yaptığı yarı finalde. Onların da ipini finalde Brehme çekecek, Almanya kupayı kaldıracaktı.Juventus formasıyla Floransa’ya deplasmana gittiği ilk maçta kazanılan penaltıyı atmayı kabul etmedi. Dedim ya penaltı Baggio’nun kaderiydi. Maçın ardından tribünden atılan Fiorentina atkısını boynuna takıp sahayı terk etti. Torino’nun züppe çocuklarına bu çok koydu. Baggio’yu kabullenemediler. Baggio’ya direnmek mümkün değildi. Milan’ın ambargo koyduğu yıllarda UEFA Kupası’nı kaldırdı. Kaptanlığa yükseldi. 1993 yılında Rivera ve Rossi’den sonra France Football’ın en iyi futbolcu ödülünü alan 3. İtalyan futbolcu oldu.
94 ABD’de gruptan galibiyet almadan çıktılar. Nijerya maçında beraberlik golünü de atan oydu, 10 kişi kalan takımını uzatma dakikalarında ayakta tutan ve iki kez parçalanan sağ ayağıyla penaltıyı atan da. İspanya’yı ve yarı finalde Bulgaristan’ı geçerken Baggio yine assolistti. İspanyollar bir, Bulgarlara iki gol attı. 98’deki Ronaldo gibi 94 finali öncesinde de Baggio’nun finalde oynayıp oynamayacağı belli değildi. Adalesi çekiyordu ve son kararı ona bıraktılar. Sakat sakat maça çıktı. Uzatmalarda Brezilya kalesinde iki net fırsat yakaladı ama olmadı. 1994’de kaybeden İtalya’nın üzgün karesinde Baggio tek başınadır. Bir tek o mu kaçırmıştı 17 Temmuz 1994 günü Pasadena’da? Bir önceki finalde penaltıyı atan Baresi ilk penaltıyı dışarı vurdu. Brezilyalılar da Santos ile yıkıldılar. Albertini ve Evani kaleyi buldu. Sambacılar Romario, Branco ve bugünün teknik direktörü Dunga ile sektirmediler. İtalya’da Massaro kaçırdı ve o finalin hazin anında Taffarel’in olduğu kalenin 11 metre uzağına topu diken Baggio, üstten auta attı.1995’de Juventus’tan ayrıldı. Bütün büyükleri dolaşacaktı. Sıra Milan’daydı. İki sezonda 12 gol attı ama iz bırakmadı. 1992’de Avrupa Şampiyonası’nda İtalya yoktu, 96’da İtalya varken de Baggio. Kariyerine Avrupa Şampiyonası’nda oynadı yazdıramadı.
Del Piero’nun parlamasıyla Juventus’tan kopan, en verimli yıllarında Milan’da teknik adamların kafayı taktığı adam olan Baggio huzuru 98 Dünya Kupası öncesi sezonda Bologna’da buldu. İkinci bahar dedikleri işte. 30 yaşında geldiği Bologna’da amerikan traşlı kafalı Baggio 30 maçta 22 gol attı. 98 Dünya Kupası’nda çeyrek finalde 8 yıl sonra finalde karşılaşacaklarını elbette ki bilmedikleri Fransa karşısına çıktılar. 