6 Ekim 2009 Salı

ANKARAGÜCÜ 3 GALATASARAY 0

Anca elimiz elveriyor Galatasaray'ımızın analizini yapmaya..Ne yapalım Gazetelerin yazdıkları, haberler, internet siteleri, hepsi çok ağırdı.Sanki küme düşmüşüz izlenimine kapıldım.Habertürk'ün bugünkü baş sayfası tuz biber ekti. Oğlum Ayhan dedim bunlar GALATASARAY' çekemiyorlar.İşte bu kadar.
Gelelim maç analizine:



Ankara'ya giderken Galatasaray, birkaç önemli oyuncusundan yoksundu.

Kimlerdi bu isimler? Son haftalarda sürekli olarak forma giyen Sabri Sarıoğlu, Emre Aşık ve Kader Keita. Üst üste gelen galibiyetlerin ardından alınan iki beraberlik sonrası, Galatasaray'ın Ankaragücü karşısında göstereceği reaksiyon ise merak konusuydu.

Kader Keita'dan bahsetmek lazım bu noktada. Üç sezon önce Lille formasıyla Ligue 1'de harikalar yaratan Keita, Fransa şampiyonu Lyon'da fazla forma şansı bulamayarak Stade Gerland'da hayalkırıklığı oluşturmuştu. Galatasaray'a transferini mümkün kılan nedendi belki de. Türkiye'ye gelirken Keita, futbola olan açlığını da taşımıştı topraklarımıza. Galatasaray'daki ilk maçlarında net olarak belli olan bir gerçekti bu. Futbol oynamayı özlemişti, daha ötesinde işini gerçekten seven bir profil çiziyordu. Hatta öyle ki, Galatasaray'ın sistemine zarar bile verebilirdi bu hâli.

Maccabi Netanya deplasmanında takıma ısındı. Rövanşta golünü attı, 45 dakikada oynama fırsatı buldu. TSL'nin yeni sezondaki ilk maçında ise Gaziantepspor karşısına çıktı. Yalnızca 55 dakika oyunda kalmasına rağmen, Galatasaray'da topla en fazla oynayan beş oyuncudan biri oldu. 90 dakika forma giydiği ilk karşılaşma olan Denizlispor maçında, bu unvanı tek başına ele geçirdi. Maçın en fazla öne çıkan oyuncusu olmayı başardı. Ama o gece birinci ve ikinci 45 dakika arasında son derece açık bir fark vardı, Kader Keita özelinde. 46 pasında 22'sinde hata yapmıştı, Keita. Toplam 26 top kaybı ile oynamıştı. Ancak Levadia maçı ile Galatasaray'ın sistemi içerisine girebilmeye başladı.



Kader Keita, son haftalarda üst düzey performans sergiliyor. Ve durum, neredeyse tamamen bununla ilgili. Bireysel yetenekten farklı olarak, artık sistemin içerisinde. Yine de takım içerisinde ve genel algılamada bazı kafa karışıklıkları var.

Keita'nın yukarı doğru sürekli yükselen çizgisi, kendisini takımın sembolü hâline getirdi. Eskişehirspor maçında Shabani Nonda'ya verdiği gol pasının hemen öncesinde yapmış olduğu hareketler, aslında Galatasaray'ın oynadığı futbolun kendisine sağladığı olanaklardan biri. Ama Keita, sürprizlerle dolu bir futbolcu. Geniş alanda çok etkili oluyor, dar alanda oldukça iyi. ASY Stadı'ndaki özel izleyicilerinin yanı sıra, saha içerisindeki takım arkadaşları da Keita'yı arar oluyorlar çoğu zaman.

Söz konusu durum, Galatasaray'ın büyük resmi için hiç iyi bir görüntü değildi. Ve Keita'nın Ankara'da oynayamayacak olması, bu yüzden ayrıca önemliydi Galatasaray için. Kenar yönetim, Keita'yı sistemin içerisine dahil ederken; takım, kendisine böyle bir ezber oluşturmuştu neredeyse. Galatasaray'da alternatifi olmayan isimlerin başında gelen Keita'nın yokluğunda kendisinin yerine görev yapacak olan oyuncunun göstereceği performans, sezonun geri kalan bölümü için bile son derece değerli olacaktı. Aydın Yılmaz, Elano Blumer, Harry Kewell ya da Arda Turan...

Leo Franco ile başladı, Galatasaray. Arjantinli kalecinin önünde Servet Çetin ve Hakan Balta görev yapacaktı, kanat savunmalarında Uğur Uçar ile Caner Erkin. Orta sahada Mustafa Sarp ve Ayhan Akman, sezonun ilk bölümündeki ortaklıklarına devam etme fırsatı yakalamışlardı. İleri uçtaki Milan Baros'un arkasında Elano Blumer vardı, sağında Aydın Yılmaz ve solunda da Arda Turan. Son haftalardaki sorun, üçüncü bölgede diziliş kaosu. Brezilya Milli Takımı'nda Robinho ve Kaka ile birlikte forvet arkasındaki üçlünün sağında görev yapan Elano, Galatasaray'da üstlenmesi beklenen görev nedeni ile, Milan Baros'un arkasında yer alıyor. Bu da forvet rotasyonundaki dağılımı etkiliyor.



