23 Ocak 2010 Cumartesi

UĞUR MUMCU'NUN ANISINA

Uğur Mumcu’nun öldürülmesinden sonra Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasında, Mumcu’nun ağzından şu sözlere yer verilmişti:

“Ben Atatürkçüyüm,

Ben laikim, ben antiemperyalistim, ben tam bağımsız Türkiye’den yanayım. Ben özgürlükçüyüm. Ben insan hakları savunucusuyum. Ben terörün karşısındayım. Ben yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım. Dün sabaha kadar araştırarak yazdığım hiçbir konuyu yalanlayamadınız. Öyleyse vurun, parçalayın beni! Her parçamdan benim gibiler, beni aşacaklar doğacaktır”.

Bu sözler Uğur Mumcu’yu anlatır. Bu sözler adam gibi bir adamın nasıl olması gerektiğini anlatır. Bu sözler geleceği gören bir gözün, başına gelecekleri anlatır.

Uğur Mumcu bir gazeteci idi. Ülkemizin gelmiş geçmiş en yürekli kalemi idi. Araştırmacı gazeteciliğin ne olduğunun ustası ve öncüsü idi...

O bir Kuvayı Milliyeci idi. Kendi deyimiyle, Kalpaksız Kuvayı Milliyecilerdendi. Kemalist, Atatürkçü ve Cumhuriyetçiydi...

Uğur Mumcu kararlı, tutarlı, inançlı, dirençli, gözü pek, yiğit, mangal yürekli bir aydındı. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, Anadolu Aydınlanmasını, 1923 Devrimini kelle koltukta savunandı.

O gerçek bir yurtseverdi, emekten, bağımsızlıktan, aydınlanmadan, eşitlikten yana hakiki bir solcuydu. Ülkesine ve halkına yönelik tüm tehdit ve tehlikelere karşı aynı anda, pek çok cephede kavga veren bir Cumhuriyetçiydi. Bunu yaparken de bilime, bilgiye, belgeye dayanan bir gazeteciydi.

Tüm bu niteliklerinden dolayı Uğur Mumcu bir hedefti. Karşı çıktıklarının, belgelerle ortaya çıkardıklarının boy hedefiydi. Kaçakçıların, numaracı cumhuriyetçilerin, devleti soyan çetelerin, bölücülerin, dini siyasete ve ticarete alet edenlerin korkulu rüyasıydı.

O tüm bu özellikleriyle, boşluğu hiç doldurulmayan, yokluğu günbegün artan, yazılarıyla, kitaplarıyla her gün biraz daha anlaşılan, aramızda olmasa da yolumuzu, önümüzü aydınlatan bir isimdir. Aradan geçen bunca yıla karşın, bizlere “Şimdi o olsaydı, kim bilir neler yazardı” dedirten, “Yaşasaydı bu yolsuzluğun belgelerini çoktan çıkarmıştı” dedirten bir araştırmacıydı. Kalemini, duruşunu, ruhunu, konumunu satmamış bir basın emekçisi, erdemleriyle övünmeyen, alçakgönüllü bir yazardı.

Peki! Nedir Uğur Mumcu’yu ölümsüz kılan?

Atatürkçü, Cumhuriyetçi, çağdaşlıktan yana oluşu mudur? Kalemini satmayan, dürüst, çalışkan, üretken bir gazeteci oluşu mu? Halkını aydınlatmak için kendi mumunu söndürtecek kadar yürekli ve dik oluşu mu?

Mumcu’yu toplumun temel değerlerinin, değer yargılarının simgesi yapan şey, bu özelliklerin, bu erdemlerin tümünü kişiliğinde toplamasıdır. Ölümden korkmadan ölümün üzerine yürümesi, karanlıktan korkmadan karanlığı aydınlatmasıdır. Uğur Mumcu medya plazalarının bol sıfırlı maaş alan memuru değil, halkının gazetecisiydi. Kalemini haksızlığa, yalana, talana karşı kılıç belleyen bir savaşçıydı. Bu nedenle görmeyen halkının gözü, duymayan kitlelerin kulağı, söylenmesi gerekip de söyleyemeyenlerin dili olmuştu.

O tek kişilik bir ordu ve aynı zamanda da “sakıncalı piyade” idi. Onun bedenini parçalayan bomba, ülkemizin aydınlık yarınlarını parçalarken, bilinmezlerini de arttırmıştır. Cinayeti aydınlatmak için namus sözü veren bakanlar unutulmuş ama Uğur Mumcu unutulmamıştır...

Gençler sevmiştir Uğur ağabeylerini. Nineler gözyaşı dökmüştür onun ardından. Ozanlar ağıt yakmıştır onun için. Yeni doğan bebelere Uğur adı verilmiştir.

Bu yüzden yaşar Uğur Mumcu, halkının beyninde, yüreğinde ve yarınlarında. Bu yüzden artık yazamasa da aydınlatır halkının beynini, bilincini. Bu yüzden türküler onu anımsatır milyonlara...

Uğur Mumcu, “Bir ülkenin türkülerini yakanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür” derdi hep.

Türkülere konu olan, ozanlara ilham verenler hep daha güçlüdür, türküleri yasaklayan, şairleri, aydınları hapislere atanlardan. Uğur Mumcu da her zaman daha güçlüdür, dokunulmazlık zırhı taşıyanlardan...