0-0 biten maçın ardından 94 finali gibi yine penaltı noktasına yürüdüler. Bir kez kaçırdığıyla hatırlanan Baggio o gün de kaçırmadı penaltıyı. Costacurta ve Vieri attılar. Albertini ve Di Biagio takımı yaktılar. Fransa serüveninde yolun sonuydu.Massimo Moratti için zor yıllardı İnter’de. Takım 9 yıldır şampiyon olamıyordu. Fiorentina günlerinden beri hayran olduğu Baggio’ya bir gün mutlaka Inter forması giydirecekti. Baggio, 3 yıl aradan sonra Milano’nun öteki tarafıyla San Siro’ya adım attı. Inter kariyeri boyunca Lippi ile yıldızı barışmadı. Avrupa Şampiyonları’na gitmesi sanki yasaktı. Euro 2000’de de Zoff kadroya almadı onu. Yıllar sonra aynı tartışmalar Juventus’ta yerini dolduran Del Piero için yapılacaktı.99-2000 sezonuna girilirken Inter’den ayrılmaya karar verdi. Bir transfer teklifini otobiyografisinde (Una Porta ne Cielo) detaylı olarak anlattı. Avrupa’dan çok teklifler alıyordu. Onu ikna eden ya da ikna ettiğini sanan Galatasaray’dı. Baggio, Galatasaray’a evet demişti. Ne olduysa bir akşamda oldu. Futbol dünyasından uzak yakın arkadaşlarıyla her zaman akşam yemeklerinde buluştuğu restoranda çevresindekilerinin ısrarıyla ülkeden ayrılmamaya karar verdi. Hagi’li Galatasaray o sezon UEFA Kupası’na doğru yürürken Baggio o takıma gelseydi ve “kaderi penaltılar olan adam” oldu ki Parken’de bu kez sırtını Taffarel’e verip kaçırsaydı?...Budizmi seçtiği için ( Inter yıllarında Fransız kaleci Frey'i etkiledi -o da milli takımına hep uzak kaldı, ne garip!-) İtalya’da Vatikan’ın tepkisini çektiği ve milli takım kariyerine bu yüzden neşter atıldığı hep söylendi. Huzuru turuncular içinde bulan Baggio, ihtiyar Mazzone yönetimindeki Brescia’ya gitti ve her sezonun ligin dibinde can çekişen takımını 4 sezon boyunca hep ligde tuttu.
Çocukken Interliydi, Fiorentina’yı çok sevdi sonra bir gün Boca Juniors’lu oldu en güzel at kuyruklu adam. Nasıl mı? “Bir gün Arjantin’den maç özetleri izliyordum. Skor 4-0 idi. Futbolcular ve tribün maçın ardından galibiyeti kutluyordu. Ya da ben öyle sanmıştım. Maçı kazanan değil kaybeden Boca Juniors’tu ve çılgınlar gibi futbolculara tezahürat yapıyorlardı. O gün Boca’lı oldum. (26/2/2010 La Gazzetta Dello Sport röportajı) Arjantin sevdası da böyle başladı Baggio’nun. Geçen sezon eski takım arkadaşı Guardiola’yı ziyaret ettiğinde Barça tesislerinde ayakta karşılandı. Bugün 43 yaşında. Futbolu bırakalı 6 yıl oldu. Kramponlarını asıp hemen eşofmanlarını giyen eski futbolculara benzemedi o. Teknik adamlıktan uzak durdu yıllar boyunca. 2010’da verdiği bir röportajda “Belki” diye açık kapı bıraktı. Kendini yardım kampanyalarına adadı. Çok sonraları “Neden sen çok iyiydin?” sorusuna bir tek cevap verdi: “Ben önce düşünürdüm.”