Arda Turan ve Aydın Yılmaz'ın üçüncü bölge özelinde ortak bir sorunları var. İki oyuncu da sahayı geniş açıdan izlemek istiyorlar. Bu yüzden; 4-3-3 gibi bir diziliş, imkânsıza yaklaşıyor Arda ve Aydın ile.

Arda Turan'ın sezonun hemen başında 4-3-3 merkezinde gösterdiği performans ortada. ''Oynadığımız oyundan zevk alıyoruz.'' açıklaması da. Görünen o ki; sol kanatta kalmaktan mutlu değil, Arda. Aydın Yılmaz'ın oyun karakteri, kanıksanmış durumda. Kanat oyuncularının rakip kaleye yakın olmaları, normal şartlar altında, bir takım için kesin avantaj. Ama Arda ve Aydın ile Galatasaray, 4-2-3-1'e kaymak zorunda kalıyor. Bu yüzden; sene başında net bir gerçek vardı. Arda, Yeni Galatasaray'da orta sahaya geçecekti; çünkü 4-3-3 gibi bir dizilişte sol kanatta kalması hâlinde, görüş alanı kısıtlanırdı.

Tüm bunların toplamı ile geldi Ankara'ya, Galatasaray. Ankaragücü ise, rakibini kalabalık bir orta saha ile karşılayacaktı. Semavi, Hürriyet, Barbaros ve Murat Duruer gibi çok net bir 4-4-1-1 yapılanması ile forvet Metin Akan'ın arkasına Ceyhun Eriş'i atmıştı, Hikmet Karaman. Plan, aslında oldukça basit gibi görünüyordu. Galatasaray'ın etkili hücum oyuncularını fiziksel olarak güçlü oyuncularla durdurup, Ceyhun Eriş'in bireysel yetenekleri ile rakip kaleyi zorlamak. Orta sahadan sürpriz katkılar ise, Semavi ve Murat'tan bekleniyor olmalıydı.



Ankaragücü'nün mantalitesi, Galatasaray'ın yaratıcılık eksikliği ile birleşince, ortaya pozisyon sayısı düşük bir maç çıktı. Son 10 dakikaya kadar tabii.

Galatasaray, Shabani Nonda'nın ceza sahasında düşürülmesi dışında, iki önemli pozisyon yakaladı. İkisinde de savunmadan ileri çıkardığı Uğur Uçar önemli roller aldı. Birinde, kendisi direğe takıldı. Diğerinde; Milan Baros, çok net bir fırsattan yararlanamadı. Bu pozisyondan kısa bir süre sonra ise, Shabani Nonda ile yer değiştirdi. Ama bu noktada önemli bir ayrıntı var. Sturm Graz maçında Sabri Sarıoğlu ve Ankaragücü karşılaşmasında Arda Turan, toplam üç hücumda Milan Baros'un uygun pozisyon içerisinde olduğunu göremediler. Aslında bu durum, büyük resimde incelenebilir.

Baros, Nonda'nın önünde Galatasaray'ın birinci forveti. Neden? Ayrı ayrı özellikleri var çünkü. Hep söylediğimiz gibi, oyunun ilk 45-60 veya 70 dakikası boyunca takım adına çok önemli işler yapıyor. Ancak sezon başından bu yana tutulan istatistikler, net olarak açıklıyor bir durumu. Baros, ilk 11 oyuncuları değerlendirildiğinde, Galatasaray'da topla en az oynayan oyuncu. Sürekli hem de. Ankaragücü karşısında topu ayağında tutma süresi, 01:03. %61'lik oranla topa hükmeden Galatasaray'ın kendi içerisindeki dağılımında yalnızca %4'e karşılık geliyor, bu süre. Yani Baros, geri kalan %96'yı dışarıdan izlemek durumunda kalıyor. Hiç kolay değil. Baros, sürekli konsantre kalmak ve topsuz oyunda mükemmel olmak zorunda.



Galatasaray, takım olarak Milan Baros'u kullanamıyor. Kesin. Ankaragücü maçında olduğu gibi. (Leo Franco'nun topla oynama ve buluşma süreleri: 02:28 ve 34. Milan Baros'unkiler: 01:22 ve 20.)

Frank Rijkaard, Ankaragücü karşısında kendi stratejisini uygulamaya devam etti. İlk iki oyuncu değişikliğinde haklarını Kewell ve Nonda'dan yana kullandı. 79. dakikada ise, sakatlanan Aydın Yılmaz'ın yerine Mehmet Topal'ı aldı oyuna. Beşiktaş maçında tercih edilmişti aslında bu yöntem. Kader Keita'nın yerine Barış Özbek'i alıp orta sahada üçlü bir yapılanmaya giderek hücumda Elano, Baros ve Kewell gibi bir set kurmuştu, Rijkaard. Ve skor avantajının etkisi ile pozisyonlar yakalamıştı, Galatasaray. Ankaragücü'nün muhtemel ataklarını, orta sahadaki Mustafa, Ayhan ve Mehmet üçlüsü engelleyebilirdi artık.