10 Haziran 2010 Perşembe

Gidecekler… Yargılanacaklar!

 Tayyip Bey çok öfkeli çook…


Hani bıraksanız, donanmanın ya da uçak filosunun başında İsrail’e sefere çıkacak!.. Geçen gün Konya’da esip gürlüyor, Tevrat’tan alıntı yapıyor, On Emir’in 6. maddesini, hem de üç dilden İsrail’in yüzüne haykırıyordu:

- Öldürmeyeceksin!..
Kemal Kılıçdaroğlu, bu şova karşılık, “Doğrudur, 6. madde öldürmeyeceksin diyor. Ama bir de 8. madde var; çalmayacaksın diyor, 9. madde de yalan söylemeyeceksin diye emrediyor” karşılığını verince daha da öfkelendi ve CHP liderini Tel Aviv’in sözcülüğünü yapmakla suçlayabildi!.. Halbuki Tayyip Bey şu soruya yanıt vermeliydi:
- Yıllardır yanı başındaki Irak yakılıp yıkılırken, kadınlar çocuklar bombalarla öldürülürken, 1.5 milyon masum insan katledilirken neredeydin?..
Tıss yok tabii!..
***
Tayyip Bey böyle yapar da şürekâsı durur mu?!..
Bu iktidara yapılan en büyük eleştirilerden biri neydi? İsrail’in tehditlerine karşın, 600 kişinin, felakete yol almasına seyirci kaldın ama AKP milletvekillerinin gemiye binmesini engelledin… TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı AKP’li Murat Mercan bu konuda ne dedi biliyor musunuz?
- Biz kolejde zaman zaman Co’luk yapardık. Bu da öyle. Bir Co’luk yapalım dedik. Ama sonra vazgeçtik…
Şu söyleme bakar mısınız; ülkeyi neredeyse bir savaşın eşiğine getiren iktidar partisinin vekili, olanı biteni Amerikan kovboy filmi zannediyor!..
Gelelim en büyük Türk büyüklerinden avukat Bülent Arınç’a… Kılıçdaroğlu’nun soruları ve eleştirilerine çok bozulmuş olduğu anlaşılan Arınç, karşılık vereyim derken hayatının en büyük hatalarından birini yaptı:
- Baykal da birtakım planlarla yargılanan kişilerin avukatlığını üstlendiğini ifade ediyordu. Bu ona pahalıya mal oldu. Kılıçdaroğlu bu yanlış düşüncesinde ısrar ederse ona da pahalıya mal olur…
Vay, vay, vay… Tehdide, tehdidin içeriğine bakın hele.. Adama sorarlar, “Efendi, sen ne demek istiyorsun? Şu söylediğin laflar, insanın aklına Baykal’ın başına örülen çorapla ilgili haddinden fazla şeyler bildiğini getirmiyor mu?. Kılıçdaroğlu’na pahalıya mal olacak olan nedir?. Kaset trafiğinin neresinde duruyorsun?. Bir avukat olarak, sözlerinin nerelere gideceğini, nasıl anlaşılacağını, ne türden suç teşkil edeceğini göremiyor musun?..”
Soruları uzatabilir, daha da keskinleştirebilirim ama bu kadarı yeter. Ancak şunu söylemem gerek; bu satırları yazarken dahi, avukat Arınç’ın bu sözleri, böylesine cüretkâr bir şekilde nasıl söyleyebildiğine akıl erdiremedim!..
Cüret, iktidar sarhoşluğunun ifadesi olduğu gibi, korkunun da göstergesidir!.. İktidar gidici olduğunu görüyor… Gittiğinde başına neler geleceğini de görüyor!.. Tayyip Bey’in öfkesi de, milletvekilinin “Co” söylemi de, Arınç’ın cüreti de bundan.. Çünkü biliyorlar…                 - Gidecekler ve yargılanacaklar!..                                                                                                                                        Ümit ZİLELİ         Cumhuriyet

9 Haziran 2010 Çarşamba

2010 DÜNYA KUPASI MAÇ PROGRAMI

Yapan yapıyor arkadaş.Süper bir uygulama.Yanınızdan (usb belleğinizden) ayırmayacağınıza eminimBuraya tıklayın ulaşın.İyi gezmeler. Ha unutmadan saat farkı 1 saat.

6 Haziran 2010 Pazar

CHELSEA LANETİ!

Ballack (Almanya) – Portsmouth ile oynanan FA Cup finalinde sakatlandı. Dünya Kupasında yok.
 Essien (Gana) – Sezon ortasında geçirdiği sakatlığı bir türlü atlatamadı. Dünya Kupasında yok.
 Bosingwa (Portekiz) – Dizinde ciddi sakatlık var. Dünya Kupasında yok.
 Drogba (Fildişi Sahili) – Japonya ile yapılan hazırlık maçında kolu kırıldı. Grup maçlarında kesin yok sonrası muamma.
 Obi Mikel (Nijerya) – Dizindeki sakatlık tamamen geçmediği için kadrodan çıkarıldı. Dünya Kupasında yok..

SAKATA GELME ROBBEN!!

Be  arkadaş böyle de sakatlanılmaz ki. Ne olacak biz futbol severlerin hali.Kimi seyredeceğiz biz? Chelsea laneti gerçekmi yoksa?