Kâğıt üzerindeki düşünce bu tabii. Galatasaray, oyundan düşmeye başlamıştı. Ankaragücü'nün fizik güce dayalı oyuncuları, Shabani Nonda'nın kaçırdığı iki net fırsatın ardından, orta sahada etkili oluyorlardı. 83. dakikada fırsat geri çevrilmeyecekti. Galatasaray'ın dörtlü savunması, iki kişi kalmış ve sol stoper ile sol bekin yerini alabilmeye çalışırken kontrolünü kaybetmişti. Caner Erkin, defans kurgusundaki rolünü iyi kanıksayamamış olabilir. Sağ bek Uğur Uçar'ın stoper çabaları yetmedi, Ankaragücü'nün ilk golü geldi. Ardından ikincisi. Fark, ikiye çıkarırken Galatasaray merdivenindeki iki basamak savunmadaydı (Uğur, Servet, Hakan, Caner, Mehmet, Mustafa). Diğer, katlar topun önünde kalmıştı. En sonunda üçüncü gol de geldi.

Frank Rijkaard'ın sezon başından bu yana üzerinde sıkça durduğu bir konu var. Topun kaptırıldığı anda takım, saha içerisinde organize bir hâl almak zorunda. Bu, Rijkaard'ın futbol köklerinin savunduğu bir gerçek aslında.



1986 ve 1988 yılları arasında Johan Cruyff'un Ajaxı'nda görev yapan sağ bek Ronald Spelbos, takımın savunma yapısı hakkında konuşuyor: ''Alan savunması yapıyoruz. Bölgeni kapatıyorsun ve atak senin bölgene geliyor. Eğer normalde Blind'in tarafında olan atak oyuncusu ortaya kayarsa, ona ben savunma yapıyorum ve Blind da benim bölgemin arkasındaki boşluğu dolduruyor.''

''Savunma görevleri konusunda Johan'ın en titiz olduğu nokta, daima bir oyuncu fazla olmamız gerektiğidir. Top bizdeyse ve beklenmeyen şekilde topu kaptırırsak, hemen topu geri almalı, ya da --bu nerede ve nasıl olduğuna bağlı-- koruduğumuz bölgelerimize dönmeliyiz. Defans olarak görevimiz atağa kalktığımızda başlar. Bu tamamen bir konsantrasyon meselesidir. 90 dakika boyunca birini durdurmanın zorluğunu hafife alırsınız. Konsantrasyonun en zor olduğu zamanı bilir misiniz? Topun bizde olduğu zaman.'' (Şimdi, Galatasaray'ın yediği üçüncü goldeki vurdumduymazlığı tekrar izleyelim.)

Bir de Frank Rijkaard'ın söylediklerini okuyalım, o Ajax takımı hakkında: ''Johan teknik direktör olarak Ajax'ın başına geçtiğinde bir stratejisi vardı. İşler, pek iyi gitmediğinde bile buna inanmaya devam etti. Geçen sene orta alanda oynadım ve Ronald Koeman'a boş alan yaratmak zorundaydım ki Koeman ileri çıksın, orta sahada bir kişi daha çoğalalım. Bu sene de aynı düzende oynadık ama farklı oyuncularla. Strateji derken bunu kastediyorum.

''Koeman'ın rolünü ben üstlendim. Bosman ya da Winter benim rolümü üstlendi. Cruyff'un benim hakkımda ne düşündüğünü biliyorum. Bir gün gelecek ve kendimi aşacağım. Kendimi Platini ile kıyaslamak istemiyorum ama umarım kariyerim O'nunki gibi olur. Fransa'da gerçekten iyi bir oyuncuydu. Ama İtalya'da yön veren, oyunun kaderini etkileyebilen bir oyuncu hâline geldi. Ben de Ajax'ta, Platini'nin İtalya'da yaptığı gibi kendimi geliştirebileceğimi umuyorum. Ajax, Johan'dır. İlk dakikadan son dakikaya kadar taktiğe o karar verir.''



Bir kez daha hatırlayalım, tüm bunlara inanmaya devam ederek. Türkiye'deki futbolun içerisine girmeyerek, buradaki futbola benzemeyerek. Frank Rijkaard ve ekibinin geldiği futbol ekolünden örnekler vererek.

Galatasaray, belli bir sekansta oldukça kötü oynadı. Ve savunmasındaki hatalardan dolayı sahadan 3-0'lık ağır bir mağlubiyetle ayrıldı. Hem de karakter edilmeye çalışan mantalitenin anlattıklarını yok sayarak, onlardan vazgeçerek. Frank Rijkaard'ın takımını değerlendirirken ''Galatasaray, Frank'tir.'' diyebilmek için şimdilik erken. Ama belki bir gün.

(Yukarıdaki sözler, Mayıs 1987'de söylenmiş. Ve şu an Ekim 2009'dayız. Hâlâ üzerine konuşabiliyoruz.)

Hiç yorum yok: